Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 76. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
Dediği pastaneye gittiğimde, Zekiye teyze gelmişti, arkadaki
masalardan birine oturmuştu. Öyle büyük bir yer
olmadığından pek fazla kalabalık da yoktu. Yanına
gittim, elini öpmek istediğimde, elime küçük bir tokat atıp, “Ay deli
oğlan, ben o kadar yaşlı mıyım?” dedi gülerek.
“Ne yersin, ne içersin?” diye sordum, “Yok, sadece bir fincan çay
alırım!” dedi. Ben de çay söyledim. Garson çaylarımızı
getirene kadar havadan sudan konuştuk. Her zamanki halindeydi Zekiye
teyze. Büyük bir türbanla başını bağlamış, siyah
bir pardesü giymişti. Büyük, siyah güneş gözlüklerini
türbanının üzerine atmıştı. Kızının
tipsizliğine karşın, annesi daha güzel sayılırdı.
Tek kusuru tanıdık ortamlarında küfürlü
konuşmasıydı. Ama dışarda böyle konuşmazdı
elbette.
Çaylarımızı içerken Zekiye teyze konuşmaya
başladı: “Osman, seni önemli bir konu hakkında
çağırdım. Evde Ayfer olduğu için onun yanında
konuşamazdım bu konuyu. Onun için burayı seçtim. Şimdi beni
iyi dinle. Bak, biliyorsun benim oğlan henüz evlenmedi. Ne zaman evlenir
onu da bilmiyorum. Gösterdiklerimi beğenmiyor bir türlü. Onun da
ablası gibi evde kalmasından korkuyorum. Şimdi, senin dün
getirdiğin kız, Özge, ben onu çok beğendim. Yani huyunu suyunu
bilmiyorum tabii, ama yüzü, fiziği güzel!” dedi. Bunları duymak
konuşmanın gerisinde ne olacağını belli ediyordu
zaten.
Zekiye teyze devam etti: “Senin bu kıza talibim anlayacağın. Ama
hemen istemeye gelelim demiyorum. Bu işlerin bir yolu, yordamı var.
Ben önce kızla tanışmak, konuşmak istiyorum. Eğer huyu
da fiziği gibi güzelse, o zaman istemeye geliriz!” dedi. Kalbim küt küt
atıyordu. Zekiye teyze Özge’yi Sedat’a istiyordu.
Ben de, “Zekiye teyze, biliyorsun Sedat benim kaç yıllık
arkadaşım. Onun da evlenip yuvasını kurmasını
isterim elbette. Ama Özge, yani o bana babasının bir emaneti.
Nasıl diyeyim, Sedat onun abisi sayılır. Özge de onun
kardeşi. Şimdi kalkıp abiyle kardeş evlenir mi?” dedim.
Aslında başka şeyler söyleyecektim, ama Zekiye teyzenin kalbini
kırmak istemiyordum. Zekiye teyze bir süre sustu, sonra, “Senin bu
dediklerini Sedat da dedi akşam. (O kız benim kardeşim
sayılır. Kalkıp Osman’a bunu yapamam ben!) dedi bana da. Ama ben
çok beğendim o kızı. Oğlum evlenecekse böyle bir kızla
evlensin istiyorum ben!” dedi.
Sonra da, “Aslında Sedat bu duruma itiraz etmişti, ama ben yine de
senin de ağzını aramak istedim. Eğer sen olur deseydin,
yada dersen, benim için Sedat’ın ne dediği umurumda olmaz!” dedi.
Yani aslında bu evliliğin olabileceğini söylememi istiyordu. “Osman,
sen düşün taşın, karınla da konuş, kızla da
konuş, bakın bakalım, olursa olur. Dediğim gibi, benim için
senin vereceğin cevap oğlumun söylediklerinden, yada isteğinden
daha önemli. Gerçi seninle konuşacağımı Sedat’a söylemedim
ben. Yani bu mesele Sedat için kapandı aslında, ama ben gene de
istedim seninle konuşmayı. Eğer Sedat sana sorarsa falan, yada
anla işte, görmedim, bilmiyorum dersin!” dedi. Ben de, “Tamam, merak etme
sen!” dedim.
Çaylarımız bitmek üzereydi. “Yenisini söyleyeyim mi?” dediğimde, “Yok,
bu yeterli, sağol!” dedi. O sırada garson çocuk geldi ve “Abi
tazeleyeyim mi?” diye sordu biraz da sırnaşarak. Zekiye teyze, “Yok
evladım, sağol, sen bize hesabı getir!” dedi. Garson hesabı
getirince bütün ısrarlarıma rağmen parayı kendi ödedi.
“Seni ben davet ettim, parayı da ben veririm!” dedi gülerek.
Dışarı çıktığımızda ortalık
kararıyordu, serin bir rüzgâr vardı. Zekiye teyze, “Uğhh,
serinmiş!” dedi ellerini göğsünde kavuşturup. Sonra da, “Senin
araban nerde, bari arabaya geçelim de üşümeyelim, başka bir mesele
daha var zaten, onu özel konuşmamız lazım!” dedi. Araba
yakındaydı. Birlikte geçtik arabaya.
Zekiye teyze, “Dediğim gibi bu meseleyi bir konuşun aranızda,
eğer isterse karınla da tanışırım, kaderde varsa
olur. Bir ikinci mesele daha var, ama bu direkt seninle ilgili!” dediğinde
meraklandım. “Biliyorsun, bizim Ayfer bu yaşına geldi ve halen
evlenmedi. Ben zamanında çok istedim kızımla evlenmeni, ama
olmadı. Hoş niye olmadığını da az çok tahmin
edebiliyorum. Neyse, dinle, bak şimdi, bunlar aramızda kalacak ama,
söz mü?” diye sorunca, daha da meraklandım. “Ne söyleyeceksin?” diye
sordum ben de. “Oğlum bırak şimdi soru sormayı, sen söz
veriyor musun, vermiyor musun?” dedi tekrar. Bunun üzerine, “Tamam, söz!” dedim,
neye söz verdiğimi bilmeden. “Namus sözü mü?” dedi. “Namus sözü!” dedim.
Zekiye teyze bir süre sustu. Sonra da, “Namusun üzerine söz vermişsin,
kabul ediyorum bunu. Benim kız, bundan iki sene evvel bir hastalık
geçirdi. Şey bu, kadın hastalığı, ameliyat ettiler.
Şey, kızım doğurganlığını kaybetti!”
dedi, bu sırada üzüntüsünden bir süre sustu tekrar. Sonra, “İşte
bu yüzden, yani seni çağırdım, kızım evlenir mi bu
saatten sonra, evlenmez mi bilmiyorum. Yani böyle bir durumda onu alan olur mu,
olmaz mı bilmiyorum. Diyeceğim şu, benim bu kızı sen
alsan. Yani sen zaten evlisin, ama bir imam nikâhı yapsan, sonuçta resmi
nikâhlı karın var zaten. Benim kızla da böyle evlensen nasıl
olur, olur mu?” dedi.
Yüzüme bakıyordu, gözleri dolmuştu. “Yani Zekiye teyze, bu, ne
bileyim, nasıl iş? Şimdi nasıl olacak bu? Ben zaten
zamanında Ayfer’le evlenmedim, e şimdi kalkıp da evlensem, yani,
anlamadım. Hem karım ne der buna?” dediğimde, “Karının
bilmesine gerek yok, bak, dedim ya, benim kız doğuramayacak bundan
sonra, o yüzden için rahat olsun, karın bu nikâhı bilmese de olur.
Zaten biz burada yaşamıyoruz, ilçedeyiz. Sen istediğin
zamanlarda gelirsin oraya. Karını görürsün!” dedi.
Ben ne diyeceğimi bilemiyordum. O sıra Zekiye teyze devam etti, “Bak,
biliyorsun bizim durumumuz çok şükür iyi, yani kötü değil, borçsuz
harçsız yaşıyoruz kimseye muhtaç olmadan. Bizim bir gecekondumuz
vardı ilçede, geçen sene orayı müteahhide verdik. Dört daire verdi bize.
İkisi benim, biri Ayfer’in, biri de Sedat’ın. Eğer sen bu
evliliğe onay verirsen, o benim bir daireyi senin üzerine yaparım!”
dedi. Yani bana rüşvet teklif ediyordu.
“Ev çok güzel, ben birinde oturuyorum zaten. Diğer üçü kirada,
kiraların ikisini ben alıyorum, diğerini Sedat. Ayfer zaten
benimle oturuyor. Sen de alırsın o daireyi, gene kirada kalır,
kirasını yersin en azından. Ayfer’in dairesi de durur
ayrıca. Ne dersin?” dediğinde, “Ne bileyim Zekiye teyze, bu
nasıl iş böyle anlamadım. Kızınla evlenmemi istiyorsun,
evlenirsem bana daire vereceğini söylüyorsun. Bu iş nasıl
olacak? Sedat ne diyecek? Hem Ayfer ne diyor? Bir adamın ikinci
karısı olmayı ister mi?” diye sordum.
“A, salak Osman, ulan Sedat bu işe dünden razı. O da üzülüyor
ablasının halen evlenememesine. Ayfer’e gelince... Sen zamanında
onu almayınca çok üzüldü garibim. Seni seviyor Ayfer, sen
anlayamadıysan bir şey diyemem ama öyle. Kızım seni çok
seviyor. Bunu gerçi sadece Sedat’la konuştum. O onay verdi, Ayfer’e
bahsetmedim. Ama benim adımın Zekiye olduğundan ne kadar eminsem,
Ayfer’in de onay vereceğine o kadar eminim!” dedi.
İkimiz bir süre sessiz kaldık. Gerçekten ne diyeceğimi
bilmiyordum. Camı indirip bir sigara yaktım. Zekiye teyze ise
konuşmaya başladı tekrar, “Bak, kızım çocuk sahibi
olamayacağı için onu biri alır mı almaz mı bilmiyorum.
Alsa da malı mülkü için alır. Benim kız safın biri.
Yarın öbür gün bana bir şey olsa, bu kız ortada kalır. Onu
alan da elinden nesi var nesi yoksa alır, bunu da sokağa atar. Sedat
desen daha evlenmedi, ne zaman evlenir belli değil. Hem o burada
yaşıyor, biz ilçede. Yani benim kızımı
güvenebileceğim biriyle evlendirmem gerekli!” dedi.
Bu dedikleri akla yakındı. Belki de gerçek sebep de buydu. “Evi merak
ediyorsan, çok güzel. 140 metrekare, dört oda bir salon. Önde arkada iki tane
kocaman balkonu var. Salonda at koşturursun, malzemeleri,
işçiliği falan çok güzel, mutfak hep ankastre. Bir gelip görsen,
kararını verirsin. A, dur bende resimleri olacaktı...” diyerek
çantasından cep telefonunu çıkardı. Pahalı, dokunmatik bir
telefondu. Bir süre uğraştı telefonla, sonra bana dönüp, “Ay
bundan da anlamıyorum, bir konuşma yapıyorum, bir de mesaj
yazıyorum anca, sen anlar mısın, bunun içinde olacak, Sedat
çekmişti resimleri!” dedi.
Ben de bir süre resimleri bulabilmek için uğraştım, ama sonunda
buldum telefonda. Resimlere bakılırsa ev gerçekten çok güzeldi.
Refiye’nin, yada yengemin evi gibi bir evdi bu. Ama mesele ev değildi
benim için. Zekiye teyze telefonunu çantasına koyarken, “Nasıl, güzel
değil mi, ne diyorsun?” dedi. Sigaramdan derin nefesler çektim. Zekiye
teyze öksürmeye başlayınca da bitirmeden attım
dışarı.
“Bende ne ararsan var!” dedi eliyle ağzını kapatarak. Bir
taraftan da ufak ufak öksürmeye devam ediyordu. “Kalp, tansiyon, şeker,
yani, ondan korkuyorum aslında. Her gün bir ton ilaç kullanıyorum.
Bana bir şey olsa, ölüp gitsem, bu kız ortada kalır. Sedat
ablasını sever, ama ne kadar sahip çıkar, evleneceği
kız ne kadar bakar kızıma. Bunları düşünüyorum
sürekli. Onun için söyledim bunları sana. Dün iyi ki geldin bize. Bak,
belki de kaderde yazılıdır bu. Sadece senin bir Evet'ine
bakıyor!” dedi gülümseyerek.
“Mesele ev değil Zekiye teyze...” dedim. “Ne o zaman? Sen söyle!” dedi. Söylesem
kalbi kırılacaktı, yıllar evvel Ayfer’i tipsiz,
bakımsız bulduğum için evlenmemiştim. Yoksa onun iyi
bir eş ve anne olacağından kuşkum yoktu. Bir süre sessiz
kadım. Bunun üzerine Zekiye teyze, “Anladım!” dedi. “Neyi
anladın?” dedim ben de. “Kızım sana kadınlık
vazifesini yerine getiremeyecek diye mi istemiyorsun?” diye sordu. Bunu hiç
düşünmemiştim, aklıma bile gelmemişti.
Zekiye teyze güneş gözlüklerini indirip taktı ve
başını önüne eğip, “Doktor kadınlık vazifesini
yapmasına bir engel yok, ama kadınlık isteklerinin, yani
şey, cinsel isteklerinin artık eskisi gibi
olamayacağını söylemişti bana. Bir kadında cinsel
isteksizliğin olması erkeğini elbette kötü etkiler. Cinsi
münasebet yoksa, o evlilikte bolluk, bereket de olmaz derdi anam rahmetli ben
evlenmeden önce!” dedi.
Yani bir daire karşılığında evleneceğim Ayfer’in
yatakta buz gibi soğuk olacağını demek istiyordu Zekiye
teyze. Ellerim direksiyondaydı, karmakarışık bir durumun
içindeydim. Ayfer çocuk doğuramayacak, üstelik cinsel açıdan beni
tatmin edemeyecekti. Ve annesi benden bir daire
karşılığında kızıyla evlenmemi istiyordu.
Ben bunları düşünürken, Zekiye teyze, “Kızımla evlenirsen,
onun yerine getiremediklerini ben getireceğim sana!” dedi. Ben önce bunun
ne demek olduğunu anlamadım. Zekiye teyze başını önüne
eğmişti halen, “Yani, kadınlık vazifesi istediğinde
benimle birlikte olabilirsin!” dedi. Bu sırada elini sağ
bacağımın üzerine atıp, “Bu konuda sana yardımcı
olurum!” dedi. Siyah gözlüklerinin ardındaki gözlerini göremiyordum, ama
halinden bunu ciddi ciddi söylediğini anlamıştım.
“Zekiye teyze, saçma sapan konuşma!” dediğimde, “Ciddiyim ben,
eğer kızımla evlenmene engel buysa, ben o engeli de aşmaya
hazırım!” dedi bu kez. Eli bacağımın üzerindeydi
halen. Kendime geldim ve motoru çalıştırdım, “Bence sen ne
dediğini bilmiyorsun!” dedim sinirle. Zekiye teyze ise, “Sana söz
verdirmemin sebebi buydu. Her şey aramızda kalır, kimse bilmez.
Ne kadar günah olduğunu biliyorum, ama hepsi kızımın
mutluluğu için. Teklifimi düşün, şaka yapmıyorum!” dedi
yeniden.
Hiç konuşmadım. Onu binanın oraya götürdüm. Siyah gözlüklerin
arkasından bakmayı sürdürüp, “Eğer beni yaşlı
buluyorsan söyleyeyim, ben 50 yaşındayım. Karından çok da
yaşlı sayılmam herhalde!” dedi. “Zekiye teyze sen manyak
mısın nesin? İn git evine!” dedim sinirle. Bir şey demeden
indi. O binaya girerken, ben de eve doğru yola çıktım. Yok
kızımla evlen, yok sana daire veririm, yok kızım seni
tatmin edemezse ben ederim. Bir yaşıma daha giriyordum. En yakın
arkadaşımın annesinden duyduklarım beni şoka
uğratmıştı. Azmış bir kadının tuhaf
istekleriydi bunlar.
Eve geldim, karım ve Özge yoktu. Esra tek başına televizyon
izliyordu. “Annenle ablan neredeler?” diye sordum. “Yukarıdalar, yenge yukarıda, onu
görmeye gittiler!” dedi. Fırsatını bulmuşken sordum, “Neyin
var, geçen geceden beri suratın asık?” dedim. “Yok bir şeyim,
sadece acaba sana karşı mahcup mu oldum diye kendi kendime sorup
duruyorum!” dedi. “Hayır, niye olsun, böyle düşünme, aksine ben çok
mutlu oldum, sakın yapma böyle, beni de üzersin!” dedim. “Sen, ne bileyim
belki de benimle dalga geçmişsindir falan zannettim bu işleri iyi
bilmediğim için!” dediğinde, “Bak, ne diyorsam o, ben çok mutlu
oldum, beni çok mutlu ettin, ileride daha da mutlu olacağız birlikte.
Böyle boş yere kaygılanma!” dedim.
Söylediklerim yüzünü güldürmüştü. O sırada kapı açıldı
ve karımla Özge girdi içeri. Karım bana, “Seninkiler yukarıda.
Geldiğinde Osman’ı yukarı gönder dediler, bir git bak istersen!”
dedi, sonra da Esra’ya, “Kalk kız, öyle boş boş oturma, şu
sofrayı hazırlayın ablanla!” dedi. Esra uflaya puflaya kalkarken,
ben de yukarı çıktım.
Annem ve yengemden başka, Hüsniye de oradaydı, Esra eksik
söylemişti. Annem, “Hoş geldin oğlum, açsan yemek
hazırlayayım?” dedi. “Yok, aşağıda
hazırlıyorlar zaten!” dedim. Annem sevecen ama mesafeli
davranıyordu bana. Mahcubiyeti vardı, bir günah işlemişti
ve bunun ağırlığını taşıyordu.
Sabahın erken bir saatinde babamla sikişmişti ayrıca.
Karımla yaptığım sikişlerin ertesinde, o da babamla
sikişiyordu. Bunu özellikle yaptıklarından kuşkum yoktu
artık. Bizim sikiş seslerimiz belli ki onları
azdırıyordu ve neticesinde onlar da sonradan sikişiyordu.
Yengem, “Evladım, bu nikâh işinden önce yeni karınla gidip
alışveriş yapmanız lazım. O kadının
kılık kıyafet alması gerek. Gelecek olanlara ne ikram
edilecek? Ne yenecek, ne içilecek? Hem kimler gelecek, gelmeyecek? Bunları
konuşmak gerek. Karına ne takacaksın altın olarak? Senin
ayrıca yüzük almana gerek yok, sende var zaten. Ama ona da seninkinden
almak gerek. Bunlar için çağırdım ben seni!” dedi.
Hüsniye, yengemin yanında sessizce oturuyordu. Siyah, kumaş bir
pantolon giymişti bugün. Üzerinde ise beyaz bir sıfır kol tül
gömlek vardı. Tül gömleğinin altından siyah sutyeni belli
oluyordu, hatta belli de değil resmen görünüyordu. Koca, dolgun memelerini
zor zapt ediyordu sutyeni. Sutyenin üst kısmı dantelliydi. Bu
şekilde özellikle mi giyinmişti, yoksa öylesine mi giyinip
gelmişti anlamadım. Bana bakıp gülümsüyordu sürekli.
Yengem, “Hüsniye, kızım size bu konularda yardımcı olacak.
Şimdi Refiye’nin yanında karını götürsen bir arıza
çıkarabilir. Hüsniye en azından Refiye’nin
tanıdığı, bir problem olmaz. Senin tek başına
yapacağın iş değil bu zaten!” dediğinde, “İyi de,
ben karımla kızlara da üst baş alacağım. Kalkıp
da onlara almasam olmaz!” dedim. Yengem, “E, bu da doğru, ama onları
sonra götür be yavrum, acelesi yok, sen Refiye’yle alışverişini
ayrı yap!” dedi. “Olur, öyle yaparım!” dedim ben de.
Yengem, “Bak evladım, bu Refiye’ye çok güzel bir hediye al. Böyle
işlemeli bir kolye, kalın bir burma bilezik falan, ne bileyim al
işte böyle elmaslı, pırlantalı bir şeyler!”
dediğinde, “Yenge bu dediklerin çok pahalıya kaçar, ne gerek var
bunlara?” dedim. Annem de bana katılıp, “Abla, tamam biz gene
gelinimize almamız gerekeni alırız, ama bu dediklerin çok
pahalıya kaçar Osman’ın dediği gibi. Bizim etimiz ne budumuz
ne?” dedi sitemle. Yengem anneme dönüp, “Kız başlarım senin
etine buduna, söyletme beni şimdi. Bir susun da beni dinleyin. Ben
Osman’ın ilk evliliğine katılamadım, bir katkım
olmadı, ama bari şimdi buna olsun. O hediyeleri ben
alacağım!” dedi.
Sonra da, “Kız Hüsniye, neredeydi o şey?” diye sordu. Hüsniye, “Anne
sen çantana koydun ya!” dedi. Yengem, “Ha, tamam!” diyerek
ayağının önündeki çantasını aldı,
fermuarını açıp kısa bir süre bir şeyler aradı
içinde. Sonra da bir gazete kâğıdına sarılı halde
küçük bir paket çıkardı. Para bandı ile
kapatılmıştı paket.
Yengem, “Al oğlum şunu!” diyerek paketi bana uzattı ve “Aç
bakalım!” dedi. Ben bantları yırtıp paketi açınca,
gördüklerim hem annemi, hem de beni hayretler içinde bıraktı. Pakette
30 bin lira para vardı. 100 tane 200 lira, 100 tane de 100 liralık
banknot, üzerlerinde bankanın adı yazılı kâğıt
bantlar ile iki ayrı deste yapılmıştı. Yengem, “O
yirmi lira benim, on lira da Hüsniye’nin evlilik hediyesidir size. Ben
biliyorum sizin etinizi budunuzu, onun için sen alacaklarını bununla
alırsın!” dedi. Annem, yengem ve Hüsniye’ye dualar ve
teşekkürler ederken, ben de çok teşekkür ettim.
Hüsniye, “Refiye benim kaç yıllık arkadaşım, onun mutluluğuna
ortak olmak istedim, eminim ilerde çok da mutlu olacaktır!” dedi. O ara
yengem, “Ha, bundan karına bahsetme sakın. Sağı solu belli
olmaz o kadının, başımıza iş almayalım!”
dedi anneme bakarak. Bir süre daha oturduk, sonra yengem, “Hadi bizi eve
bırak, bu saatte taksiyle dönmeyelim şimdi!” deyince, “Ne demek!”
diyerek kalktım.
O sırada Hüsniye koltuğun
arkasında kalmış siyah hırkasını aldı. Demek
dışarda içinin görünmesini hırka giyerek önlüyordu. Ama evin
içinde koca memelerini, sutyenini sergilemekten kaçınmıyordu.
Yengemin de ondan ayrı kalır yanı yoktu gerçi. Onun da
giydiği beyaz gömlek inceydi ve altından sutyeni görünüyordu. Neyse
ki onun sutyeni siyah değil beyaz olduğundan o kadar belli olmuyordu.
Yengem kendini genç kız sanıyordu.
Paraları ceketimin iç ceplerine koydum. Karıma, “Ben yengemleri eve
bırakıp geleceğim!” dedim. Karım da, “İyi o zaman, biz
yemeğimizi yiyelim!” dedi. Arabada yanımda oturan yengem, “Karılarını
iyi idare et Osman, ikisi arasında ayırım yapma, tamam mı?
Şeyi ne yapacaksın peki, gece kalmaların nasıl olacak?”
diye sorunca, arkada oturan Hüsniye, “Aman anne, o nasıl soru öyle?” dedi.
Yengem ise, “Kız bunda ayıp ne var? Aslanımın iki tane
karısı olacak sonuçta, bunu şimdiden ayarlasın ki,
yarın öbür gün karılar arasında kavga dövüş
çıkmasın. Bak, başka hiçbir şey için kavga etmez bu
karılar, ama Osman kimin yatağında çok kalmış diye
ederler valla!” dedi gülerek.
Hüsniye, “O Osman’ın kararı, o ne karar verirse karıları da
ona uymayacak mı sonuçta?” dedi. Dikiz aynasından bakınca
Hüsniye ile bakışlarımız kesişti, gülümsüyordu. Yengem,
“Tamam işte, ben de onu diyorum!” dedi. “Ben haftada bir iki akşam
Refiye’ye uğrarım diye düşünüyorum!” dediğimde, yengem, “Aaa,
hayatta olmaz, öyle şey olmaz, sonuçta ikisi de senin için eşit
olacak dedik ya oğlum, sen bir hafta karında, bir hafta da Refiye’de
kal. Hem böyle olunca bir hafta diğerini de özlemiş olursun,
yanına varınca da güzelce hasret giderirsin!” dedi kahkahayla.
Hüsniye de arkadan, “Ay valla anne sen adamı öldürürsün!” diyerek
kahkahalar atıyordu. Kahkaha faslı biterken, Hüsniye, “E,
kadınlar da şanslı, baksana, genç,
yakışıklı, olgun bir adam bulmuşlar, ikisi de kaç
yaşında, ama kocaları nerden baksan 10 yaş genç!” dedi
gülerek. Yengem ise, “Öyledir benim aslanım!” dedi.
Onları bıraktım eve. Ama cebimde 30.000 lira ile eve dönemezdim.
Karım parayı bulursa başıma ekşirdi. Onun için
işyerine gittim ve parayı kasaya koydum. Aklım Zekiye teyzenin
söylediklerine gitti bu kez. Kadının söyledikleri kulaklarımda
yankılanıyordu, (Kızımla evlenirsen onun yerine
getiremediklerini ben getireceğim sana. Yani, kadınlık vazifesi
istediğinde benimle birlikte olabilirsin!) diye. En yakın
arkadaşımın annesi bana neler söylüyordu. Ayrıca Özge ile
ilgili söyledikleri de beni çok sarsmıştı. Onun Sedat’la
evleneceğini, evlenebileceğini düşündükçe deli oluyordum.
Düşüncesi bile beni çıldırtıyordu. Canım
sıkılmıştı buna. Bir şeyler yapmak istiyordum.
Eve gitmek istemiyordum.
Cevat’ı aradım. Cevat pezevenkti. Sedat’a sikmesi için kadın
göndereceğim zaman onu arardım, o da gönderirdi. Ödemesini sonradan
yapardım. Cevat’a, “Bana bir kadın gönder, ama iyisinden, genç olsun!”
dedim. “Tamam, abime en kralından hatun yollarım, ama 1.000
kâğıdını alırım, bu da sana indirimimdir ha,
başkasına 1.500 olur! Hatun on numara, kıza yaparsın
ödemeyi, ama otel masraflarına karışmam. Şimdi sana diyeceğim
otele git, benim adımı ver, onlar seni ağırlar kız
gelene kadar!” dedi ve otelin adresini verdi.
Kasaya koyduğum paradan bir
miktarını aldım. Karımı aradım ve “Yengemler
sofra hazırlıyor, sonra da takılırım
arkadaşlarla, sen beni bekleme yat, belki gecikirim!” dedim. Karım, “İyi,
tamam!” diyerek kapadı telefonu. Takılmaktan kastımın içki
içmek olduğunu anlamış ve ses etmemişti.
Cevat’ın dediği otele gittim. Ucuzundan bir yer beklerken, kaliteli
bir yere gelmiştim. Resepsiyondaki çocuğa, “Cevat beyin
arkadaşıyım!” dediğimde, çocuk, “İsminiz neydi acaba?”
diye sordu. Adımı verince, bir numarayı aradı, kısa
bir görüşmenin ardından, “Arkadaşım sizi odanıza
çıkartacak!” dedi. Genç bir çocuk beni dördüncü kattaki odama
çıkardı. Odada çift kişilik bir yataktan başka, bir koltuk
ve iki tane komodin vardı.
Cevat’ı arayıp otele geldiğimi söyledim. “Tamam abi, ben de
yoldayım. Getiriyorum kızı!” dedi. Aradan 15 dakika kadar
geçmişti ki, kapım vuruldu. Kapıyı açınca
karşımda 23-24 yaşlarında, siyah mini deri etekle, beyaz ip
askılı bluz giymiş, bebek gibi yüzü olan bir kız
vardı. Uzun, düz kızıl saçları beline dökülüyordu.
Ayağında da dizlerine kadar gelen yüksek sivri topuklu parlak deri
bir çizme vardı. Kız, “Selam!” diyerek gülümsedi. İçeri
aldım onu.
Yatağın üzerine oturup bacak bacak üstüne attı, “Naber
yakışıklı, nasılsın, tanışalım,
ben Zümrüt!” dedi elini uzatarak. Takma bir isim olduğunu biliyordum. “Ben
de Osman!” dedim kendisine elimi uzatıp. Zümrüt hemen, “Ee, nasıl
yapalım, nerden başlayalım, sen söyle!” deyince, “Bilmiyorum,
sana kalmış!” dedim. “Hımm, benim çok zamanım yok, normal
vizitem bir buçuk saattir ama sen Cevat’ın
arkadaşıymışsın, öyle söyledi, sana iki saat
yaparım. Ama bazı şeyleri baştan konuşalım. Bir
kere kondomsuz hayatta olmaz, bu bir. İkincisi anal kesinlikle olmaz.
Israr da etsen, üste para da versen olmaz ona göre!” deyince, “Ne yani,
amına koyayım, 1.000 lira parayı çuval gibi olmuş amı
sikmek için mi veriyorum ben?” dedim.
Zümrüt, “Aa, hayvana bak! Senin ananın amı çuval gibi şerefsiz,
siktir lan!” dedi. Bunun üzerine ben de, “Sen siktir lan, canımı
sıkma benim, siktir ol git şuradan!” dedim ve Cevat’ı
aradım yeniden. “Ulan gönderdiğin karı götten vermem diyor, 1.000
lira para veriyoruz, bana göndereceksen adam gibi karı gönder, götten
vermeyecek karı gönderme!” dedim. Bu sırada Zümrüt kapıyı
sertçe vurup çıktı. Cevat, “Abi, kızlar bu anal olayına
mesafeli yaklaşıyor. Bunlar daha mesleğinin başında.
Bebek gibi hepsi. Götten verip de kariyerini bozmak istemiyorlar!” deyince, “Ulan
sikerim kariyerini mariyerini, bana adam gibi karı gönder!” dedim ve
kapadım telefonu.
Yatağın üzerine uzanıp ellerimi başımın
altına koydum, aradan on dakika geçmişti ki telefonum çaldı.
Cevat arıyordu. “Abi, senin istediğin gibi karı bu gece elimde
bir tane var. Onu gönderiyorum, ama onu da beğenmezsen şansına
küs!” dedi. “İyi, gönder hadi!” dedim ve yeniden aynı şekilde
yatağa uzandım.
Yarım saat kadar sonra kapı vuruldu. Kapıyı
açtığımda karşımda bu kez daha yaşlı
olduğu belli, kumral dalgalı saçları omuzlarına dökülen, 1.60
boylarında, ama kilo fazlası olan bir kadın vardı. Hafif
bir makyaj yapmış, parlak pembe bir ruj sürmüştü. Alnında
ve gözaltlarında hafif çizgiler vardı. Göz kapaklarına açık
mavi bir far sürmüştü, güzel ela gözleri vardı ama. Kırmızı
ve siyah desenli, ip askılı bir elbise giymişti, memelerinin
çatalı görünüyordu. Ayağında ise siyah yüksek dolgu topuklu bir
terlik vardı. Az önceki Zümrüt’e göre sanki bir yaz akşamı
sahilde yürüyüşe çıkmış bir ev hanımı gibi
duruyordu.
Ben önce kadının bir hayat kadını
olamayacağını, belki de yanlışlıkla gelmiş
olabileceğini düşündüm. “Buyurun?” dediğimde, “Şey, siz
Osman bey misiniz?” diye sordu. O zaman pot kırdığımı
anladım ve “Çok pardon, buyurun!” dedim ve içeri aldım. Bir orospudan
çok hanımefendi gibiydi. “Şey, ben Ayça!” dedi elini uzatarak. Ben de
elimi uzatıp, “Memnun oldum!” dedim. Giydiği elbise göbeğini,
iri ve sarkmış olduğu belli olan memelerini,
kalçalarını, götünü sarmıştı. İnce, altın
bir kolye vardı ayrıca boynunda.
Ayça ne yapacağını bilmiyor gibiydi. “Şey, nasıl
oturayım?” dedi. “Buyurun!” diyerek koltuğu gösterdim. Koltuğa
oturunca, “Cevat bahsetti sizden.” dedi. “Sigara yada içki içer misiniz?” diye
sordum. “Teşekkür ederim, sigaram vardı!” dedi ve çantasından
bir gümüş tabaka çıkardı. İçinden bir sigara
çıkartırken, ben de çakmağımı çıkarıp
sigarasını yaktım.
Ben de kendime bir sigara yaktım. Ayça sanki bu işi ilk defa
yapacakmış gibiydi. “Yeni misiniz?” diye sordum. “Efendim,
anlamadım?” dedi. “Yani, bu işi yapmaya yeni mi
başladınız, pek öyle eski gibi görünmüyorsunuz!” dedim. Bir iki
nefes çekti sigarasından, sonra da, “Şey, aslında evet, yeni
sayılır, yani nerdeyse iki yıl oldu...” dedi.
Heyecanlıydı.
“Eğer isterseniz biraz konuşalım, yani birbirimiz hakkında
konuşabiliriz, rahatlamak isterseniz. Yani benim açımdan
sıkıntı yok!” dedim. “Şey, zaman konusunda problem yok
zaten. Ben saat üzerinden çalışmıyorum. Sabaha kadar sizinleyim!”
dedi. Daha sonra, “Erkekler benim gibi genç olmayan kadınları pek
tercih etmiyor. Onlar Zümrüt gibi gençleri istiyor!” dedi. “Ben sevmedim onu!”
dediğimde, “Evet, onu istememişsiniz, ilk defa duyuyorum bunu!” dedi.
“Neyi?” dedim. “Zümrüt’ü bir erkeğin reddettiğini yani!” dedi.
Sigaralarımız bitene kadar başka da konuşmadık. Ayça,
“Cevat söyledi bana, yani sizin isteğinizi...” dediğinde, “Evet,
götten istiyorum!” dedim. Bu söylediğim sanki ağrına gitmiş
gibi oldu Ayça’nın, ama yine de gülümseyerek, “E, evet, böyle söyledi...”
dedi. “Daha önce götten verdiniz mi?” diye sordum. Ayça sanki yumruk yemiş
gibi oldu bunu duyunca. Başını 'Evet' anlamında
salladı sadece.
“Ayça hanım, siz hayat kadınına benzemiyorsunuz, sanki ev
hanımısınız da bu işi ailenize para kazanmak
için yapıyormuşsunuz gibime geldi!” dedim. Ayça bir süre sessiz
kaldı. Ben sorumu tekrarladım. O da, “Bunun sizin için önemi var
mı?” diye sordu bu kez. “Lütfen, çekinmeyin, her orospunun bir hikâyesi
vardır, sizinkini merak ettim!” dedim. Orospu dememden
alınmış gibiydi.
Bu kadında bir şeyler vardı. Cevat bana nasıl bir
kadın göndermişti?
[Osman]
|