Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 85. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
Özge’nin dedikleri nedeniyle, doğru düzgün
uyuyamamıştım. Sabah erkenden kalkıp annemin
kapısını çaldım. Annem daha yeni uyanmıştı,
“Hayırdır oğlum, sabah sabah, ne oldu?” derken içeri geçtim.
Babam halen yatıyordu, annem yatak odasının
kapısını kapatırken içerden Şefika ablanın sesi
geldi. “Aslanım mı o?” diyerek odadan ağır adımlarla
çıktı. Protezli ayağıyla dikkatli adımlar
atıyordu.
Dün gece babamla sikişmişti, annemse bunu izlemişti. Bu iki
kadın arasındaki ilişkiyi anlayamıyordum. Şefika
ablanın elini öperken, beni güçlü kollarıyla kendine çekip
sıkıca sarıldı. Annemin yaşlarında, güzel bir
kadındı, koca memelerine sutyen takmadığını fark
ettim. Göğsümde memelerinin yumuşaklığını
hissettim çünkü. Siyah uzun ve bol bir etekle, çiçekli uzun kollu bir bluz
vardı üzerinde. Büyükçe bir eşarpla bağlamıştı
başını. Ayaküstü biraz konuştum kendisiyle. Yeniden
evleneceğim için çok mutlu olduğunu söylüyordu. Camdan yapılma
gözü devamlı sabit bir noktaya bakarken diğer gözü hareketli
şekilde beni süzüyordu.
Anneme, “Biraz konuşalım mı?” diye sordum. “Geç oğlum,
şöyle geç mutfağa!” dediğinde mutfağa geçtim. Şefika
abla tekrar yattığı odaya dönerken, annem mutfağın
kapısını kapadı. Annemin benden daha endişeli
olduğunu görüyordum yüzünden.
“Sen Özge ile ne konuştun biz yokken?” diye sordum, yüzünden kara bulutlar
geçtiğini anladım. Bu sorumu hiç beklemiyordu. “Ne
konuşayım oğlum o kızcağızla?” deyince, “Anne
bana numara yapmayı bırak! Karımla aran iyi değil,
aranızda ne var bilmiyorum ama çıkar kokusu!” dediğimde yüzü
simsiyah oldu. Aslında ne olduğunu biliyordum, ama nasıl
diyeceğimi bilmiyordum. “Ne olacak oğlum karınla aramda?” derken
sesi titriyordu. “Anlat, ne dedin Özge’ye?” diye sorduğumda sustu. “Anne,
kız bana anlattı, ama bir de sen doğrusunu anlat!”
dediğimde önüne baktı bir süre. Sonra da cesaretini
toplamış gibi konuşmaya başladı:
“Bak, kaç zaman oldu o karın doğuramadı. Bu Refiye’nin
doğurup doğuramayacağı da belli değil. O da
karının yaşında. Bizim Elif meselesinde ablam su koyuvermeye
başladı. Çocuğunuz olursa sakat doğabilirmiş diye,
evlenmenize karışmıyor, ama çocuk yapmasınlar,
başımız ilerde ağrımasın diyor. Ee, o zaman
nasıl olacak senin çocuğun? Oğlum akıllı ol, töre
dedik, namus dedik, senin de başını yaktık. El alemin dul
karısının koynuna soktuk seni. Şimdi de pişmanız,
ama yapacak bir şey yok. Ama her işte vardır bir hayır, bak
gebe kalamıyor sürtük!” dediğinde, “Anne doğru konuş!”
dedim.
Annem başını sağa sola sallarken, “Yalan mı? Ama bak,
kızı var, gül gibi, çiçek gibi kız. Seni de deli gibi seviyor.
Bana kaç kere gelip ağladı göğsümde...” deyince, “Özge mi?” diye
sordum şaşkınca. “He yaa, Özge. Kız seni çok seviyor
oğlum. Daha körpecik fidan hem de. Anası gibi
kartlaşmamış. Al onu koynuna, dölle güzelce, doğursun sana
boy boy çocuklar!” dediğinde başımı sinirimden sağa
sola salladım. Özge anlaşılan geveze
çıkmıştı, Semanur ve diğer kızlardan başka
anneme de aramızdakileri yumurtlamıştı.
Annem, “Oğlum kızı yaptığını biliyorum,
arkasından...” diyerek eliyle klasik şekilde erkeklerin sikmek
anlamında yaptığı hareketi yaptı. Ben
şaşkınlıktan susarken, “Utanma lan, kız kendi söyledi
bana. Bak, al o kızı, siktir et anasını ne bok
yapıyorsa yapsın. Amına koyduğumun orospusu...”
dediğinde, “Anne adam gibi konuş!” dedim. “Bak evladım, ben senin
annenim. Senin iyiliğini isterim. Anla bunu. O orospudan bize hayır
gelmez. Töre dedik, namusumuzdur dedik, sorup sorgulamadan seni onun koynuna
soktuk, Selma ablan dedi ki...” deyince tepem attı. Ama içerde yatan
babamı uyandırmak da istemiyordum.
Selma abla, yani ölen amcaoğlumun ablası, karımın
görümcesiydi. Aynı zamanda kocası Remzi abi karıma tecavüz edip
hamile bırakmıştı. “Ne diyor Selma abla?” diye sordum. “Karın
bunu sana anlatmıştır, ama anlatmadıysa da dinle... Rahmetli
kocası hastalanıp siki kalkmaz olunca, bu orospu azmış. Bir
gün Selma’nın kocası Remzi’nin aklını çelmiş,
adamın altına yatıp gebe kalmış. Adamın
başına çöreklenmiş beni alacaksın, karını
boşayıp beni alacaksın diye. Selma bana geldi anlattı. En
sonunda bir yolunu bulup bu orospuyu götürüp çocuğu aldırdık...”
deyince sinirimden deliye döndüm.
Karım bana meseleyi başka türlü anlatmıştı. Remzi
abinin kendisine tecavüz ettiğini, annemden para alıp çocuğu
aldırdığını, bu meseleyi anneme anlatmak zorunda
kaldığını ve annemin de kendisini tehdit ettiğini
söylemişti. “Bana anlattı bunları, ama başka türlü...”
dediğimde, “Gördün mü orospuyu, nasıl da çeviriyor her şeyi
kendi tarafına!” dedi.
Ben, “O pezevenk tecavüz etmiş. Sonra senden para almış,
gitmiş aldırmış çocuğu, doktor rahmine zarar
vermiş!” deyince, annem, “Bak şu orospuya, inanmıyorsan git
Selma’ya sor. Biz beraber gittik çocuğu aldırmaya, Selma (Aman
kardeşim duymasın!) deyip duruyordu sürekli. Gittiğimiz doktor
da öyle ahım şahım bir şey değildi, ama aldı
çocuğu sonuçta. Amına zarar vermiş mi vermemiş mi
orasını bilmiyorum. Remzi gibi bir adam kalkıp namahreme uçkur
çözmez, bu onun işi değil, o orospu kendini zorla siktirmiş
adama!” dedi.
Anlatılanlara canım çok sıkılmıştı. Bu
işte bir iş vardı, ya karım, yada annem yalan söylüyordu.
“Selma niye gelmedi nikâhınıza, o orospuyu görmemek için!” dedi
annem. Gerçekten de Selma abla (Çocuğum hasta!) diyerek o gün
gelmemişti nikâhımıza. Annem, “Sana bunları keşke
zamanında diyebilseydim oğlum, ama yok mu senin şu baban. O
orospu, babanın da aklını çeldi, kendini sevdirdi babana. Ben
utancımdan anlatamadım olanları babana, ama o orospu allem etti
kallem etti kendini senin altına yatırdı!” dedi sinirle. Sonra
fısıltıyla, “Bilmiyorum, günahı boynuna, belki de bunun
için babanın da altına yatmıştır!” deyince, “Anne
saçmalama, kendine gel!” dedim.
Ya karım, yada annem yalan söylüyordu. Çok sinirliydim. Anneme, “Peki, sen
ne boklar çevirmişsin?” dediğimde, annem tokat yemiş gibi oldu.
“Ne çevirmişim ben?” diye soruma soruyla karşılık verdi.
Ben utancımdan ne diyeceğimi bilemezken, annem, “Ben babandan gizli
iş çevirmedim, senin orospu karın mı sandın sen beni? Bana
attığı iftiraları biliyorum. Günü gelince onun
ağzına sıçmasını bilirim ben. Hadi şimdi
aşağıya siktir git, orospu karının yanına dön!”
dedi dişlerini sıkarak. Annemin babamdan ayrı başka
erkeklerle sikiştiğinin itirafıydı bu söyledikleri.
Aklıma mukayyet olmaya çalışıyordum. Ne demekti (Ben
babandan gizli iş çevirmedim!)?
“Peki, gece vakti ne yapıyordunuz?” diye sordum. Annem
kıpkırmızı oldu. Anneme, “Bana yalan söyleme, babam şu
içerdeki karıyı sikerken sen de onu izliyordun!” dedim. Annem ses
etmedi önce, sonra da, “Kocamın kimi sikeceğini sana mı
soracağız?” dedi. Sinirle kalktım, çıkarken elimi tuttu
zorla, “Oğlum, kurban olduğum, dinle beni, bırak o orospuyu,
bırak. Bak daha çocuğunuz olmamışken bırak, at
başından. Bunun ne bok olduğunu sonradan öğrendik
oğlum, sonradan. Bilseydik senin başını yakar
mıydık yavrum, yakar mıydık?” derken ağlamaya
başlamıştı. Elimi zorla çektim ellerinin arasından,
indim aşağı.
Karım beni görünce, “Ne oldu Osman, neyin var?” derken, Esra ve Özge de
korku dolu bir yüzle bana bakıyordu. Bir şey demeden banyoya geçtim,
duşun altına girdim. Dakikalarca suyun altında kaldım.
Duştan çıkınca Özge’ye, “Sen kendin git, benim işlerim var!”
dedim. Ona da, anneme olan biteni anlattığı için çok
kızgındım. Ardından bir şey demeden arabaya
atladım. Karım arabadayken birkaç defa aradı cebimden, ama hep
meşgule attım. Nurcan’ın yaptığı büyü bozma
işi anlaşılan pek tutmamıştı.
Önce Şevkiye’yi alacaktım. Oraya gittiğimde saat sekiz
buçuğa geliyordu. Şevkiye kapının kenarındaki
kaldırım taşlarından birine oturmuş, dün akşamki
haliyle gariban biriymiş gibi duruyordu. Arabamı görünce bir sevinçle
kalktı, çarşafının arkasını eliyle temizlerken
arka kapıyı açıp girdi içeri. “Şey, gelmeyeceksin
sandım, belki de beni işten çıkardın sandım...” dedi
korkuyla.
“Yok, olur mu öyle şey!” dedim. Ayağında gene aynı eski
terlikleri vardı. “Şevkiye hanım, istersen sana önce üst
baş alalım, ayakkabı alalım!” dediğimde, mahcup bir
şekilde, “Şey, benim param yok!” dedi. “Ya, sen karışma
orasına!” dedim. Şevkiye, “Şey, eğer çarşaf giymemi
istemiyorsan ben kendime bir pardesü ayarlarım, vakfa yardımlar
geliyor, üst baş falan da getiriyorlar. Oradan birkaç parça bir şey
ayarlarım...” dediğinde, “Boş ver milletin eskisini püsküsünü.
Bunları da mı oradan ayarladın?” dedim. “Evet!” dedi sessizce.
Aynadan ara sıra bakıyordum yüzüne. Gene peçesini
dudaklarının üzerine çekmiş, burnu ve gözleri görünüyordu. Onun
da bir iki sefer bana baktığını fark ettim, gözlerimiz
kesişti. Onu bir mağazanın önüne getirdim. “Hadi gel!” dedim,
girdik içeri. Satışçı kıza, “Hanıma üst baş
bakıyorum, bir de ayakkabı!” dediğimde, “Tabii!” dedi kız.
Şevkiye’yi alıp üst kata çıktı. 15 dakika kadar sonra
kızla beraber aşağı indi Şevkiye. Kızın
elinde birkaç parça giysi vardı. O ara giysilerin arasında
kâğıt kutu içinde sutyen ve külot olduğunu da gördüm. Galiba
Şevkiye’nin giyecek yeni külot ve sutyeni bile yoktu. Birkaç çift de
külotlu çorap vardı kızın elinde.
Ardından arka taraftaki ayakkabı reyonuna geçtiler. Beş dakika
sonra geldiklerinde kızın elinde bir çift lastik tabanlı erkek
ayakkabısına benzer ayakkabı vardı. “Onu
bırakalım!” dedim kıza, sonra ben arka tarafa geçtim. Gözüme
hoş gelen siyah, alçak topuklu bir ayakkabı beğendim. Ama
satışçı kız, Şevkiye’nin 40 numara giydiğini
söyledi. “Elimizde ablaya göre ayakkabı yok, bunlar var, Unisex diyorlar,
hem erkeğe hem kadına uygun!” dediğinde, içimden (Amına
koyayım 40 numara kadın ayağı mı olur?) dedim.
“O zaman bir de spor ayakkabı bakalım. O dediğinden var mı,
Unisex midir nedir?” dedim. Kız, “Ben getireyim!” diyerek içeri geçti. Az
sonra elinde siyah güzel bir spor ayakkabı ile döndü.
Aldıklarımın parasını ödedim. Şevkiye sürekli,
“Allah razı olsun!” diyordu. Ona, “Şunları giyin istersen,
bunları da torbaya koysunlar!” dediğimde, kız atılıp,
“Evet abla, bence de öyle yap!” dedi.
Kıza, “Siz de yardım eder misiniz?” dediğimde, “Tabii!” diyerek
Şevkiye ile giyinme kabinine geçtiler. Şevkiye giyinmeye devam
ederken, kız yanıma gelip, “Hanımız çok güzel, bunlar çok
güzel oldu!” dedi gülerek. Ama bilmediği Şevkiye benim karım
değildi. Beş dakika kadar sonra Şevkiye yeni giysilerini
giymiş olarak çıktı kabinden.
Siyah, beline oturan bir pardesü giymiş, mavi ve sarı desenli büyük
bir türbanla başını bağlamıştı. Pardesünün
altından siyah eteğinin uçları görünüyordu. Yeni
aldığı ince siyah külotlu çorabını giymişti belli
ki. Ayağında ise siyah lastik tabanlı ayakkabısı
vardı. Türbanını çenesinin altından
bağlamıştı sıkıca, yüzü
çıkmıştı ortaya böylece. Beyaz tenliydi, yanaklarında siyah
tüyler vardı, aynı zamanda dudaklarının üzerinde de
vardı bu tüylerden. Şevkiye bir kadının en temel
ihtiyaçlarından mahrum kalmıştı anlaşılan.
Kız ona güzel görünecek kıyafetleri seçmişti, siyah
çarşafının altında belli olmayan beden hatları bu giysilerinin
altında belli oluyordu şimdi. Sekiz çocuk annesiydi, sekiz defa
doğum yapmış, sekiz defa çocuklarını emzirmişti.
O kadar emzirmenin sonuçlarını bu yaşta bu kadar büyük ve
sarkmış memelere sahip olarak görüyordu Şevkiye. Sulak yerde
yetişmişti, yaklaşık 1.70 boyundaydı. 40 numara
ayakkabı giydiğine göre kim bilir amcığı ne
durumdaydı dedim kendi kendime. Kadınların ayak büyüklüğü
ile amcıklarının genişliği, darlığının
arasında bir ilişki olduğunu okumuştum bir yerde.
Birlikte tekrar arabaya geçtik. Şevkiye yine sürekli, “Allah razı
olsun!” derken, “Güle güle giyin! Başka bir ihtiyacın varsa söyle,
çekinme, ben de senin bir kardeşinim!” dedim. Daha sonra bir telefoncunun
önünde durdum, onun kullanabileceği basit bir telefonla, kontörlü hat aldım.
Arabaya geçip, “Al bakalım, bu senin. Bundan sonra bir şey olursa
bununla konuşuruz!” dedim. Şevkiye, “Ben kullanmasını
bilmiyorum ki, okumam yok!” deyince, “Korkma, Özge sana gösterir!” dedim.
İşyerine geldik. Özge’yi Şevkiye ile
tanıştırdım. Özge’nin ona çabucak
ısındığını gördüm. Ben yazıhaneme geçtim,
beş dakika sonra Şevkiye elinde bir Türk kahvesi ile içeri girdi.
“Dilber abla söyledi, senin kahve içtiğini!” dediğinde, “Sağ ol,
eline sağlık!” dedim. Bana 'Sen' diye hitap etmesi hoşuma
gitmişti. Konuşmasında hafif bir şive vardı, ama
düzgün konuşuyordu eğitimsiz birine göre.
Kendimi işlere vererek annemin söylediklerini bir nebze olsun unutmaya
çalışıyordum. Öğleden sonra misafirim olduğunu söyledi
Özge. Refiye gelmişti. Yaptığı sürpriz ziyaret hoşuma
gitmişti, ama Özge’nin yüzünden bu ziyaretin sıkıntısı
okunuyordu. Refiye, “Kocamı ziyaret etmek istedim!” diyerek
karşı koltuğa geçip oturdu. Basit ve sade giyinmişti. Uzun,
siyah bir pardesü giymiş, başını büyükçe yeşil bir
türbanla bağlamıştı. Ayağında Şevkiye’ye aldığım
lastik tabanlı ayakkabıların bir benzeri vardı.
“Şey, dün seninkiler varken bazı alışverişlerimi
yapamadım. Bugün kocamla çıkıp onları yapmak istedim!”
dediğinde, “İyi yapmışsın, zaten takı da
almamız lazım!” dedim. “Aman, ne takısı, yeni gelin miyim
ben? Maksat adet yerini bulsun, başka şey istemiyorum ben!” dedi.
“Olur mu canım!” diyerek kasayı açtım ve içinden düne göre daha
fazla para aldım. Dünkü gibi rezil olmak istemiyordum.
Refiye ile çıktım. Çıkmadan önce Özge’ye, “İşim var
benim, sen Şevkiye hanıma telefonu nasıl
kullanacağını göster!” dedim. Özge, “Tamam, ben hallederim!”
dedi. Refiye, “Şeyy, dünkü mağazaya gidelim mi?” deyince, “Tamam!”
dedim. Belki de bazı şeyleri almayı unutmuştu. Aynı
mağazaya geldik. Refiye direkt aşağı kata indi. Ben bekleme
koltuklarından birine oturup önümdeki dergilere bakarken, birden yanı
başımda birinin, “Osman bey, merhaba!” sözünü işittim.
Dönüp bakınca, bunun Kübra hanım olduğunu fark ettim. Siyah,
üzeri taşlı bir pardesü vardı üzerinde, uzun, ayak bileklerine
gelen. Şevkiye’ye aldığıma benzer bir eşarpla
bağlamıştı başını. Güneş gözlükleri bu
kez yoktu ve gözlerini görmüştüm. Su yeşili, çok güzel gözleri
vardı. Elinde geçenki ile aynı marka, ama başka bir model çanta
vardı. Siyah sivri burunlu, yüksek topuklu ayakkabılarının
üzerinde manken gibi duruyordu.
Ayağa kalkıp, “Merhaba, nasılsınız?” dedim. “Çok
teşekkür ederim, hayırdır? Burada ne arıyorsunuz?
Burası kadınlara yönelik bir mağaza!” dediğinde, “Eşimle
geldim!” dedim. “Aaa, siz evli miydiniz? Ama geçen gün
parmağınızda yüzük yoktu?” deyince, “O gün unutmuştum!”
dedim. Gerçekten acele ile çıktığım için yüzüğü takmayı
unutmuştum. Demek Kübra hanım bu ayrıntıya dikkat
etmişti.
“Babamın bir ricasını kırmamışsınız,
çok teşekkür ederim!” dediğinde, “Ne demek!” dedim. Kübra hanım,
“Nasıl? Kadından memnun musunuz bari?” diye sorunca, “Evet, gerçi
daha bugün başladı!” dedim. Aklıma gelmişken ona
Şevkiye’nin bahsettiği servis meselesini anlattım. Sabah oraya
geç gittiğim için konuşamamıştım.
Kübra hanım, “Merak etmeyin, ben ablamla konuşur, hallederim!” dedi.
Az sonra yanına en fazla ellisinde gösteren, onun gibi su yeşili
gözleri olan bir kadın geldi. Kadın da onun gibi kapalıydı,
düzgün bir Türkçeyle bana selam verirken, Kübra hanım, “Annem, Meryem!”
dedi. Annesi, “Kübra ben yukarı bakayım!” dedi. Kübra hanım da, “Tamam
anne!” dedi. Annesi yanımızdan ayrılınca, Kübra hanım,
“Şey, ben de gitsem iyi olacak, kendinize iyi bakın!” diyerek
annesinin peşinden çıktı yukarı.
Ben tekrar yerime oturup beklerken, aşağıdan Refiye geldi.
Elinde birkaç tane torba vardı. “Hadi gidelim!” dedi. “Ödemesini
yaptın mı?” dedim. “Yaptım, aşağıda da kasa var,
oraya ödedim!” dedi. Beraber tekrar arabaya atladık. Refiye, “Seni çok
özledim, artık dayanamıyorum. Bana gidelim lütfen, beni sikmeni,
domaltmanı, yaraklamanı istiyorum. Artık dayanamıyorum Osman,
kendimi parmaklıyorum geceleri, ama yetmiyor bana bu. Lütfen bana gidelim,
lütfen...” dedi. “Sen ciddi misin?” dedim.
“Evet, tabii ki, bunun şakası olur mu? Lütfen, bak kadınlık
ihtiyaçlarım var benim, sen de benim kocam olacaksın sonuçta. Kendimi
parmaklamak istemiyorum artık, kocamın yarağını içimde
hissetmek istiyorum!” dedi. Ateşi başına vurmuştu
Refiye’nin. “Daha takı alacaktık?” dediğimde, “Boş ver
takıyı, bana altın değil, amıma
yarağını takmanı istiyorum!” dedi gülerek. “Sen
azmışsın!” dediğimde, “Azdım ya, azdım tabii.
Karının keyfi yerinde nasılsa. Ne zaman isterse seninle
sikişiyor, ben öyle miyim peki? Hadi kırma beni, seni çok mutlu
edeceğim bak, gidelim bana!” dedi. “İyi, tamam!” diyerek, onun evine
sürdüm arabayı.
“Ceren nerde peki?” diye sordum. “Bir arkadaşına gönderdim, merak
etme her şeyi ayarladım ben!” dedi. Evine yaklaşırken
telefonunu çıkardı, “Dur bakalım bir arayalım şu
kızı!” diyerek Ceren’i aradı. “Hay aksi, açmıyor!” diyerek
telefonunu çantasına koydu yeniden. Evine geldiğimizde anahtarla
açmak yerine zili çaldı. Az sonra kapı içerden açıldı.
Ben şaşkın bakışlarla bakarken, kapıda birden
annem belirdi. “Ne oluyor burada?” dedim. Annem, “Oğlum gel içeri,
kapıda kalma, gel içeri!” dedi biraz da sertçe. Önden Refiye, arkadan da
ben girdim eve. Salona geçtiğimde ikinci
şaşkınlığımı yaşıyordum. Elif beni
görünce oturduğu koltuktan kalktı, elleri önünde birleşik halde
yere bakarak, “Hoş geldin!” dedi ürkekçe. Yanında iki küçük oğlu
vardı.
Refiye’ye, “Ne dolaplar çeviriyorsun sen?” dediğimde, annem, “Dur
oğlum, kızma kadına. Ben ayarladım her şeyi. Bak, otur
da dinle. Senin orospu karının çocuk verip vermeyeceği belli
değil. Sana sabah da dedim, ablam Elif’le evlenmenizde su koyuvermeye
başladı. Hah, şimdi, bu işi çözmek ana olarak bana
düşüyor. Bu kızın boşanma davası sürüyor, ama
kısa zaman sonra bitecek bu iş, anladın mı? Refiye
kızımla zaten Pazar günü nikâhın olacak, onda
sıkıntı yok. Ama Elif’le ne zaman olur, o belli değil. Dediğim
gibi ablam bu işte biraz ibnelik yapmaya başladı... Şimdi
senin Elif’in koynuna girmekten başka çaren yok, tamam mı?
Şimdi, çık yukarı, iyice pompala bu kıza, gebe bırak.
Ondan sonrasına karışma, tamam mı benim aslan evladım.
Sen sadece horozluğunu yapacaksın, ondan sonrası bizim
işimiz!” dedi gülerek.
Elif bunları duyarken kızarmıştı, ama Refiye çok
normal karşılamıştı duyduklarını. Annem 'Pompala'
derken aynı sabahki el hareketini yapmıştı yine. Refiye de
annemin sözlerine destek verirken, ben ağzım açık onları
dinliyordum. Annem Elif’i zorla koynuma sokacaktı. Refiye, “Hadi Elif,
gidelim!” diyerek onun elinden tuttu. Elif ağır adımlarla ilerlerken,
“Teyze, çocuklarla sen ilgilen!” deyince, annem, “Tamam kızım, sen
merak etme, tamam gelinim...” dedi gülen gözlerle.
Refiye Elif’i yukarı çıkarırken, annem, “Bak oğlum, bu
kızın babasında, yani eniştende bok gibi para var, sen bu
kızı sik, bir de çocuk doğurt, gerisi kendiliğinden gelir!”
dedi sırtımı sıvazlayarak. Anneme, “Elif nasıl
razı oldu peki?” diye sorduğumda, “Ulan o dünden razı, ne dünü,
kız 15 senedir sana yangın, bilmiyorum deme bana!” dedi sertçe.
Doğruydu, Elif senelerden beri beni seviyordu, benimle evlenmek de
istemiş, ama ben istememiştim.
“Refiye şimdi Elif’i hazırlasın, sen de çık yukarı gör
işini!” dedi annem. Şaşkın bir haldeydim. Elif’le kaç
zamandır sikişmek istiyordum, şimdi bu fırsat
ayağıma kadar gelmişti, ama şaşkındım. Ben
Refiye ile sikişeceğimi sanırken, karşıma Elif
çıkmıştı. Annem tehlikeli bir kadındı, bunu daha
iyi anlamıştım bugün.
10 dakika kadar sonra Refiye yukardan geldi, “Hazırladım!” dedi
anneme. Annem de, “Hadi oğlum, beline kuvvet!” diyerek, aynı
karımla gerdeğe girdiğim zamanki gibi sırtıma bir
yumruk vurdu. Annemin neşeli, Refiye’nin kıskanç bakışları
altında üst kata çıktım...
[Osman]
|