Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 81. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
Karımın dürtmesiyle uyandım.
“Özge arıyor, açsana!” diyerek cep telefonumu elime tutuşturdu.
Kendisi daha önce kalkıp giyinmişti bile. Özge, büyük yerel
marketlerden birinin satın alma görevlilerinin geleceğini
söylediğinde, bunun çok iyi bir fırsat olabileceğini
anlamıştım.
Hemen kalkıp banyoya girdim, tıraş olup duş aldım.
Güzelce giyindim. Karım, “Benim yakışıklı kocam!”
diyerek iki yanağımdan öperken çıktım evden.
İşyerine geldiğimde adamlar henüz gelmemişti. Dilber’e,
“Hemen yerlere güzel bir paspas at!” dedim. Çalışanlara da
ortalığı toparlamalarını söyledim.
Yazıhaneme geçerken Özge de girdi içeri, kapadı kapıyı.
Otelde yaşadıklarım, aklımın geçmişe gitmesi,
sonra sabah Aysel’in evinde yaşadıklarım derken, sanki uzun
zamandır görmemişim gibi gelmişti bana. Açık pembe yüksek
belli bir etekle beyaz, dar bir gömlek giymişti, uzun kollu.
Başını eteğiyle aynı renkte bir şalla
bağlamıştı. Vücut hatları belirgindi,
ayağındaki krem renkli yüksek topuklularla daha bir güzel
görünüyordu. Dudaklarına da açık pembe bir ruj sürmüştü, sanki
suyla ıslatmış gibiydi dudaklarını. Yazıhaneme
girdiğinde içeriyi parfümü kaplamıştı hemen. Kimse olmasa
şuracıkta domaltıp sikecektim, ama içerde insanlar vardı.
“Bu adamlar nerden buldu bizi?” diye sorduğumda, “Benim liseden
arkadaşım var, bunların marketlerinde çalışıyor.
Kasiyer bir kız, ama seviyorlar. Ben ona söylemiştim. O da müdürüyle
konuşmuş. Öyle oldu!” dedi. “Hadi ya... Çok güzel, şu iş bir
olsun, ne istersen alacağım sana, söz!” dedim. “Gerçek mi?” dedi
gözlerinin içi gülerek. “Valla, şu adamları bir bağlasak
sırtımız yere gelmez!” dedim.
İş meselesini bir kenara atıp, “Annen seni tıraş
etmiş dün akşam?” dediğimde yüzü kızardı. “O’mu söyledi?”
diye sordu sadece. “Evet, kılların epey uzamış, bundan
sonra seni ben tıraş etmek istiyorum!” dediğimde, birşey
demeden elindeki dosyalarla çıktı. Eteğinin altında götünün
dolgun yanakları bıngıl bıngıl sallanırken,
kasıklarının arasındaki taze amcığının
tüysüz, tertemiz olduğunu düşünmek beni deli ediyor,
çıldırtıyordu.
Eskisi gibi değildi Özge. Yine utangaç, içine kapanık bir
kızdı, ama daha güzel giyiniyor, kokular sürünüyor ve beni etkilemeye
çalışıyordu. Dilber içerinin paspası bitince
yazıhanemi temizlemek için girdi içeri. O çalışırken,
“Semanur bizde!” dediğimde, “All** onun belasını versin!” dedi
sinirle. Sonra da, “Osman All** aşkına şu çocukla konuş, bu
orospu yoksa elimde kalacak!” dedi ağlamaklı bir halde. “Tamam,
bekle, şu aralar işim var!” diyebildim sadece.
Beklediğim misafirlerim gelmişti. Üç
kişi gelmişlerdi, iki erkekle bir de kadın vardı.
Yaklaşık 25-30 marketten oluşan bir zincire sahiptiler.
Marketlerin her biri büyük ölçekliydi üstelik. Gelenlerin biri satın alma
müdürü idi, 40-45 yaşlarında Hamdi adında biriydi. Diğeri
ise Tahir adında, onun yaşlarındaydı. O da yetkili
müdürlerdendi. Kadın olan ise, Kübra adında genç biriydi. Her iki
adam da kadına karşı büyük bir saygıyla davranıyordu.
Kadın pek konuşmuyordu. Sanki müdür olan kendileri değil de
kadındı. Gerçi konuşma arasında kadının
kimliği çıkmıştı ortaya, patronun
kızıydı. Hamdi ve Tahir onun için kadına böylesine
saygı duyuyor, daha doğrusu yalakalık yapıyordu.
Onları dükkânda gezdirdim önce. Sordukları soruları
yanıtladım tek tek. Üzerlerinde iyi bir etki
bırakmıştım. İş fiyatlara geldiğinde, benim
tahminimden daha düşük bir teklifte bulunmuşlardı, ama ödemeleri
sağlam ve zamanında olduğundan, bu da en azından bir
avantajdı benim için. Üstelik alımları da yüklü olacaktı.
En sonunda el sıkışmıştık. O zamana kadar pek
konuşmayan Kübra Hanım konuşmaya başlamıştı
bu kez...
“Osman Bey, umarım hayırlı olur ikimiz için de. Benim buraya
geliş nedenim farklı. Ben şirkette çalışmıyorum.
Bir vakfımız var bizim, orada kadınlarımıza,
kızlarımıza yönelik kurslarımız, eğitimlerimiz
oluyor. Ben sizden vakfımız adına bağış istemeye
geldim!” dedi. Bu şekilde beni reddedemeyeceğim bir durumun içine
sokmuş oluyordu Kübra Hanım. Eğer kabul etmezsem az önce el
sıkışıp anlaştığımız işin
derhal bozulacağını, iptal edileceğini biliyordum. Onun
için, “Tamam, ne demek, bir hayrımız dokunsun!” dedim.
Kübra Hanım çantasından bir kâğıt çıkarıp
uzattı, “Gıda kolisi istiyoruz, biz 100 tane istiyoruz ama siz kaç
tane verebilirseniz o kadarını alırız!” dedi.
Kâğıtta koliye konulmasını istediği malzemelerin ismi
ve paket sayıları, ağırlıkları vs.
yazıyordu. Doğrusu epey pahalıya çıkacaktı bu iş
benim için, ama bir kere söz vermiştim. Üstelik kaz gelecek yerden tavuk
esirgenmezdi.
Uzun ve beline oturan kırmızı pardesüsünün altından siyah
bol pantolonunun paçaları görünüyordu. Pardesünün darlığı
memelerini belli etmişti. Sivri, yüksek topuklu gene
kırmızı bir ayakkabı vardı ayağında da.
Siyah ve yüzünün nerdeyse yarısını kaplayan ve pahalı bir
marka olan güneş gözlüklerini hiç çıkartmamıştı,
gözlerini görememiştim yani. Parmaklarında her biri oldukça
pahalı olduğu belli olan yüzükler vardı. Hele bir tanesi iri bir
üzüm tanesi kadar büyüktü, ışıl ışıl parlıyordu.
Elindeki çantanın markasını görünce bu kadının çakma
bir ürün kullanmayacağını düşündüm. O çantanın
parasına ikinci elde güzel bir araba alınabilirdi.
Başındaki leopar desenli türbanı da gene pahalı bir markaya
aitti. Önümde yürüdüğünde markanın yazısını
görebiliyordum çünkü.
Kadının babasında bok gibi para vardı, ama o ilgilenmiyordu
şirketle. Babasının kurduğu vakfın
başındaydı. Pahalı markalar giymeye devam etse de,
vakıf aracılığıyla sevap işliyordu.
Bir hafta içinde yardım kolilerini
hazırlayıp teslim edecektim vakfa. Kübra Hanım gitmeden önce
kartını vermişti. Kartta cep numarası yazmıyordu, ama
kendisi sonradan, “Eğer bir şey sormak isterseniz, beni buradan
arayabilirsiniz!” diyerek numarasını yazmıştı.
Onlar gidince Özge’yi çağırdım yanıma. “İşi
bağladık, ne istiyorsun?” diye sordum, “Beni Ehliyet kursuna gönder!”
dediğinde, “Tamam!” dedim. Verdiğim cevaba çok sevinmişti, bir
anda sıkı sıkı sarıldı bana. İri memeleri
göğsüme değerken, “Hadi bırak, biri görecek!” diyordum
kulağına.
Çıkmaya yakın Zekiye teyze aradı. Önce meşgule attım,
ama tekrar aradı. İkinci defa meşgule attığım
halde yine arayınca açtım telefonu. Bir şey diyerek kalbini
kırmak istemiyordum. Biraz havadan sudan konuştuk, sonra, “Dünkü
konuyu ne yaptın, düşündün mü?” diye sordu. Ben daha ağzımı
açmadan, “Akşam yedi'de dünkü pastaneye gel, orada konuşalım
istersen!” dedi ve kapadı telefonu. Arkasından da mesaj gönderdi,
“Gelmemezlik yapma, mutlaka gel!” diye yazmıştı.
Özge’yi eve kadar bıraktım, çok iyi bir iş
başarmıştı çünkü. “Annene söyle, ben geç geleceğim
biraz, siz yemeğinizi yiyin!” dedim. “Tamam!” diyerek indi arabadan.
Zekiye teyze ile dün buluştuğum pastaneye gittim. Aynı masada
oturuyordu. Dünkü gibi elini öpmek için hamle yapmadım hiç, selam verip
oturdum yalnızca. Zekiye teyze selamımı alıp, “Ne içersin?”
dedi. “Çay!” dedim. Kendisi garsona, “Evladım iki tane çay versene!”
derken, bana da, “Ee, nasılsın, ne yapıyorsun?” diye sordu.
Biraz havadan sudan konuştuk öylesine. Dünkü siyah pardesüsü vardı
gene üzerinde, başını ise kırmızı büyük bir
türbanla bağlamıştı. Altındaki parlak siyah bonesine
renkli toplu iğnelerle tutturmuştu sıkıca. Yüzüne hafif bir
makyaj yapmıştı üstelik.
Zekiye teyze, “Dünkü teklifimi düşündün mü?” diye sorunca durdum önce. Ne
diyeceğimi bilmiyordum. Zekiye teyze kabul etmemi isteyen
bakışlarla bakıyordu bana. O ara aklıma Şermin’in
sözleri geldi, (Bence ona istediğini vermelisin, Yani, kadının
ne istediği belli, ayıpsa bu onun ayıbı, senin değil.
Ona istediğini ver. Fena mı kadın sana daire verecekmiş,
daha ne istiyorsun?) demişti.
Zekiye teyzeye, “Bilmiyorum!” dediğimde, elimi tuttu sıkıca ve
iyice yanaşıp, “Korkma, karın falan bilmeyecek!” dedi
gülümseyerek. Çaylarımız bitince, “İstersen bize gidelim, çok
güzel mantı yaptım, yersin!” dediğinde, bu teklifini geri
çevirmezlik yapmadım, “Tamam” dedim. Ardından arabaya
atlayıp, binanın önüne geldik.
Ben park ederken Zekiye teyze içeri girmişti bile. Binadan içeri girerken
kapıda Emine ve kocası Emin beyle karşılaştım.
Emin bey selam verip, “Oo, azizim neredesin yahu, kaç zaman oldu, bak bir
çayımı içmeden hayatta bırakmam seni, ona göre, biz bir
tanıdığa gidiyoruz şimdi, müsait bir akşam bana da
uğra!” dedi babacan bir halde. Emine siyah çarşafın içindeydi ve
sadece mavi gözleri görünüyordu. Kocasının koluna sıkıca
tutunmuştu çocuk gibi. Uzun zaman sonra ilk defa görmüştüm onu. Onlar
giderken ben de girdim binaya.
Zekiye teyze kapıyı açtı, “Hoş geldin!” diyerek buyur etti
içeri. İçeri geçtiğimde tekrar, “Hoş geldin!” dedi. Üzerini
çıkartmamıştı henüz, o mutfağa geçerken, ben içerden
Ayfer’in çıkmasını bekliyordum. Zekiye teyze elinde bir tabak
mantıyla gelince, “Ayfer nerde?” diye sordum. “Ayfer yok, Sedat’la beraber
ilçeye gittiler. Dedim ya, Ayfer’in kadın hastalığı var,
orada hep muayene olduğu bir doktor var. Yarın sabah erkenden doktora
görüneceği için onlar da bu akşamüzeri gittiler ilçeye. Sabah buradan
gitmek zor oluyor çünkü. Akşam evde kalacaklar, sabah da doktora
göründükten sonra abla kardeş dönecekler!” dedi gülerek.
Evde kimse yokken beni davet etmişti. Ben mantıyı yerken, o da
karşımdaydı, heyecanlıydı. “Otursana Zekiye teyze!”
dediğimde, “Tamam!” dedi gülümseyerek, “Şu üzerimi
çıkarayım!” diyerek girişe geçti. Üstündeki pardesüyü
çıkarıp içeri döndü ve koltuğa oturdu. Siyah, uzun pileli bir
etek giymişti. Kırmızı dar bir bluz vardı üzerinde,
memeleri bluzun altında şişkin duruyordu. “Sen de yesene!”
dediğimde, “Yok, ben daha önce yemiştim, afiyet olsun!” dedi.
Mantı gerçekten çok güzeldi.
Yedikten sonra bir sigara yaktım. Zekiye teyze, “Bende Astım var,
balkonda içsen olur mu?” diye sorunca, “Tamam!” dedim. “Ne zaman
çıktı bu Astım?” diye sorunca, “Bu Ayfer’in
hastalığı zamanlarında çıktı, hastalıklar
peşimizi bırakmıyor bir türlü!” dedi üzgün halde.
Mutfağa geçip balkon kapısını açtım, balkona
çıkmadan kapının önünde içtim sigaramı. İçeri dönüp
koltuğa oturduğumda, Zekiye teyze asıl konuya girdi.
Aslında beni mantı için değil, konuşmak için
çağırmıştı. “Bak Osman, seni de bir oğlum gibi
görüyorum, hatta oğlumdan ileri görüyorum. Kızımla evlenmeni çok
istiyorum. Elimde olsa sana o daireden başka da verebilsem. Ama bizim de
durumumuz bu. Ayfer’e konuyu açtım dün gece. Önce birşey demedi, ama
sonra kabul etti. Ben demiştim zaten sana, kabul eder diye. Ben ona senin
herşeyi bildiğini söyledim. Hastalığını yani. Daire
meselesinde de sıkıntı yok. Ne zaman istersen devir
işlemlerini yaparım. Yalnız bizim oradaki tapuya gitmemiz
gerekli. Sen ne zaman müsait olursan gidip yaparız. Zaten tapu benim
üzerime, sıkıntı olmaz!” dedi.
Ardından yanımdaki koltuğa oturdu ve “Şey, şu Özge
meselesini ne yaptın?” diye sordu. Bu soru canımı
sıktı, “Zekiye teyze, sana dün de dedim. Karımla da
konuştum, razı gelmiyor. Kıza söylemedim, söylersem o da kabul
etmez zaten. Bak zaten Sedat da kabul etmiyor, bu işten vazgeç. Olacak
iş değil bu!” dedim azarlar gibi.
Zekiye teyze öne doğru eğilip elimi tuttu ve “Kızma oğlum,
kızma. Ben sadece söylüyorum. Tamam, oğlum da istemiyor, ama yine de
ben o kızı gelinim olarak görmek isterim!” dedi. İki elinin
arasına almıştı elimi, tutuyordu sıkıca.
“Sen peki, sen ne diyorsun, kızımı alacak mısın?” diye
sordu elimi avuçlarının arasında tutmaya devam ederken. Nazikçe
elimi çekmek istediysem de bırakmıyordu. “Bilmiyorum, bu nasıl
iş böyle?” dediğimde, Zekiye teyze avuçlarının
arasında tuttuğu elimi alıp sol memesine götürdü. Bir anda
avucumda memesini hissettim.
Sinirle çektim elimi ve “Ne yapıyorsun?” diye kızdım sesimi
yükselterek, karşı koltuğa geçtim. “Kızma,
bağırmana gerek yok. Kızımla evlenmeni istiyorum. Eğer
karar vermene yardımcı olacaksa...” dedi ve sustu uzun bir süre
başını öne eğerek. Karar vermeme yardımcı
olacaksa benimle sevişmeye hazırdı. Bunu demek istiyordu.
Çok sinirlenmiştim. “Bunun benim için ne demek olduğunu bilebilir
misin? Ben yavrumun iyiliğini istiyorum yalnızca!” dedi
ağlamaklı bir halde. Ardından, “Bak, senin oğluma kadın
bulduğunu biliyorum. Oğlum bugün bir kadının vücudunu
gördüyse o senin sayendedir. Ona kalsa halen elini sikmeye devam ediyor olacaktı!”
dedi gülerek, “Senin gerçek bir erkek olduğunu biliyorum.
Kızımın sana kadınlık yapamayacak olması beni
üzüyor. Kızımın bu duyguları yaşayamayacak olması
da beni kahrediyor. Ama bu da bizim kaderimizmiş. Eğer karar vermekte
zorlanırsan, yada vereceğin karara etki edecekse...” dedi ve yine
sustu başını önüne eğerek.
Bunun için çağırmıştı eve. Kızı ve oğlu
yoktu evde. Yani bu bir fırsattı, bunu değerlendirmek
istemişti. Yanıma gelip oturdu, elimi tuttu yine. Kalbim
yerinden fırlayacakmış gibiydi. Sıcak nefesini yüzümde
hissediyordum. Gözlerime bakıyordu, sağ elimi iki avucunun
arasında tutuyordu sıkıca. Bir şey demeden ellerinin arasındaki
elimi memesine götürdü yeniden. Her iki memesini de avuçlattı
sırayla; bluzunun altındaki sutyenini, dolgun ve yumuşak
memelerini hissettim. Terlemiştim, kalbim deli gibi çarpıyordu.
Şermin’in sözleri geldi aklıma yeniden.
O zaman yanaklarından öpmeye başladım. O da benim gibi
terlemişti. Hafif tüylü yanaklarında terinin tuzunu dudaklarımda
hissettim. Zekiye teyze elimi memelerine daha çok bastırıyordu bu
arada. Pantolonumun içindeki yarağım sertleşmeye
başlamıştı. Sağ elim sol memesindeyken, sol elimi de
sağ memesine atıp avuçladım.
Zekiye teyze başını sağa sola çeviriyordu sürekli.
Yanaklarını, etli dudaklarını öpüyordum. Dudaktan
öpüşmesini bilmese de serbest bırakmıştı
dudaklarını ve bende onları emiyordum uzun uzun.
Yarağım patlayacak gibi olmuştu, külotumu ve pantolonumu
zorluyordu. Zekiye teyze sağ elimi tutan ellerini serbest
bıraktı az sonra; elleri sırtımda, belimde gezinmeye
başladığında, ben de ellerimi sırtında gezdirmeye
başladım. Bir süre birbirimize sarılı halde kaldık.
Derken Zekiye teyzenin çantasındaki cep telefonu çalmaya
başladı. Yanımdan kalkıp masanın üzerindeki
çantasından cep telefonunu çıkardı. Eliyle 'Sus!' işareti
yaparak, “Sedat arıyor!” dedi.
Telefonu açınca konuşmaya başladı. “Nasılsın
oğlum, iyi misin, rahat gittiniz mi, ablan nasıl, yemek yediniz mi?”
diye peş peşe sorular sordu. Ardından, “Ee, ne olacak peki,
şimdi mi, geç oldu oğlum sabah gelirsiniz, iyi, tamam, iyi, tamam
öyle olsun. Olur, hadi dikkatli kullan...” diyerek kapadı telefonu.
Yüzünün rengi değişmişti. “Doktor izne çıkmış,
yokmuş. Geri dönüyorlarmış. Bir saate kadar evde oluruz dedi
Sedat!” dedikten sonra, “Osman sen git, başka zaman olur. Tamam, sen
şimdi git hemen...” dedi telaşla. Ama yarağım bir kere
kalkmıştı ve o anda bırakmak istemiyordum. “Gel otur!”
dedim koltuğun boş tarafına elimi vurarak. Zekiye teyze, “Hadi
git, görmesinler seni burada!” dedi bu kez.
Ayağa kalktığımda pantolonumun önünde çadırı
dikmiştim. Zekiye teyzenin gözü oraya takılmıştı.
Elinden tutup koltuğa oturttum biraz da zorla. Zekiye teyze bana
bakıyordu gözlerini kırpmadan. Ona, “Sedat’a kadın
ayarladığımı nerden biliyorsun?” diye sordum o sırada,
merak etmiştim. “Biliyorum işte, boş ver!” dedi. Sonra gene,
“Hadi git artık, başka zaman...” dediğinde, “Ne başka
zamanı, şimdi yapalım, çok zamanımız yok zaten!” dedim
yanaklarını öperken.
Zekiye teyze tedirgindi, ayağa kalktım, onu da elinden tutarak
kaldırdım. “Şu masaya tutunup domal!” dediğimde
kıpkırmızı oldu suratı. “Hadi, bırak şimdi
genç kız gibi naz yapmayı da domal şöyle!” dedim bu kez onu
omuzlarından tutup masaya çevirerek. Zekiye teyze gene ne
yapacağını bilmez halde dururken, sırtına
bastırarak eğilmesini sağladım.
Ardından pantolonumu ve külotumu indirdim. Ara sıra
başını arkasına atıp bakıyordu. “Ne olur git, sonra
yaparsın, ne olur...” derken eteğini sıyırdım beline.
İnce, siyah renkli bir külotlu çorap giymişti. Külotlu çorabı
altındaki beyaz külotu ile indirdiğimde pamuk gibi beyaz teni, göt
yanakları çıktı meydana. Manzara yarağımı
kazık gibi yapmaya yetmişti hemen. Bembeyaz kalçaları güneş
ışığı görmemişti, tüy niyetine bir şey
yoktu, kaymak gibiydi kalçaları. Zekiye teyze kapalı giysilerinin
altında bir hazine saklıyordu.
İri, bir miktar kıllı amcığı
kasıklarının arasında yarak yemeyi bekler bir şekilde
duruyordu. Etli göt yanaklarını yoğurdum bir süre. Zekiye teyze
bu ara sanki porno filmlerdeki kadınların sürekli inlemelerine benzer
şekilde iniltiler çıkartmaya başlamıştı.
Parmaklarımla ayırdım göt yanaklarını. O ara kara bir
çukur gibi duran oldukça kıllı göt deliği çıktı
meydana. Göt deliğinin ve amının kıllarından bir
kısmı ağarmıştı.
Ağzımda tükürüğümü biriktirip göt deliğinin
ağzına tükürdüm. Sonra da dilimin ucuyla göt deliğini dondurma
gibi yalamaya başladım. Kıllı da olsa temizdi Zekiye
teyzenin götü. Bir osuruk kokusu gelmiyordu deliğinden. Zekiye teyzenin
iniltileri sürekli devam ediyordu. Astım hastası olduğundan
bazen nefesi kesilecekmiş gibi olup hırıltılar
çıkartıyordu. Götten sikilmiş gibi görünmüyordu pek. Hem
kocası onu götünden sikmiş de olsa, ölümünün üzerinden yıllar
geçmişti.
Bacaklarını açmasını istediğimde iki yana iyice
ayırdı, parmak uçlarına basarak götünü havaya kaldırıp
belini de eğdi iyice. Havaya girmişti Zekiye teyze. O ara, “Acele et,
acele et, hadi sok şunu, sok, çocuklar gelecek...” demeye
başladığında, haklı olduğunu anladım. Fazla
zamanımız yoktu, doğruldum ve yarağımı
sıvazladım. Zevk sıvıları gelmeye
başlamıştı yarağımdan.
Zekiye teyze tam sikilmelik pozisyondaydı, ara sıra
başını arkaya atıp bakıyordu bana. Etli ve kıllı
amcığına bastırmaya başladığımda,
yarağım amının yarığından içeri girmeye
başlamıştı bile. Öne doğru bir iki adım
attım, tır garajına giriyordu böylece. Sonunda dibine kadar
girmiştim amına.
Zekiye teyze gene porno yıldızları gibi uzun uzun iniltiler
çıkartmaya başladı. Ama onların ki gibi sahte değildi
bu iniltiler. Zekiye teyze gerçekten zevk alıyordu. “Uğhhh,
uğhhh, ığmm, ağhh, ayyy, sok, sok, ığmmm, sok...”
diye diye inlerken, ben amında yavaş yavaş gidip gelmeye
başlamıştım.
Yarağımı sokup çıkardıkça amı sulanıyor ve
genişliyordu. Kısa zamanda yarağımın üzeri
amının koyu beyaz zevk sıvıları ile
kaplanmıştı. Hızlandıkça amından yoğun
sesler gelmeye başlamıştı bu arada. Genişleyen,
açılan ve de sulanan amcığın içine girip çıkan hava
nedeniyle 'Foorrrt, foorrt...' diye sesler geliyordu. Zekiye teyzenin
amcığı dile gelmişti, ağzından iniltiler
kesintisiz halde çıkarken, amından da bu şekilde sesler geliyor,
amı fortluyordu. O zaman kadar siktiğim amların içinde en çok
ses çıkaranı bu olmuştu. Daha önceki amlardan 'Zort, zort...'
diye osuruğa benzer sesler gelirdi, ama şimdiki hepsinden
şiddetli ve farklıydı. Ama hoşuma gitmişti.
Zaman zaman yavaşlıyordum, sonra yeniden hızlandıkça sesler
de aynı oranda artıyordu. Yarağımın üzeri bembeyaz
olmuştu. Zekiye teyzenin dolgun göt yanakları kasık darbelerimle
titrerken oluşan yoğun 'Şlop, şlop, şlop!' sesleri de
salonu çınlatıyordu. Bu seslere iniltilerimiz ve amının
fortlama sesleri karışıyordu. Bu evde daha önce pek çok
kadın sikmiştim; Dilber, Zarife, Emine, Özge, Semanur vs. Ama bu
akşam aldığım zevki almış mıydım
onlardan bilmiyorum. Amı taşaklarımı bile alacaktı
sanki. Zekiye teyze yıllardır duldu, ateş her yanını sarmıştı,
şehvet ateşiydi bu. Ve sikilirken herhangi bir pişmanlık
duymuyor, kendini siken adama tamamen vermeye çalışıyordu. Bu da
aldığım zevki katlıyordu.
Zekiye teyze ara sıra götünü sağa sola oynatıp duruyordu, ben de
bekliyordum amında. Uygun pozisyonu bulunca da deli gibi sokup
çıkartmaya başladım. Zekiye teyze bu anda deli gibi
çığlıklar atmaya başladı, “Uğhh, ağhh, evet,
evet, evet, uğhh, hızlı, hızlı, ığmm,
ağhh, sok, sok, ayyy...” sesler birbirine karışırken,
artık göt yanakları deli gibi titriyordu.
Amından gelen sesler de çoğalırken boşalmaya
yaklaşıyordum. Deli gibiydim, yarağımla bağırsaklarını,
karnını delmek istiyordum. Artık kendimi kaybetmiştim, her
tarafımı ateş basmıştı. Hayvan gibi sikiyordum
Zekiye teyzeyi, iniltilerim böğürmelere dönüşmüştü. Derken
sarsıla sarsıla boşalmaya başladığımda
beynim uyuştu sanki. Gözlerimi kapamak zorunda kaldım. Belki bir
dakika kadar amına girip çıkmaya devam ettim gözlerim kapalı
halde.
Zekiye teyze sanki ağlıyor gibi sesler çıkartıyordu
şimdi. Ara ara hırıltılar geliyordu ağzından.
Anlaşılan o da boşalmıştı. Amından
çıktığımda ne kadar kalmışsa döllerim
akmıştı amına. Amından kasıklarına
döllerimle birlikte amının sıvıları akıyordu
çeşme gibi. Geri çekilip baktığımda Zekiye teyzenin
amcığı sanki konuşuyordu benimle. Amı açık
duruyordu, etli am dudakları bir açılıp bir kapanıyordu
sanki ve bana teşekkür ediyorlardı.
Zekiye teyze kesik kesik inlemeye devam ederken yüzü terden
sırılsıklam haldeydi. Bluzun altındaki memeleri sanki daha
bir şişmişti. Göğsü aldığı nefesle inip
kalkıyordu. Zekiye teyze konuşmakta güçlük çekerek, “Ooo, orada,
çantamda, ii, ilacım var, getirsene...” dediğinde koltuğun
üzerine koyduğu çantasını açtım. “Hangisi?” diye sordum,
“Ağzıma, ağzıma...” dediğinde dediği şeyi
anladım.
Tüp gibi bir şeydi, hemen verdim kendisine. Ağzına sokup birkaç
sefer çekti içine. Rahatlamış, kendine gelmişti bununla. “Bazen
oluyor böyle...” dedi gülerek. Sedat aradığından beri yarım
saat geçmişti nerdeyse. Aceleyle pantolonumu ve külotumu giyindim. Zekiye
teyze de çantasından birkaç kâğıt mendil çıkartıp
amcığını sildi, temizledi. Sonra yeniden külotunu ve
külotlu çorabını çekti yukarı, düzeltip giyindi.
“Şeyy, Osman, ben halen adet görüyorum. Sen içime boşaldın,
acaba bir şey olur mu?” dediğinde başımdan
aşağı kaynar sular döküldü. “Niye söylemedin?” dedim. “Ne
bileyim unuttum o ara, çok heyecandan herhalde...” dedi. “Sen bu yaşta
halen nasıl adet görüyorsun ki?” diye şaşkınlıkla
sorduğumda, “Oluyor işte, annem rahmetli de böyle geç yaşa kadar
adet görmüştü. Acaba hamile kalır mıyım?” diye korkulu
gözlerle bakıyordu bana.
“Bilmiyorum, bekleyip göreceğiz. Hamile kalırsan da ne yapmamız
gerektiğini biliyorsun!” dediğimde, Zekiye teyze ses etmeden
ağlamaya başlamıştı. Yanaklarından öptüm birkaç
defa. “Amın çok ses çıkartıyor!” dediğimdeyse güldü. En
azından güldürmeyi başarmıştım, elleriyle gözyaşlarını
silerken, ben de ayakkabılarımı giyindim.
“Şeyy, epey farklısın sen!” dediğinde, “Nasıl yani?”
diye sordum. “Yani sen kocam gibi değilsin, kocamın içimde gidip
gelmesi bir dakika falan sürerdi anca. Sen onun gibi değilsin, çok uzun
zaman sikebiliyorsun!” dedi genç kız utangaçlığıyla. Ona,
“Şimdi zamanımız yok, ilerde daha ne sikişler
yaşarız!” dedim. “Şeyy, bu akşam birkaç defa doyuma
ulaştım!” dediğinde, “Aferin sana!” dedim ve
başını ellerimin arasına alıp dudaklarından
öptüm.
Çıkmadan önce, “Kızımı alacak mısın?” diye
sorduğunda, “Bilmiyorum Zekiye teyze!” dedim. Cevabım yüzünün
şeklini değiştirdi. “Boşuna mı siktirdim sana kendimi
ben?” dedi sinirle, “Hele bir hamile kalırsam, bak o zaman görürsün
gününü!” dedi ardından. Sonra da ben daha konuşmaya fırsat
bulamadan kapının kolunu tutup açtı ve sinirle, “Çık git!”
dedi.
Canım sıkılmıştı. Beni tehdit mi ediyordu, blöf
mü yapıyordu bilmiyorum. Ama dedikleri beni korkutmuştu. Arabaya
binip kontağı çevirirken mesaj geldi telefonuma. Zekiye teyze göndermişti.
“Beni çok kızdırdın. Senin çocuğunu doğuracak
değilim, sonra konuşuruz, siktiğin kadına teyze demeyi de
bırak!” diye yazmıştı. Bunları okuyunca korkum bir
nebze olsun azalmıştı.
Eve geldiğimde annem bizdeydi. Karımla arası çok iyiydi.
Karıma sürekli, 'Kızım, kızım' deyip duruyordu.
Anlaşılan kadının büyüyü bozması işe
yaramıştı. Bana karşı da iyiydi. “Oğlum sen
yarın iki karını da al, güzelce alışverişe
çıkın. Bak Pazar günü nikâhınız var. Güzelce giydir
karılarını. Nikâhta keramet vardır. Özge kızım
anlattı, bugün iyi bir iş bağlamışsınız. Bak
bunların hepsi bir işarettir. Sen yarın
karılarını, kızları al götür, hepsini güzelce giydir,
yedir, içir!” dedi. Karım, “Anne sen de gel!” dediyse de, “Yok, ben
şimdi gelip rahatsızlık yaratmayayım!” dedi.
Evlendiğimden beri ilk defa bu kadar iyiydi annem.
Yatağının altında porno dergiler, tangalar, ip külotlar
bulduğumdan habersizdi anlaşılan. O ara aklıma hafıza
kartı geldi. Cebimdeydi halen, annem onu aldığımı da
bilmiyordu. O kartın içinde ne vardı acaba? Uygun bir zamanda bakmak
istiyordum...
[Osman]
|