Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 94. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
Şevkiye karşımda korkak,
şaşkın ve meraklı bakışlarla duruyordu. Elini
geri çekti. Titreyen sesiyle, “Ne istiyorsun, ne yapayım?” dediğinde,
“Şişşş, korkmana gerek yok, buraya gel, sarıl bana!”
dedim ve yeniden elini tuttum. Kendime çektim. Ellerim sırtında
gezinirken, Şevkiye’nin elleri iki yana serbest şekilde duruyordu. O
anda bir kuş kadar ürkek olduğunu anlamıştım.
Niyetim onu korkutmak, incitmek değildi. Onu kaybetmemek için
ağzımdan nikâh lafı çıkmıştı. Bunun
sonuçlarının nereye gideceğini hiç düşünmemiştim
aslında. Onun (Düşündün mü?) sorusuna verdiğim cevap
yalandı. Annem ve babam 8 çocuklu bir kadını nikâhıma alacağımı,
aldığımı duysa beni evlatlıktan reddederdi.
Şevkiye’nin sırtında geziniyordu ellerim. “Rahatla, korkma, bir
şey yapacak değilim, benden kötülük gelmez sana, korkma, hadi,
lütfen, bak az önce ne diyordun? Senin niyetinden kuşkum yok diyordun, e
şimdi ne oldu peki? Niye böyle ürkeksin? Hadi, sarıl bana, seviyorum
seni...” dedim usulca.
Yanaklarını yeniden ufak ufak öpmeye başladım. Tepki
vermiyordu Şevkiye. Dolgun vücudunu göğsümde, avuçlarımda
hissetmek çok hoşuma gidiyordu. Onunla kim bilir nikâhımız ne
zaman kıyılacaktı. O zamana kadar sabredemezdim.
Kulağına, “Seninle olmak istiyorum!” dediğimde beni gerisin geri
itti Şevkiye.
Bir elini ağzına götürdü. Utanmıştı. “Lütfen, yapma
böyle, utanma. Nasılsa karı koca olmayacak mıyız?” dedim.
Şevkiye ise, “Olmaz, Osman, nasıl böyle bir şey
düşünebilirsin?” diye karşılık verdi. Sonrasında da,
“Bu zinadır, bilmiyor musun? Ne kadar günah olduğundan haberin yok
mu?” dedi.
Ben bir şey demeye fırsat bulamadan Şevkiye devam etti, “Demek
senin göster dediğin şey buydu ha. Yazıklar olsun, senden
beklemezdim bunu. Oysa ben ne hayal kurmuştum. Niyetim gerçekten seninle
evlenmek, senin karın olmakken, sen benim hakkımda neler
düşünüyor muşsun? Şu verdiğin paraya mı güveniyorsun?
Ne sandın sen beni? O kötü, pis kadınlardan biri mi sandın? Al
paranı başına çal. Benden de uzak dur!” diyerek masanın
üzerindeki parayı alıp yere attı. Beni omuzlarımdan geriye
itip çıkacakken elini yakaladım.
“Beni dinle, lütfen. Seni çok seviyorum, görmüyor musun, anlamıyor musun?”
dedim, karşısında ağlamaklı bir hal
takınmıştım. Gitmesini, beni bırakmasını
istemiyordum. Şevkiye, “Bu mu senin sevgin? Böyle mi gösteriyorsun
sevgini?” dedi, sinirliydi, ağlamak istiyor ama ağlayamıyordu.
“Otur şuraya!” diyerek onu koltuğa oturttum zorla da olsa. Yerdeki
parayı alıp yeniden masanın üzerine koydum.
Ben de karşısına geçtim ve “Beni iyi dinle!” diyerek ona
Zekiye’nin evinden bahsettim uzun uzun. Sadece resimlerini gördüğüm evi
aklımda kaldığı kadarıyla anlatıp övdüm. Ama
elbette Zekiye ve kızından bahsetmedim hiç. Onu rahatlatmak,
inandırmak istedim. Beni ses etmeden ama sinirli bakışlarla
dinledi. Evle ilgili sorular sormaya başladığında
doğru yolda olduğumu anladım. Evi, olmadı resimlerini
görmek istediğinde, “Tamam, halletmeye çalışırım!”
dedim. Ev mevzusunu açmam iyi olmuştu. Ev onun yumuşak
karnıydı.
Şevkiye, “Memlekette de adam akıllı bir yerimiz yoktu. Rahmetli
kocam biraz saftı. Kayınpederimle kayınlarım
uyanıktı, ne kadar mal mülk varsa kendi üzerlerine yaptılar.
Bize de iki göz bir yer vermişlerdi. Onun için bir evimin
olmasının üzerine bu kadar çok düşüyorum!” dedi. Ona parayı
gösterip, “Bu para senin, öyle almıyorum falan deme. Bu zamanda para buldun
mu alacaksın!” dedim gülerek.
Şevkiye o kadar tepki göstermesine rağmen bırakıp
gidememişti. Ev ve parayı terk edecek durumda değildi. Bana, “Ama
düşüncen çok yanlış!” deyince, “Karım olmanı
istiyorum. Ama o gün ne zaman gelir bilmiyorum. O zamana kadar beklemek çok zor
benim için!” dedim. Hiç ses etmeden baktı yüzüme uzun uzun. Sanki
aklımı okumaya çalışıyordu.
Uzun süren bu bakışların ardından iki eliyle yüzünü
kapattı, kendi kendine bir şeyler mırıldandı bu
sırada. Ardından, “Burada mı, yani burada mı olacak?” dedi
yutkunarak. “Evet!” dedim. Gene bir sessizlik oldu. Şevkiye’nin gözlerinin
nemlendiğini görüyordum, konuşmakta zorluk çekiyordu. Bu
sessizliklerin sebebi de buydu.
“Kapı kapalı mı?” diye sordu eliyle işyerinin
kapısını işaret ederek. “Evet, merak etme. Kapalı,
kimse bilmeyecek!” dedim. Şevkiye yeniden sustu, bu sefer de, “Burası
peki? Burası görülmez ya?” deyince, “Merak etme, burası arkaya
bakıyor, korkma!” dedim.
Uzun bir sessizliğin ardından Şevkiye, “Bana söz vermeni
istiyorum. Bu ev meselesi ile ilgili yalan söylemiyorsun değil mi?”
dediğinde, “Hayır, inan yalan söylemiyorum, yalan değil!” dedim.
Bir söz söylemiş, sonrasında da gerisini nasıl getiririm diye
olur olmadık şeyler söylemiştim. Bu ev de onlardan biriydi.
Ayfer’le evlenmem gerekliydi bunun için.
Şevkiye kalktı ve masanın üzerinde duran parayı aldı
eline. Sonra da, “Daha fazla veremez misin? Burada ne kadar var ki?” diye
sordu. Okuma yazması olmadığından ne kadar para
olduğunu da bilmiyordu. “5.000 TL var orada!” dediğimde yüzünün
aldığı şekil değişti. “Sahi mi, çokmuş!”
dedi, sonra da bir şey demeden içeri, mutfağa geçti.
Az sonra geri geldiğinde para yoktu, çantasına koymuştu. Ne
kadar heyecanlı olduğu her halinden belliydi. Titreyen sesiyle,
“Şey, temizsin değil mi? Yani cenabet değilsin?” deyince, “Merak
etme, değilim!” dedim. Bu da yalanlardan biriydi. Aralık kalan
yazıhanenin kapısını kapattı. Ellerinin
titrediğini fark ettim.
“Kocanı özlüyor musun?” diye sorduğumda şaşkın
gözlerle baktı bana. “Özlüyor musun?” diye sordum yeniden. Evet
anlamında başını salladı. “Bir erkek olarak yani?”
dediğimde, “Lütfen böyle söyleme!” dedi, başını masadan
yana çevirerek. Onun kadar ben de heyecanlıydım. Ama bunu belli etmemeye
çalışıyordum. Konuşurken benim de zaman zaman sesim
titriyordu heyecandan.
Yazıhanenin içinde gezindi gözleri, her tarafa dikkatle baktı.
Birinin bizi görmesinden çok korkuyordu. Ona usulca, “Korkma, kimse yok!”
dedim. Yaklaştım, pardesünün düğmelerini açmaya
başladım üstten ağır ağır. Heyecanım
gittikçe artıyordu her bir düğme açılırken. Sonunda bütün
düğmeler çözüldü, pardesüyü omuzlarından tuttum,
çıkartmasına yardımcı oldum.
Aldığım siyah renkli uzun, pileli etekle beyaz bir gömleği
giymişti. Etek kalçalarını sıkmıştı, bu da
pardesü gibi dar kalmıştı. Ama asıl darlık üstteydi.
Gömleğini üst düğmelerine kadar iliklemişti. Uzun kollu gömlek
üzerine yapışmış gibi duruyordu. Aynı zamanda boydan
da biraz kısa kalmıştı. Gömleğinin altında siyah
renkli bir sutyen vardı. İnce kumaşlı gömleğin
altında sutyeni olduğu gibi belli oluyordu. Memelerini zor zapt
ediyordu sutyeni.
Kırmızı şalının uçlarını arkaya
atmıştı. Ellerini önünde birleştirmiş, yere sabit
şekilde bakıyordu. Ayağındaki siyah spor
ayakkabıları bozuyordu bu görüntüyü. Büyük ayaklı
olduğundan güzel bir ayakkabı alamamıştım kendisine.
Elimi arkaya attım, basit bir şekilde bağladığı
şalını açtım, çıkarıp masanın üzerine
koydum. Yanaklarındaki, boynunun enseye yakın
kısımlarındaki siyah tüyleri gördüm. Her bir tüy teriyle
ıslanmıştı. Başında parlak siyah bir bone
vardı ve saçını altında topladığından iyice
şişmiş, kabarmıştı.
Onu da aldım başından; siyah, yer yer aklar düşmüş
uzun saçları beline döküldü. Bu kadar uzun saçı olduğunu tahmin
etmemiştim. “Saçların uzunmuş!” dediğimde, “Köyde daha da
uzundu.” dedi yine başını kaldırmadan. Saçlarını
okşadım, yumuşacık, pamuk gibiydi. Saçları da terden
nasibini almıştı. Alnında da boncuk boncuk terler
vardı. Esmer güzeliydi Şevkiye.
Sıra gömleğinin düğmelerini açmaya gelmişti.
Taşlı düğmeleri çözerken ellerim titriyordu. Düğmeleri
açmam bir dakikayı aldı, belki de daha fazla. Kol düğmelerini
ilikleyememişti zaten, gömleğin kolları dar kalmıştı.
Şevkiye’nin yüzünün esmerliğine karşın pamuk gibi beyaz
bedeni ortaya çıktığında heyecandan yutkundum birkaç sefer.
Onun gibi ben de terliyordum.
İri memeleri sarkmıştı, sutyeni zor tutuyordu memelerini.
Meme uçları sutyende iz yapmıştı. “Şunu sen açsana!”
dedim. Şevkiye ağır ağır ellerini sırtına
götürdü, sutyenin kopçasını açınca iki koca meme
aşağı yukarı sallandı içinde su varmış gibi.
Meme başları çay tabağının altı kadar büyük ve
koyu kahverengiydi. Etli meme uçları ise o kahverengiliğin
ortasında siyah birer üzüm tanesiydi sanki.
Meme başlarında, karnında ve göbeğinde uzun siyah tüyler
vardı. O öyle dururken, bu kez ben soyunmaya başladım. Ellerim
titriyordu, üzerimdekileri çıkartamayacakmışım gibi geldi
bana. Ama en sonunda karşısında sadece külotumla
kaldığım zaman Şevkiye’nin bakışlarının
vücudumda gezindiğini gördüm. Ben bir şey demeden bu kez kendisi
eteğini lastiklerinden tutup aşağı sıyırdı.
Ona aldığım baklava desenli, siyah külotlu çorabı
giymişti. Çorabının altında kendisinin
kokladığım, yaladığım beyaz pamuklu külotu belli
oluyordu.
Ayakkabılarını bağcıklarını açmadan
arkasına basarak çıkardı. O külotlu çorabını külotu
ile birlikte aşağı sıyırırken, ben de kalan son
parça giysim olan külotumu sıyırıp çıkardım. Az sonra
ikimiz de anadan doğma bir halde karşılıklı
duruyorduk. Şevkiye’nin külotundaki kıllara bakınca az çok
tahmin etmiştim amının ne kadar kıllı olduğunu.
Beklediğim gibiydi, simsiyah kıllar amını ve
kasıklarını kaplamıştı. Ayak bileklerinin
üzerinden başlayarak kasıklarına kadar siyah tüylerle
kaplıydı bacakları ayrıca. Bir kadının en temel ihtiyaçlarından
mahrum kalmıştı Şevkiye. Bacakları gibi kolları
ve koltuk altları da siyah tüylerle kaplıydı. Köyde
yaşamıştı senelerce, epilasyon nedir bilmemesi normaldi.
Ama uzun zamandır ağda yapmadığı da ortadaydı.
Amının derin yarığı o kılların ortasında
hemen dikkat çekiyordu. 8 çocuk çıkmıştı bu amdan, daha
çocuk sayılacak bir yaştan itibaren sikilmeye, sikişmeye
başlamıştı Şevkiye. Yarağım
sertleşmiş bir haldeydi. Ben onun amına bakarken, o da benim
yarağıma bakıyordu. Şevkiye’nin o ilk baştaki itirazlarına
karşın, az sonra deli gibi sikişeceğimizden emindim.
Şevkiye’ye yaklaştım, çıplak tenlerimiz birbirine
değerken her yerimi elektrik çarptı sanki. Vücudumdaki tüm tüylerin,
kılların diken diken olduğunu zannettim o anda. Şevkiye ise
şimdi bana göre daha sakin ve heyecansız görünüyordu. Elleri
sırtımda sabit şekilde dururken, ben onun
sırtını, uzun saçlarını okşuyordum. Sarkık,
iri memeleri göğsüme değiyordu. Boylu poslu bir kadındı
Şevkiye. Tabir yerindeyse at gibiydi. 40 numara ayakkabı giyen ve
kıyafetleri, çamaşırları üzerine dar gelen bir vücuda
sahipti.
Ellerini sırtımdan çekince ben de bıraktım. Şimdi
ayakta birbirimize bakıyorduk öylece. Ses etmeden birbirimizin vücudunu
inceliyorduk. Şevkiye, “Nasıl olacak?” diye sorunca kendime geldim. Bana
koltuğu gösterip, “Bu yatak oluyor mu?” diye sordu. Gülümseyerek, “Yok, bu
böyle!” dedim. Sonra da, “Yoksa sen bu işi sadece geceleri yatakta,
karanlıkta mı yapıyordun kocanla?” diye sorduğumda,
bakışlarını aşağı kaydırdı. Evet
anlamında başını salladı, “Kocam öyle istiyordu!”
dedi.
“Sen istemiyor muydun peki?” diye sordum. Gözlerime bakarak, “Bu şekilde
konuşma!” dedi. Sonra da, “Kadının kocası ne istiyorsa öyle
olur, ben bir şey diyemem!” dedi. Kocası belki de Şevkiye’nin
çıplak vücudunu görmeden, onu okşamadan sadece
yarağını amına sokarak işini gören öküzün biriydi.
Kadını senelerce bir öküz gibi sikmişti.
Şevkiye’nin amını, memelerini emmek, yalamak istiyordum, ama
onun, “Hadi, niye duruyorsun, sen istemedin mi bunu? Şimdi niye durdun
böyle?” demesi üzerine, onun da sevişme konusunda pek bilgisinin
olmadığını anladım. O da kocasının kendisini
senelerce öyle sikmesine alışmıştı, bu işin
başka türlü yapılabileceğini bilmiyordu.
İçerde, arka tarafta mallardan arta kalan çuval ve kartonlar olurdu.
Anadan doğma bir halde geçtim arkaya. Bezden yapılma çuvallar ve
kartonlar üst üste yığılmıştı. Karton ve
çuvallardan alabildiğim kadarını aldım ve yazıhaneye
geçtim tekrar. Koltukları ve sehpayı iterek yer açtım. Alta
kartonları, onun üzerine de bez çuvalları serdim. Koltukların
oturma minderlerini de alıp çuvalların üzerine attım. Basit bir
yatak yapmıştım bile. Şevkiye tüm bunları bir
köşede sessizce izlemişti.
Ona, “Hadi gelsene!” dedim basit yatağı göstererek. Şevkiye
öncesinde, “Şu ışığı söndürsene!” dedi.
İtiraz etmedim, neden istediğini biliyordum.
Işığı kapatınca yazıhanenin içi loş bir
karanlığa gömüldü birden. Ardından Şevkiye ağır
adımlarla minderlerin üzerine basarak çömeldi ve sonra da sırtüstü
şekilde uzandı. Her iki bacağını kendine çekerek
yanlara açtığında amı kabak gibi
çıkmıştı meydana. Uzun saçları,
sırtının, belinin altında kalmıştı. Bu
görüntü sönükleşen yarağımı yeniden sertleştirmeye
yetmişti. Dizlerimin üzerine çöktüm ve açık duran
bacaklarının arasında yerimi aldım.
Şevkiye hiç ses etmeden bana bakıyordu. Yarağımı
sıvazladım bir süre, ardından yavaş yavaş
kıllı amına bastırmaya başladım.
Yarağımın kafasından vücuduma yayılan heyecan
dalgasına karşılık Şevkiye’den hiç ses seda
çıkmıyordu. Yarağım bereketli amına ağır
ağır girerken ben de üzerine eğiliyordum gittikçe. Sonunda
yarağım taşaklarıma kadar amına girmişti.
Amında ıslaklık olmadığından emindim, ama buna
rağmen kolayca girmiştim içine.
Amının içi sıcacıktı. Şevkiye
bacaklarını biraz daha yana açtı, sol ayağı
masanın altına girmişti, sağ ayağına ise koltuk
engel oluyordu. Amının içinde bir süre hareketsiz şekilde
kaldım. Sol bacağı neyse de, sağ bacağını
biraz daha açsa çok iyi olacaktı. Ona, “Şu ayağını
koltuğun üzerine atamıyor musun şöyle?” dediğimde, yine hiç
sesini çıkartmadan dediğimi yaptı. Koca, hantal görünen vücuduna
rağmen çeviklikle ve çabucak yapmıştı bunu.
Şimdi daha rahattım. Ayakuçlarımdan destek alarak biraz daha öne
çektim kendimi. Amı sanki taşaklarımı da içine alacak kadar
genişti. Amının içindeki yarağımın ona bir etki
yapmadığını düşünüyordum. Derken yine
ayakuçlarımdan destek alarak ağır ağır sikmeye
başladım Şevkiye’yi. Üzerine daha da eğildim, her iki
elimle omuz başlarını tuttum. Bu şekilde amında gidip
gelmeye başladım.
İri memelerinin, benim ileri geri hareketlerimle beraber sallandığını
görüyordum. Şevkiye’nin koca vücudu da aynı şekilde ileri geri
oynuyordu. Bir süre devam ettim bu şekilde. Onun hiç tepki vermemesi beni
hem şaşırtıyor, hem de kızdırıyordu.
“Hoşuna gitmiyor mu?” diye sordum. Gözlerini gözlerime dikmişti.
Soruma cevap vermedi. Bu beni daha da kızdırdı. Aynı soruyu
yeniden sordum. “Cevap versene, zevk almıyor musun?” dedim sinirle.
Gerçekten sinirlenmiştim.
Bu kez cevap verdi. “Sen işini görsene!” dedi. Kendisine o şekilde
soru sormama tepki göstermişti. Oysa kaç zamandır eline erkek eli
değmemişti. Şimdi benimle birlikte zevkin doruklarına
çıkmasını istiyordum, ama Şevkiye bunun yerine bana (Sen
işini görsene!) diyordu. Evet, kocası senelerce bu şekilde
işini görmüştü, onun da bildiği başka şey yoktu.
“İyi tamam, görelim işimizi o zaman!” dedim ve amından
çıktım. Şevkiye şaşkın bakışlarla, “Geldin
mi?” diye sorduğunda ses etmedim. “Bacaklarını getir şöyle,
omzuma atacam!” dedim. Şevkiye bu kez ağır ağır
davranıp dediğimi yaptı. Topuklarının
çatlaklığını ve ayak tırnaklarının
biçimsizliğini fark ettim o sırada. Aynı zamanda
ayağından da bir miktar koku geliyordu.
Her iki bacağını koydum omzuma, dizlerimin üzerinde ileri
doğru kaydım. Kalkık yarağımı açık duran
amına soktum yeniden. Şevkiye dengesini sağlamak için bir eliyle
masadan tutunurken, diğeriyle de koltuğu tutmuştu. Koltuğun
yumuşak minderleri dizlerimin altında ileri geri kayarken, amına
bu sefer sert hareketlerle pompalamaya başladım. Şevkiye’nin
etli kalçalarına, göt yanaklarına çarpmaya başlayan
kasıklarımdan, taşaklarımdan 'Şlop, şlop,
şlop...' sesleri gelmeye başlamıştı. Bu seslerle
birlikte içimde daha büyük bir azgınlık oluşuyordu.
Şevkiye’nin amının gittikçe sulanmaya
başladığını fark ettim. Yarağım amına
kolayca girip çıksa da, şimdi daha da rahat hareket edebiliyordum.
Çıkan sesler loş karanlık yazıhanenin içini
yankılandırırken, altımızdaki deri minderlerden de
osuruk benzeri sesler geliyordu. Geniş amı boşalmamı
geciktiriyordu. Ara ara durarak yeniden sikmeye başlıyor,
yarağımı amının duvarlarına sürterek onun da
zevke gelmesini sağlamaya çalışıyordum. Sonunda
başarmıştım. Müstakbel karımın kapalı
dudaklarından fısıltı gibi sesler eşlik etmeye
başladı az sonra tüm bu seslere.
Dizlerinin hemen üzerinden sıkıca kavramıştım
bacaklarını. Her bir yarak darbemle bacakları ileri geri
sallanırken Şevkiye masa ve koltuğu tutmayı
bıraktı. İleri geri sallanan memelerini kavradı elleriyle.
Dudaklarından artık, “Iğmm, ağhh, uğmm, uff...”
sesleri çıkar olmuştu. Hafif göbekli karnı da
sallanışlardan nasibini alıyordu bu arada. Her bir yeri
bıngıl bıngıl oynuyordu Şevkiye’nin.
Sikiş seslerimize koca amından gelen sesler karışmaya
başladı bu kez. Yarağımla birlikte amına girip
çıkan havanın osuruk benzeri sesleriydi bunlar. Artık
Şevkiyem aldığı zevki gizleyemez olmuştu. Ona, “Haa, iyi
mi, geldin mi zevke, iyi mi böyle, haa, nasıl? Söylesene, memnun musun?”
diye aklıma ne gelirse söylüyordum o sırada. Ancak Şevkiye bana
cevap verecek durumda değildi. Koca memelerini sıkıp
yoğuruyor, ara ara da yine koltuk ve masadan tutunarak destek almaya
çalışıyordu.
Terlemiştim, oysa dışarıda
yağmur yağıyordu ve serin bir hava vardı. Şevkiye’nin
de saçlarında, alnında, memelerinde ter damlacıkları
vardı. Bu pozisyonda daha fazla devam etmek istemedim. Ayrıca
yorulmuştum ve biraz dinlenmem gerekliydi. Amından
çıktığımda Şevkiye’den yine, “Geldin mi?” sorusunu
duymak hoşuma gitti. “Yok, sen geldin mi?” diye sordum gülerek. Onun, “Heee!”
demesiyle şaşırdım.
“Geldin mi? Boşaldın mı gerçekten?” diye sordum
şaşkınca. “Evet!” dedi, suratı sikişin zevkinden mi
yoksa utandığından mıdır bilmem,
kıpkırmızıydı. Ortam ne kadar aydınlık
olmasa da anlaşılıyordu bu. Ona, “Şöyle gel, koltuktan
tutun, şöyle gel...” diyerek, koltuğun oturma kısmından
tutunarak domalmasını istedim. Şevkiye deri minderleri
dizlerinin altına koydu önce, sonra da dirseklerini dayadı
koltuğun mindersiz oturma kısmına.
Koca göt yanakları kıpkırmızıydı aynı yüzü
gibi. Yarağımı sıvazladım bir süre. Göt
yanaklarında gezindi ellerim. Ayırdım göt yanaklarını,
yoğun bir osuruk kokusu geldi burnuma önce. Başparmaklarımı
derin yarıkta gezdirdim. Derin bir kuyu gibi olan sert ve sık
kıllarla kaplı göt deliğini parmaklarımın ucunda
hissettim.
Şevkiye hiç ses etmiyordu şimdi, ara ara başını
sağa sola oynatıyordu sadece. Yarağımı götünün
yarığında aşağı yukarı gezdirdim bir süre.
Sonra da halen aralık duran ıslanmış, etli amına
soktum yarağımı tekrar. İçinin
sıcaklığını hissettim yarağımda. Göt
yanaklarını sıkıca kavradım ve sert şekilde
pompalamaya başladım amına.
Şevkiye’nin etli, dolgun ve yumuşak göt yanaklarının yarak
darbelerimle titremeleri, amından ve kasıklarından gelen
yoğun seslerle birlikte daha da sert sikmeye başladım. Beni
durduracak bir şey yoktu, abandıkça abanıyordum.
Şevkiye’nin amına en dibine kadar girip çıkıyordu
yarağım. “Ağhh, ığmm, ayyy, ağhh, ığmm,
oğhh, uğhh...” seslerini daha çok çıkarır olmuştu
Şevkiye. Belki de böyle sert sikilmekten daha çok zevk alıyordu.
Artık boşalmaya yaklaşıyordum git gide. Ara ara
yavaşlayıp yeniden hızlanarak kendimi kontrol etmeye
çalışsam da, bir yere kadardı. Boşalmaya
yaklaştıkça daha sert sikmeye başladım. Şevkiye’nin
tutunduğu koltuğun ayaklarının zemin üzerinde ileri
doğru hareketlerinden kaynaklanan gacır gucur sesleri
sikişimizin seslerine karşımaya başlamıştı
bu arada.
Sonunda müstakbel karımın iniltilerine benim zevk iniltilerim
karışırken, yarağımda ne kadar döl kaldıysa
akıttım amına. Uzun sürdü boşalmam, amında bir
dakikaya yakın gidip gelmeye devam ettim. Vücudum
gıdıklanır gibi olmuştu boşalırken. Yarağımı
amından çıkardığım zaman farkına vardım yaptığımın.
O anda (Ya hamile kalırsa?) diye bir korku düştü içime. Birbirimize
söz vermiştik, ilerde evlenecektik. Ama o anda henüz fol yok yumurta
yokken amına boşalmam aptalcaydı. Boşalana kadar
aklıma gelmemişti bu. Oysa Şevkiye rahattı. Ağır
ağır, koltuktan tutunarak doğruldu. “Geldin mi?” diye üçüncü
defa sordu aynı soruyu. “Geldim!” dememle beraber kendi kendine bir
şeyler mırıldandı, dudakları kıpırdarken.
Ayağa kalkıp koltuğuma oturdum, Şevkiye ise yerdeki
minderleri koltukların üzerine koydu yeniden. Çuvallar ve kartonlar da
ileri kaymıştı iyice. Şevkiye onları da özenle
kaldırdı yerden, bakışlarım arasında
koltukları ve masayı düzeltti. Ter içinde kalmış,
yorulmuştum. O da aynı şekildeydi. Kendisi de az önce destek
aldığı koltuğa oturdu. Ben bir sigara yakarken, o elinin
tersiyle alnındaki ve yüzündeki terleri siliyordu.
Bir süre hiç ses etmedik. Sonra Şevkiye, “Şeyy, şeyin de, yani
gelmen de çok uzun sürdü!” dedi utanmış bir halde. “Benimki böyle.
Daha bu bir şey değil aslında!” dedim kendimi överek. Şevkiye,
“Hanımınla da böyle mi oluyor?” diye sordu bu sefer. “Evet,
hanımımla da aynı oluyor!” dedim gülümserken. Şevkiye sessiz
kalınca, “Senin kocan nasıldı?” diye sordum.
Başını önünden kaldırmadan, “Hiç anlamazdım!” dedi.
Tahmin ettiğim gibiydi. Yoksa o kadar defa hamile bırakamazdı
Şevkiye’yi.
Gene bir süre sessiz kaldık. Şevkiye, “Yurda gidince yıkanmam
gerek!” deyince, “İyi ya, gider yıkanırsın!” dedim.
“Nasıl olacak ki bu? Ha deyince yıkanamazsın orada. Hem
yıkanmak istediğimde de soracaklar bana (Ne oldu? Niye gündüz vakti
yıkanıyorsun böyle?) diye. O zaman ne diyeceğim ben?” dedi.
Üzgündü bunu söylerken. “Haftada 3 gün yıkanmamıza izin var. Bugün
yok mesela, yarın akşam yıkanabilirim ancak. O zamana kadar da
cenabet mi kalacağım?” dedi. İşyerinin banyosunda
kullanmadığımız duş geldi aklıma. Kalkıp
banyoya geçtim, şohbeni açtım. Sonra Şevkiye’ye, “Hadi gel!”
dedim. “Nereye? Böyle gidilir mi? Dur giyineyim!” derken, “Bırak
şimdi, gel yıkan hadi!” dedim.
Şevkiye anlaşılan bu duşu daha önce fark etmemişti. Su
çok sıcak olmamasına karşın idare ederdi. Ancak sabun falan
olmadığından bu şekilde sadece suyla yıkanmak
gerekliydi. “Gir yıkan, ben de sonra yıkanırım!” dedim.
Şevkiye cenabet kalmayacağı için yüzünde güller açıyordu. O
yıkanırken, ben de kartonları ve çuvalları aynı yerine
kaldırdım.
Kurulanmak için havlu da olmadığından, Şevkiye ıslak
halde çıktı banyodan. O koşar adımlarla yazıhaneye
geçerken, peşinden ben girdim duşa. Ilık suyun altında
ellerimle ovaladım vücudumu, taşaklarımı,
yarağımı. Birkaç dakika sonra yazıhaneye geçtiğimde,
Şevkiye’nin çoktan giyinip hazırlandığını gördüm.
Ancak bu kez başında kırmızı şalı yoktu,
onun yerine sabah başında olan büyük türbanıyla
bağlamıştı başını. Şalını
havlu niyetine kullanmıştı. Bana uzatırken, “Al, kurulan
bununla!” dedi.
Ben de giyindim. Son bir kez çıkmadan önce sigara içmek istedim.
Şevkiye’yi alnından öptüm, “Canım karım, çok seviyorum seni!”
dedim ardından. Şevkiye sessiz kaldı. Koltuğuma oturdum,
sigaramdan birkaç nefes çekmiştim ki, Şevkiye, “Şeyy, Osman, bu
ev işi ne zaman olur?” diye sordu. “Tamam, hallederim dedim ya, bu kadar
acele etme!” dedim gülerek. Şevkiye ise ciddi bir yüzle, “Şeyy, ne
kadar erken olursa o kadar iyi olur da!” dedi başını önüne
eğerek.
“Tamam güzelim, tamam dedim ya, halledeceğim, sen merak etme, biliyorum
bir an önce kendi evine çıkmak istiyorsun, ama biraz daha sabret. Yurtta kurallar
çok mu sıkı?” diye sordum. “Yok, kuraldan değil!” dedi. “Niye?
Ne oldu? Çık mı diyorlar yoksa? Söylemediğin bir şey mi
var?” dedim, meraklanmıştım.
“Onun gibi bir şey!” deyince, “Nasıl bir şey, söylesene?” dedim.
Bir süre sustu, cevap vermek istemedi. Sıkıştırınca,
“Şeyy, yurtta ders veren hocalardan biri...” dedi ve yeniden sustu. Bu
söylediği beni işkillendirdi, “Ee, hocalardan biri?” dedim merakla.
Başını hiç kaldırmadan, “Hocalardan biri rahatsız ediyor!”
deyince kan beynime sıçradı. “Nasıl rahatsız ediyor?” diye
sordum. “Ediyor işte!” dedi omuzlarını silkerek. “Ne demek bu
kadın? Adam gibi anlatsana şunu?” dedim sinirle.
“Kızlara ders veren hocalardan biri, kaç zamandır musallat oldu bana.
Elli küsur yaşında, evli barklı bir adam, benimle evlenmek
istediğini söyleyip duruyor. İlk zamanlar ben de bu işe olur
gözüyle baktım, sırf çocuklarım ele güne muhtaç olmasınlar
diye. Ama onun bana ev falan almayacağını anladım. Onunla evlensek
bile, ben çocuklarımla yurtta kalacakmışım yine. Sadece
bana ayrı, özel bir oda vereceklermiş, o kadar. O zaman ben de kabul
etmedim bunu. Ama bu sefer bu sıkıştırmaya
başladı beni. (Kabul etmezsen yurttan attırırım!)
falan diyor. Yurtta çok sözü geçen bir adam, kimseye korkumdan bir şey
diyemiyorum...” dedi.
Bunları duymak canımı sıktı. Şevkiye’nin evle
ilgili bu ısrarının nedenlerinden biri de buydu
anlaşılan. İlk başta itiraz eder gibi olmuş, ama sonra
benimle olmayı kabul etmişti. Amına
akıtmıştım döllerimi. Olur da hamile kalırsa mecburen
evlenecektim onunla, nikâhıma alacaktım. İşin rengi
şimdi daha iyi anlaşılıyordu. Şevkiye kendini garanti
altına almak için benimle beraber olmuştu. Artık karı koca
olmuştuk, ona sahip çıkacak olan bendim. Beni sevdiğine
kuşkum yoktu, ama bana yine de oyun oynamıştı.
“Kim bu? Nasıl bir adam peki?” diye sordum. “Şeyy, beni buraya
getiren adam var ya. Onun abisi bu. Bir de şey var Osman...
Kızımla da alakalı, büyük kızım yani. O da artık
evlenme çağına geldi, güzel de sayılır. Onu da isteyenler
oldu birkaç sefer. Yani bu ev işi ne kadar erken olursa, o kadar iyi
olacak...” dedi. Ondan sonra da bir şey demeden içeri geçti.
Az sonra elinde, siyah renkli, eskimiş bir
el cüzdanı ile döndü. Cüzdanın fermuarını açtı ve
içinden bir resim alıp uzattı bana. “Bak, kızım bu!” dedi
resme bakarak. Vesikalık bir resimdi. Annesinin aynısı, ama daha
güzeli bir kızdı. Kara kalın kaşlı, pembe
yanaklıydı. Burnunun sol tarafında minik bir hızma
vardı. Başını siyah bir şalla gelişigüzel
bağlamıştı resimde. Oldukça ciddi bir hali vardı. “Kaç
yaşında kızın?” diye sordum. “Demiştim ya, 20
yaşında diye!” dedi sevinçle.
Resmi alıp koltuğa otururken pek neşeliydi Şevkiye. Onun bu
neşesine karşılık ben sessizdim. Kendimi
aldatılmış hissettim bir an. “Peki şu adamı sevdin mi
peki? Şu hocayı? (Ben de olur gözüyle baktım bu işe!) dedin
ya?” diye sordum. Ses etmedi, ama benim cevap beklediğimi anlayınca
da, “Benimki sevmek değil. Tek istediğim çocuklarımın iyi
olması. Ben onları düşünüyorum. Hem o yaşta adamın
nesini seveyim ki...” dedi utanmış şekilde. Aklıma pek çok
soru geliyordu, ama soramıyordum bir türlü.
Şevkiye, “çıkmayacak mıyız? Hep burada mı
kalacağız?” dedi gülerek. “İyi, hadi kalkalım!” dedim.
Dışarı çıktığımızda yağmur
durmuştu. Şevkiye’nin torbalarını bagaja koydum. Yurda
yaklaşırken Şevkiye, “Şey, Osman şu numarayı
arasana!” diyerek telefonunu uzattı. Kaydedilmemiş bir numarayı
aramamı istiyordu. “Öğrenemedin mi şunu?” dedim gülerek.
Dediği numarayı aradım verdim telefonu. Şevkiye az sonra,
“Kızım, yavrum, giriş kapısına gelsene, elimde
torbalar var, yardım et bana...” deyip, kapadı telefonu.
Şevkiye’nin (Bunları kime giydiriyorsan giydir!) diyerek masama
attığı şeffaf dantel çamaşırların
olduğu paketi cebime koymuştum. Paketi çıkardım. “Bunlar
senin!” dedim. Şevkiye paketi görünce kızardı, bir şey
diyemedi. Ona, “Bunları sana almıştım, karıma
değil!” dedim ve paketi kucağına bıraktım. Bir süre
hareketsiz kaldı, sonra da ses etmeden paketi alıp kendi
çantasına koydu. Yol boyu başka da konuşmadık.
Kapının önüne geldiğimizde kızı oradaydı. Arabada
annesini görünce hareketlendi. Şevkiye kapıyı açıp inerken,
kıza, “Bak, bu da Osman abin, dedim ya sana!” dedi. Ben de arabadan indim.
Kız resminde görünenden daha güzeldi. Başını büyükçe siyah
renkli bir türbanla bağlamıştı. Üzerinde ise yere kadar
inen bol bir pardesü vardı yine siyah renkli. Minik hızması da
burnundaydı. Ayağında ise Şevkiye’ye
aldığıma benzer siyah renkli erkek ayakkabısına benzer
bir deri ayakkabı vardı. Kızı utangaç davranıyordu.
Annesi kadar vardı boyu, ama ondan daha zayıftı.
Kız birkaç torbayı alıp giderken, Şevkiye arkasında kaldı.
Bana baktı, bir şey diyecek gibi oldu, ama demeden kapıdan girip
gözden kayboldu. Müstakbel karım giderken ben de arabaya bindim tekrar.
Yolda yeniden yağmaya başladı yağmur hafiften.
Ağır ağır giderken, yol kenarında yürüyen iki genç
kız dikkatimi çekti. Bunların birinin Tuğba olduğunu tahmin
ettim. Kabarık, uzun kıvırcık saçlarından
yapmıştım bu tahmini. Diğeri ise kapalıydı.
Yanlarından geçerken başımı çevirip baktım. Evet, o
dediğim Tuğba idi. Diğerini de tanıyordum. O da
bankacı Merve hanımdı...
[Osman]
|