Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 87. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
Ben sifonu çekerken, annemin, “Nasıl
kızım, oldu mu?” diye sorduğunu duydum. Buna Elif’in ne cevap
verdiğini ise duyamadım. Ancak annemin, “Ohh, çok şükür!”
demesinden Elif’in 'Evet' dediği anlaşılıyordu.
Kulağımı kapıya dayadım. Bir süre ne
konuştuklarını net duyamadım, fısır
fısır konuşuyorlardı çünkü. Ancak bir ara Elif’in
ağzından 'Hikmet' lafının
çıktığını işittim. Annemin buna, “Sen ne dedin?”
diye sorduğunu duydum biraz da sertçe. Elif’in ne söylediğini ise
yine duyamadım.
Biraz sonra dolap kapaklarından birinin açılıp kapanma sesi
geldi önce, sonrasında da oda kapısının kapanma sesi izledi
bunu. İçeri geçtim. Elif yataktan kalkmış, giyinmek üzereydi.
“Annem bizi mi dinlemiş?” diye sorduğumda yüzü kızardı.
Annemin kapının önünde olacağından haberi vardı
anlaşılan Elif’in. Annem Elif’i hem zorla koynuma sokmuştu, hem
de sikişmemizi kapının önünde durup dinlemişti. Bu durum
canımı sıkmıştı, ama karşımda Elif’i
çıplak bir halde görmek sıkıntımı unutturuyordu.
Elinden tuttum ve “Yıkanmayacak mısın?” diye sordum. “Şey,
teyzem bekliyor...” dedi çekingen halde. “Bırak beklesin!” diyerek onunla
banyoya girdim. Siyah çorapları ve ayakkabılarını gösterip,
“Şunları çıkar!” dedim. Elif dediğimi yaptı
yavaşça, şimdi anadan doğma bir halde
karşımdaydı. Az önce sikişmiştik, artık karı
koca olmuştuk. Ama Elif utangaçlığını,
çekingenliğini üzerinden atamıyordu bir türlü.
Ona, “Yarağımı ağzına al!” dediğimde yüzü
kızardı. “Utanma hadi, yap dediğimi, evlendiğimizde zaten
yapacaksın, alış şimdiden!” dedim. Bu sözlerim onu
yaralamış gibiydi, ama doğrusu buydu, hiç ses etmedi. Nasıl
yapacağını bilemedi önce, “Dizlerinin üzerine çök!” dedim emir
verir gibi. Elif ise, “Kapıyı kapat...” dedi usulca. Ben
kapıyı kapatırken, o da dizlerinin üzerine çökmüş haldeydi.
Bir eliyle yarağımı tutarken yavaşça yaklaştı ve
ağzına aldı yarağımı. Yarağımın
kafasına değen dili içimi titretmeye yetti. Nazikçe, usul usul
yarağımın kafasına dil darbeleri atmaya başladı.
Sağ eliyle yarağımı okşayıp,
taşaklarımı sıkıyordu hafifçe.
Utangaçlığını üzerinden atıyordu azar azar. Zaman
zaman taşaklarımı çok sıkıyordu, ama yine de keyif
alıyordum. Saçlarını okşarken hafiften inlemeye
başlamıştım.
Dilleme faslının ardından bu kez de dudaklarını
kullanarak emmeye başladı yarağımın
kafasını. Ara ara dişleri değiyordu kafasına
yarağımın, ama etli dudaklarını hissetmek
çektiğim acıyı unutturuyordu bana. Evet, Elif
atmıştı artık çekingenliğini. Yarağımı
ağzının derinlerine sokup çıkarmaya başlamıştı.
“Oğmm, ığmm...” sesleri eşliğinde sakso çekerken,
yarağımdan akan zevk sıvıları ile ıslanan
ağzından da sesler geliyordu.
Saçlarını çekmeye başlamıştım
aldığım zevkle. Her yanım zevk dalgaları ile titremeye
başlamıştı. Usta bir şekilde sakso çekiyordu Elif
bana. Başını arkasından tuttum az sonra ve bastırmaya
başladım. Yarağımı ağzının,
boğazının derinlerine sokmak istiyordum iyice. Elif kendini
kurtarmaya çalışıp başını arkaya atıyordu,
ama ben engel oluyordum buna. Yarağımı sokup çıkardım
ağzına, ağzını sikiyordum resmen.
Elif boğuk sesler çıkartırken son bir gayretle kendini geriye
attı. Ben de bıraktım, yüzü kıpkırmızı
olmuştu. Yarağımın sıvıları
ağzını, dudaklarını iyice
ıslatmıştı, çenesi sıvılardan parlıyordu.
“Osman derdin ne senin?” diye sordu eliyle ağzını silerken. Ona,
“Böyle sakso çekmeyi nerden öğrendin? Hikmet’e de çekiyor muydun?” diye
sordum.
“Tövbe tövbe, deli misin Osman, neler diyorsun sen?” dedi. “Bırak
şimdi tatavayı. Çok güzel yapıyordun!” dedim gülerek. Elif
ayağa kalkarken, “Teyzem gösterdi!” dedi dediklerime kızmış
şekilde. Annemin bu konularda bilgili olmasına hem
şaşırıyor, hem de kızıyordum. Sessiz kaldım.
Elif gene, “Teyzem gösterdi, ben ne bilirim böyle şeyleri!” dedi tepkiyle.
Elinden tuttum yeniden, “Tamam kızma, çok zevk verdin bana, ben de kendimi
kaybettim, kızma!” dedim ve kapalı dudaklarını öptüm uzun
uzun. “Şöyle gel!” dedim ve ona klozetin kenarlarından tutunup
domalmasını söyledim. Elif dediğimi yaparken
yarağımı sıvazladım bir süre. Bembeyaz göt
yanaklarını okşadım, siyah kıllarla kaplanmış
göt yarığını çıkardım ortaya. Az önce
siktiğim amı halen aralık şekildeydi, amındaki
ıslaklığı fark ettim.
Elif başını önüne eğmişti iyice.
Yarağımı göt yarığına sürttüm
aşağı yukarı. Kıllı, sikilmemiş bakire göt
deliğine bastırdım yarağımın kafasını.
Elif başını yana çevirip, “Osman yapma, oradan olmaz, yapma...”
dedi birkaç sefer. “Kocana hiç vermedin mi götten?” diye sordum. Elif soruma
kızdı ve bir anda doğruldu, “Saçma sapan konuşma, öyle
şey mi olur? Sen bilmiyor musun bunun ne kadar günah olduğunu?” dedi
sinirle.
“Tamam kızma, domal hadi...” dedim. Elif başını sağa
sola sallarken yeniden domaldı klozetin kenarlarından tutunarak.
“Bacaklarını aç biraz daha!” dedim ve götünün yanaklarına iki
küçük tokat attım. Elif bacaklarını ayırınca,
kalkık yarağımı amına sokmaya başladım
yavaşça.
Kaygan ve ıslak amı kolayca aldı yarağımı içine.
Amının içine akıtmıştım döllerimi kısa zaman
önce, içi oldukça suluydu. Yavaş yavaş gidip gelmeye
başladım. Bir süre devam ettim, ama bu şekilde ağır
ağır yaparken zevk almıyordum. Göt yanaklarını tuttum
sıkıca ve sertçe pompalamaya başladım. Elif’in beyaz,
dolgun ve yumuşak göt yanakları löpür löpür sallanmaya
başlamışken kasıklarım göt yanaklarında
patlayıp sesler çıkartıyordu. Daha önce bu banyoda Refiye’yi sikmiştim
ve şimdi Elif’i sikiyordum.
Banyonun içi Elif’in löpürdeyen göt yanakları ve
kasıklarımızdan çıkan seslerle çınlıyordu. Elif
sessizce başı öne eğik vaziyette durmaya devam ediyor, ama bu
arada sikişin şiddetinden siyah saçları da dalga dalga
sallanıyordu. Amının ıslaklığından
kaynaklanan osuruk benzeri sesler çıkmaya başladı amından.
Yarak darbelerimle beraber sesler bir azalıp bir çoğalıyordu.
Az önce boşalmama rağmen sanki sikişmemiştim Elif’le.
Gittikçe sert sikmeye başladım. Her bir yarak darbemle Elif’in göt
yanaklarında, etlerinde suyun üzerindekine benzer dalgalanmalar
oluşuyordu. Ve bu görüntü de beni daha çok azdırıyordu.
Bembeyaz, güneş yüzü görmemiş teni, buna karşın siyah tüylü
bel çukuru ve kıllı göt yarığıyla Elif’in vücudu beni
benden alıyordu.
Bir ara Elif’in eli kaydı ve başını klozetin
kapağına sertçe vurdu. “Ağhh...” diye bir inilti
kopartırken, “Tamam, gel böyle, tamam...” diyerek amından
çıktım ve onu belinden tutarak kaldırdım. Elif’in
kızarmış yüzünde küçük ter damlacıkları vardı.
Onu bu kez de lavabo dolabından tutundurarak domalttım.
Böyle daha rahattı. Yeniden amına girdim ve aynı şekilde
pompalamaya başladım. Karşımızdaki aynadan
birbirimizin yüzünü görebiliyorduk. Elif nispeten dik bir şekilde
duruyordu bu kez. Ellerini dolabın kenarlarına koymuştu
sıkıca. Saçlarını tutup sol omzunun üzerine attım,
yüzünü daha net görebiliyordum şimdi.
Ben pompaladıkça terlemiş kasıklarımızdan tok ve
şiddetli 'Şlop, şlop, şlop!' sesleri gelmeye
başlamıştı yine. Osuruk benzeri sesler de kesilmeden devam
ediyordu bu arada. Elif kendini kasıyor, ses çıkartmamaya
çalışıyordu. Ama buna karşın yüzünün şeklinden
aldığı zevki görebiliyordum. Kısa aralıklarla
dudaklarını ısırıyor, kimi zaman da dilini
çıkarıp alt ve üst dudaklarını emiyordu. Gözleri bir
açılıp bir kapanıyordu.
Memeleri deli gibi sallanırken, ben de boşalmaya gittikçe
yaklaşıyordum. Ellerimi iki yanından geçirdim ve memelerini
avuçladım, sıktım, yoğurdum. Bir süre boşalmamak için
kendimi tuttum, ama dayanamadım ve ikinci defa amına
boşaldım Elif’in. İlkinde amı ile buluşmayan ne kadar
dölüm kaldıysa hepsini akıttım amcığına. Gidip
gelmeye devam ettim bir süre daha. Amından çıktığımda
yarağımın ve kasıklarımın
kızardığını fark ettim. Aynı şekilde Elif’in
göt yanakları ve kasıkları da kızarmıştı.
Suyu açtım ve duşun altına girdim, Elif’e elimi uzatıp, “Hadi
gel!” dedim. Elif içinde jakuzi de olan büyük duş kabininin içine dikkatli
adımlarla girdi. Kabinin camını çektim, suyun altında
güzelce birbirimizi yıkadık. Gerçek bir karı koca gibiydik.
Yıkandıktan sonra da aynı havluyla kurulandık. Elif, “Bu
Refiye abla da çok zengin, baksana şu banyosuna...” dedi banyoyu
başıyla işaret ederek.
İçeri geçtik ve giyinmeye başladık. Elif yine önceki kapalı
ve bol kıyafetlerini giymişti. Refiye’nin aldığı saten
gecelik, tanga ve çoraplarla beraber, annemin verdiği ayakkabıyı
bir torbaya koydu. Beraber aşağı indik. Annem ve Refiye yan yana
oturmuş çay içiyor, konuşuyorlardı. Annemin yüzünde güller
açarken, Refiye’ninki ise pembeleşmişti bizi görünce.
Annem, “Ohh, çok şükür bugünleri de gördüm!” derken kalktı ve Elif’in
yanaklarından öptü hararetle. Onu bırakıp beni de öptü. Elif’e,
“Kızım artık ben senin teyzen değil, annenim. Bundan sonra
bana anne dersin, tamam mı güzel kızım!” dedi onun
yanağını avucuyla okşarken. Elif ise bir şey demeden
annemin elini öpüp başına koydu, sonra da televizyon izleyen
çocuklarının yanına geçti, onlara sarıldı
sıkıca.
Refiye kendiliğinden kalkıp mutfağa geçerken, annem öne
doğru eğildi ve bir elini ağzına götürüp fısıldar
gibi, “Aslanım bu karının evini yatağını
kullandık, ses etmiyor ama anlaşılan bunun da amı
sulanmış. Ben Elif’le çıkarım, sen kalıp bu
karıya da bir pompala istersen!” dedi gülerek. Annemin benimle böyle
konuşması canımı sıksa da bir şey demiyordum.
O sırada Refiye elinde bir çay ve bir tabak Bisküvi ile yanımıza
döndü. Konuşmadan çay ve Bisküviyi önüme koyarken, annem, “Ye
aslanım, ye benim tosunum, yorulmuşsundur, ye de biraz gücün kuvvetin
yerine gelsin!” dedi yine gülerek. Bu sırada Refiye’nin yüzü daha da
pembeleşti.
Annem bu kez yüksek sesle, “Biz çıkalım oğlum, sen kal istersen
biraz daha!” derken bir gözünü kırptı. Çok istesem de
kalamayacaktım. İşlerim vardı ve Şevkiye’yi yurda
bırakmam gerekliydi ayrıca. Nedendir bilmem o kadına
karşı içimde bir şeyler hissetmeye başlamıştım.
“Benim biraz işlerim var, onları yapıp akşama
uğrarım!” dediğimde, o ana kadar sessiz kalan Refiye, “Sen
bilirsin...” dedi.
Annem ve Elif’i teyzemlerin binasının önünde indirdim.
Karımı aradım, telefonumu sonradan sessize
almıştım ve beni defalarca aradığı için
duymamıştım. “Kurban olduğum, neredesin? Niye
açmıyorsun? Ne oldu? Bir şey mi var?” diye birkaç soru sordu peş
peşe. “Yok bir şey, işlerim vardı biraz. Bir şey yok,
sen keyfine bak!” dedim.
Karımın sesinden endişeli hali kolayca
anlaşılıyordu. Karım, “Ablam geldi, onunla oturuyorum ben
de...” deyince, “Selam söyle!” dedim. “Şey, sana sürpriz yapacaktım,
ama neyse, annem de geldi. Dün gelmiş, ablamda kalmış...”
deyince şaşırdım. Demek ki kayınvalidem sonunda ortaya
çıkmıştı. Kayınvalidemin arkadan, “Damadıma selam
söyle kızım!” dediğini duydum. Karımın, “Bak annemin
selamı var!” sözü geldi peşinden. “Sen de selam söyle!” dedim.
“Hastaneye getirmiş babam, ama o dönmüş köye. Annem biraz kalacak
burada, hastanede kontrolleri varmış. Köye sonra dönecek...” deyince,
“Tamam kalsın, bizde de kalsın!” dedim. “Söyledim ben zaten, ama
rahatsızlık vermeyeyim deyip duruyor. Neyse sen erken gel!” dedi.
“Bilmiyorum, işlerim var, geç gelebilirim!” dedim. Karım biraz
mırın kırın etti, ancak sonra, “İyi tamam, sen
bilirsin!” diyerek kapadı telefonu.
İşyerine gittim. Özge yoktu, Şevkiye erken
çıktığını söyledi. Karım söylemedi, ama Özge belki
de anneannesinin geldiğini öğrenince çıkıp gitmişti.
Biraz işlerimi hallettim. Çalışanlar Kübra hanımın
işleri için mesaiye kalacaklardı, ama ben istemedim
kalmalarını. Onlar da çıkış saati gelince, “İyi
akşamlar!” diyerek ayrılırken, ben Şevkiye ile tek
kaldım dükkânda.
Daha dün işe girmiş olmasına rağmen çabuk
ısındığını fark ettim Şevkiye’nin. Ancak
yine de, “Şevkiye hanım, gel bakalım şöyle, biraz
konuşalım...” dediğimde, önce biraz tedirgin davrandı.
“Korkma, korkma, işle ilgili konuşalım!” dediğimde ise, “Olur...”
dedi başını öne eğerek. Karşımdaki koltuğa
otururken ellerini dizlerinin üzerinde birleştirmişti. Bana bakmaya
çekiniyordu.
“Nasıl, memnun musun? Çocukların bir yamuğu yok değil mi?”
diye sordum. “Yok, çok şükür, hepsi de iyi insanlar!” dedi. “İyi, bak
bir şey olursa çekinme bana söyle!” dedim. “Tamam, söylerim...” dedi.
Sonra da aldığım giysiler için yine teşekkür ve dua etti.
Çıkış saati olmasına rağmen, “Kahve yapayım
mı?” diye sordu. Teklifini geri çevirmedim ve “Olur, ama sen de kendine
yap bir tane, beraber içelim!” dedim. Bir şey demeden kalktı ve içeri
geçti.
Az sonra elinde bir tepsi ile girdi içeri, kahvemi masama bırakırken
kendisi de gene karşımdaki koltuğa oturdu. “Yurttan memnun
musun?” diye sordum. “Çok şükür, başımızı sokacak
yerimiz var sonuçta...” dedi. Azla yetinmesini bilen, kaderci biriydi
Şevkiye. Bunda sekiz çocuk annesi olmasının ve
yaşadıklarının da etkisi vardı.
Bir süre sessiz kaldık. Şevkiye, “Şey, sen, yani Özge şey
dedi... Sen onun annesiyle evliymişsin...” dediğinde
şaşırdım. “Bakıyorum hemen öğrenmişsin!”
dedim gülerek. “Yok, yani, Özge kendi dedi, ben sormadım...” dedi
başını öne eğerek. “Olsun canım, istersen sorabilirsin
de!” dedim.
“Çocuğunuz olmuyormuş?” dedi ürkekçe. Anlaşılan Özge gene
çenesini düşük tutmuştu. “Evet, kısmet olmadı henüz. Biz
senin kadar şanslı olamadık!” dedim. Şevkiye’nin yüzünün
kızardığını fark ettim, “Şey, kader bizimki...”
dedi bana cevap vermek anlamında.
“İnşallah olur!” dedi kahvesinden bir yudum alırken. Ben
susarken o konuşmaya başladı bu kez. “Ben aslında 16 defa
hamile kaldım. 8 kere düşük yaptım, 8 tanesini doğurdum...”
dediğinde, kendi kendime (Kocan geceleri boş geçirmemiş
anlaşılan!) dedim. 16 defa hamile kalmıştı ve bunu
kendisi söylüyordu.
Şevkiye o anda karşımda bir kadın değil de, kocaman
bir am gibi göründü bana. Evet, bir kadın değil de sadece amdan
ibaretti sanki. 16 defa hamile kalmıştı, kocaman, etli, sulu ve
tüylü bir am görüyordum ona baktığımda. Yaşayan, nefes
alıp veren, yemek yiyen, su içen bir amdı Şevkiye. Bir süre
bakakaldım ona öylece.
Şevkiye, “Kocam çok severdi çocuk. Bir de bizim ailede de öyledir. Bizde
beşten az çocuğu olana iyi gözle bakılmaz...” dedi. Kahvemi içip
boş fincanı tabağa koyarken, ona, “Benim hanım
amcaoğlunun karısıydı. O rahmetli olunca töre gereği
onunla evlendim. Ee, doğal olarak hanımın biraz yaşı
var. Onun için hamile kalması da biraz zor oluyor. Bakalım ilaç falan
kullanmaya başladı...” dediğimde, “Bizde de var o töre.
Aslında beni kaynımın alması gerekliydi töremize göre, ama
eltim istemedi. Bir de kaynım korktu aslında. Bu kocamın
vurulmasından sonra cesaret edemedi. Hem sekiz tane çocuk, hele ki dördü
sakat olunca hiç istemedi...” dedi.
Pardesünün altında koca memeleri bütün haşmetiyle kendini belli
ediyordu. Kara kalın kaşlı, esmer güzeliydi. Yüzüne bakınca
anlaşılıyordu bu. Her ne kadar yanaklarında,
dudaklarının üzerinde siyah tüyler olsa da, güzel bir
kadındı. Kaynı onu almamakla hata etmişti bana göre.
Bir süre başını önüne eğdi. O böyle dururken ceketimin
cebinden bir miktar para çıkardım. Yanına geçip, “Şevkiye
hanım, şunu al...” dedim. Şevkiye elimdeki parayı görünce,
“O ne?” diye sordu. “Senin, maaşından ayrı. Dilber’e ne
maaş veriyorsam sana da aynısını vereceğim. Bana
kimliğini ver, hemen sigorta girişini de yapalım. Ama önce
şunu al...” diyerek parayı uzattım yine.
Şevkiye, “yok, alamam, olmaz!” derken, “Niye?” diye sordum. “Olmaz, zaten
beni aldın işe. Üst baş da aldın. Çocuklarıma yurtta
bakıyorlar zaten. Ben alamam...” dedi. “Bedava mı
çalışacaksın yoksa?” dedim şaşkınca. Bir şey
demeden susuyordu Şevkiye. O zaman elini tuttum ve parayı
tutuşturdum eline.
Şevkiye elini çekmek istedi, ama ben bırakmadım. Parayı
almaktan çok elimin eline değmesinden utanmıştı, yüzü
kızardı. Ama başka çarem yoktu. Çalışmaktan az da olsa
nasırlaşmış ellerini hissetmek bile beni etkilemeye
yetmişti. O anda üzerine atılıp elbiselerini yırtmak ve
çatır çatır sikmek istedim. Ama bunun olmayacağını
biliyordum. Kalkıp koltuğuma otururken, Şevkiye de boş
fincanımı alıp çıktı dışarı.
Annemin karım için dedikleri geldi aklıma sonra. Acaba Remzi abi
konusunda doğru söyleyen kimdi? Annem mi, yoksa karım mı
doğru söylüyordu? Bilmiyordum bunu. Hem kayınvalide durup dururken
neden çıkıp gelmişti?
Ben bunları düşünürken, Şevkiye’nin, “Şeyy, çıkmayacak
mıyız?” demesiyle kendime geldim. “Ha, tamam, hadi
çıkalım...” dedim ve dükkânı kapadım. Şevkiye yine
arka koltuğa oturacakken, “Şevkiye hanım, gel öne otursana!”
dedim. Bu sözler ağzımdan öylesine çıkmıştı. Ne
diyeceğini, ne yapacağını bilmiyordum. Elini tutmamdan
ötürü utanmıştı, şimdi ön koltuğa oturur muydu acaba?
Ama Şevkiye beni şaşırttı ve “Tamam!” diyerek
kapıyı açıp ön koltuğa oturdu yavaşça. Doğrusu
çok sevinmiştim buna. Utangaç davranıyordu Şevkiye. “Yurtta
senin çocuklarla kim ilgileniyor? Çocukların sakatlığı ne
peki? Anlatsana!” dedim. Maksat konuşmak, onu rahatlatmak, kendime
yakınlaştırmaktı. “Çok şükür öyle akıl
sağlıkları ile ilgili bir sıkıntı yok. Ama
işte, sakat dediklerimde boy kısalığı, bir de iç
hastalığı var. Yani sık sık, kolayca hasta
olabiliyorlar. Ama şey, asıl sıkıntım bir keresinde
doktor demişti. Kızlarımın çocuk sahibi olması
zormuş. Düşük yapma durumları varmış. Ben de 8 defa
yapmıştım zaten. Ama kızlarımın düşük yapma
ihtimali daha çokmuş...” dedi. Gözleri nemlenmişti, eliyle gözlerini
sildi bir süre.
“En büyük kızım çok şükür sağlam, bir şeyi yok onun. O
ilgileniyor çocuklarımla. Kendisi de orada kurs görüyor zaten!” dedi.
“Diğerleri kaç yaşında peki?” diye sorduğumda, “Şey,
en büyüğü 20 yaşında, ondan sonrakiler de 18, 16, 13, 11, 6, 4,
bir de 2,5 yaşında!” dedi. Anlaşılan kocasıyla dur
durak bilmeden sikişmişti Şevkiye.
“Kusura bakma ama, çok çocuk yapmışsınız!” dediğimde
yüzünün pembeleştiğini fark ettim. Yaptığım
patavatsızlığın farkına sonradan vardım. Bunu
derken (Kocanla amma sikişmişsin!) der gibi olmuştum. Neyse ki
Şevkiye gene, “Ne yapalım, kader!” deyince ben de başka bir
şey demedim.
Ona, “Sen kaç yaşında evlendin peki? Sorması ayıp
yaşın kaç senin?” dediğimde, “Şey, 13 yaşımda
nişanladılar beni. Kocam askere gitmeden evlendik. İşte, 16
yaşındaydım ilk kızımı doğurduğumda.
Ama ondan önce bir düşük yapmıştım...” dedi. Demek ki 36
yaşındaydı. Kocası 1,5 sene önce ölmüştü. Onunla
yaklaşık 18 sene evli kalmış ve 18 defa gebe
kalmıştı. Yani kocası her sene gebe
bırakmıştı Şevkiye’yi.
“Büyük kızın okumadı mı peki?” diye sordum. “Şey,
ilkokuldan sonra göndermedi babası.” dedi. Ona, “Bu yaşına
gelmiş, ama halen evlenmemiş?” dediğimde ise, “Ben istemedim... Ben
erkenden evlendim de ne oldu? Talipleri çıktı akrabalardan, ama ben
istemedim erkenden evlenmesini. Hem akrabalarla evlenirse durumu bana benzer
kızımın. Babası da vurulunca, orada daha fazla
kalamadım. Aldım çocuklarımı geldim buraya. Gelmeseydim
şimdiye kızımı birine vermek zorunda
kalmıştım belki de...” dedi.
Şevkiye’yi aynı yerinde bıraktım. Elinde eski
kıyafetlerinin ve diğer alıp da giymediği yenilerinin olduğu
torbalarla, “İyi akşamlar!” diyerek arabadan inerken onu izledim.
Demir kapıyı son kez kapatmadan bana baktığını
sezdim. (Belki de benden hoşlanmıştır...) dedim kendi
kendime. Bu kadına karşı içimde acıma ile birlikte
başka bir şeylerin de olduğunu fark ediyordum. Daha çocuk
sayılacak bir yaştan itibaren sikilmeye
başlamıştı, kocasıyla durmaksızın
sikişmişti. Bu konuda tecrübeli olduğu su götürmezdi.
Refiye’yi aradığımda, bana, “Yemek yiyelim, gelsene!” dedi.
“Tamam, geliyorum!” dedim. Yolda bir çiçekçiye uğrayıp, güzel bir
buket çiçek yaptırdım, ardından soluğu onun evinde
aldım. Zili çaldım. Ben yalnız olacağımızı
sanıyordum. Oysa kapının önünde Ceren duruyordu...
[Osman]
|