Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 95. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
Kol kola girmişler, neşeli neşeli konuşup
yürüyorlardı. Ben yanlarından ağır ağır geçerken
hiç dikkat etmediler, fark etmediler bile. Böyle kol kola yürüdüklerine göre
birbirlerini iyi tanıyor olmalıydılar. Ama nerden geliyordu bu
tanışıklık? Acaba inip bir merhaba desem mi diye
düşündüm bir süre, kararsız kaldım. Ama içimdeki merak
baskın çıktı. Arabayı ilerde durdurdum. İnip onlara
doğru yürürken ikisi de görmüştü beni. Tuğba, “Osman, nerden
çıktın sen böyle?” dedi şaşkınca. Yanındaki Merve
Hanım ise sessiz kaldı, ama onun da
şaşırdığı belliydi.
Tuğba kolunu Merve hanımın kolundan çekti ve elini uzatıp,
“Nasılsın?” dedi. “İyiyim, sen nasılsın?” dedim elini
sıkarken. İki eski sevgili için oldukça resmi bir
selamlaşmaydı bu. “Nerden böyle?” diye sordum. “Arkadaşlarla
buluştuk...” dedi Tuğba. Şaşkındı, ancak
aynı şaşkınlık bende de vardı. Hem uzun zaman
sonra Tuğba’yı görmüştüm, hem de Merve hanım ile
tanışık olduğunu öğreniyordum. Merve Hanım da
aynı şaşkınlıkla yanımızda duruyordu.
Tuğba o sırada önemli bir şeyi unutmuş gibi, “Aaa, pardon
ya, tanıştırmayı unuttum sizi. Merve, Osman; Osman, Merve!”
deyince, Merve Hanım, ben bir şey demeye kalmadan, “Memnun oldum!”
dedi. Oysa tanışmıştık, birbirimizi tanıyorduk,
ama Merve Hanım nedendir bilmem, yeni tanışmışız
gibi numara yapmıştı. O böyle yapınca, mecburen, “Ben de!”
diyerek bu oyuna katıldım.
Dizlerinin biraz üzerine gelen siyah bir etek giymişti Tuğba.
Kahverengi yüksek topuklu deri bir çizme vardı ayağında, diz
altına gelen. Yine siyah, ince külotlu çorap bacaklarını
sıkı sıkı sarmıştı. Üzerinde ise
kırmızı, V yakalı bir bluz vardı. Boynuna altın
bir kolye takmıştı ve kolyede ismi yazıyordu. Siyah, bel
hizasına gelen bir mont vardı ayrıca üzerinde.
Kıvırcık uzun saçları herzamanki gibi kabarıktı.
Fit vücuduyla manken gibiydi. Yanımızdan geçen erkeklerin
bakışlarını üzerine çekiyordu Tuğba. O bundan
rahatsızlık duymasa da, ben rahatsız oldum.
Yanındaki Merve Hanım da Tuğba gibi kahverengi bir çizme
giymişti, ama onunkinin topukları daha yüksek ve sivriydi. Koyu
kahverengi uzun bir pardesü vardı ayrıca üzerinde.
Başını ise leopar desenli bir şalla
bağlamıştı. Tuğba’nın yüzünde yoksa da, Merve
hanımın yüzünde hafif bir makyaj vardı.
El sıkışmamıştım Merve hanımla.
Tuğba’nın yanında yapamazdım bunu. “Hayırdır,
nerden böyle?” diye sordum yeniden. Tuğba, “Dershanedeydim bugün. Yeni
çıktım. Şimdi de Merve ile biraz dolaşalım dedik
öyle...” dedi omuzlarını silkerek. Bana, “Sen nerden böyle?”
diye sorunca, “Benim de işlerim vardı, onun için kalıp biraz
çalıştım...” dedim. Söylediğim elbette yalandı ama
nerden bilecekti?
Tuğba Merve hanıma dönüp, “Osman eski bir arkadaşımdır.”
dediğinde, Merve hanım, “Öyle mi? Ne güzel!” dedi gülümseyerek. Üçlü
bir oyunun içine girmiştik. “Nereye gidiyorsanız bırakayım!”
dedim ilerdeki arabamı göstererek. Birbirlerine kaş göz işareti
yaptılar önce. Sonra Tuğba, “Aslında şu ilerde bir kafe
var, oraya gidiyorduk. Ama senin işin falan yok ya? Seni
alıkoymayalım işinden, yolundan?” deyince, “Olur mu, dedim ya,
işim falan yok benim!” dedim.
Az sonra Tuğba yanımda otururken, Merve Hanım arkada olduğu
halde arabayı sürüyordum. Dediği kafeye birkaç dakika sonra
varmıştık. Burası çoğunlukla üniversiteli gençlerin
takıldığı bir yerdi. Dışardaki yağmurdan
kaçar gibi doluşmuştu gençler içeriye. Neyse ki boş bir masa
vardı. Tuğba montunu çıkarıp sandalyenin arkasına
asarken, Merve Hanım da pardesüsünü çıkarıp masadaki boş
sandalyenin üzerine koydu. O zaman da bütün yetenekleri ortaya çıktı.
Siyah bir tayt giymişti altına. Tayt bacaklarını,
kalçalarını sıkıca sarmıştı. Mavi renkli
açık yakalı bir tunik vardı üzerinde. Şalı ile
tuniğin yakası arasından beyaz koynu görünüyordu. Bankadaki
halinden oldukça uzaktı bu görünümüyle.
Tuğba çayını içerken bir taraftan da bana Merve hanımı
anlatıyordu: “Çocukluktan arkadaşız biz. Çok severdik
birbirimizi. Sürekli beraber oynardık. Ama sonra Merveler Ankara’ya
taşındı, epey bir zaman birbirimizi görmedik, haberimiz
olmadı. Sonra yeniden Konya’ya döndüklerini öğrendim, ama
şartlar elvermedi bir türlü karşılaşmamıza. Sonra bir
gün baktım, dershaneye bir kız geldi. Bir yerden tanıyor gibiyim,
ama çıkaramıyorum bir türlü. Sonra bu, “Ben Merve!” deyince, dünyalar
benim oldu, canım arkadaşım aramış sormuş beni,
yerimi öğrenmiş...” dedi. Bu sırada sol eli Merve’nin elini
okşuyordu.
Demek ki onca zaman sevgili kalmamıza rağmen Tuğba’nın bana
Merve hanımdan bahsetmemesinin nedeni buydu. Birbirlerini çok sevdikleri
belli oluyordu. Merve Hanım Tuğba’nın
konuşmalarını can kulağı ile dinlerken, bir taraftan
da bana kaçamak bakışlarla bakıyordu. Bu
bakışlarında (Ne kadar gizleseniz de, sizin eskiden sevgili
olduğunuzu anladım!) der gibi bir ifade vardı.
Tuğba’nın ona benden bahsetmediğini anlıyordum bu
bakışlarında.
Kısa süre önce karşısına kendisinden yaşça büyük
karısıyla gelen adamın çocukluk arkadaşının eski
sevgilisi olduğunu öğrenmenin
şaşkınlığını, tuhaflığını
yaşıyordu Merve hanım. Merve hanımla ilgili öğrendiğim
ikinci şey ise daha da şaşırtıcıydı. Nerde
oturduğunu sorduğumda, ki aramızda geçen bu konuşmalarda
daha önceden tanıştığımızı belli etmemeye çalışıyorduk
ikimiz de, tarif ettiği yer yengemin oturduğu siteydi.
“Aa, öyle mi? Oranın müteahhidi rahmetli eniştemdi!” dediğimde,
Merve hanımın ağzı bir karış açıldı ve
“Yoksa Kamer hanım...” dedi lafının gerisini getiremeden. “Evet,
yengemdir. Yani şöyle, aslında kendisi rahmetli dayımın
karısıydı. Dayım öldükten sonra rahmetli enişte bey
ile evlendi, yani cici enişte gibi bir şey!” dedim gülerek. Merve
Hanım, “Dünya ne kadar küçükmüş. Biz de Kamer teyzenin
kiracısıyız!” dedi. “Aynı binada mısınız
yoksa?” diye sordum şaşkınca. “Yok, biz yan binada oturuyoruz!”
dedi gülümseyerek. Yengemin birkaç kiracısından biri
çıkmıştı Merve Hanım. “Nasıl, memnun musunuz
yengemden? Kira ile ilgili bir sorun yapmıyordur umarım?” dedim
gülümseyerek. Aynı şekilde gülümseyip, “Yok, dünya iyisi bir insan
kendisi. Ne zaman bizi görse halimizi hatırımızı sorar. Ama
eğer bir problem olursa rahatsız ederim sizi!” dedi Merve Hanım.
O sırada beni rahatsız eden bir şey oldu. Tuğba
karşımda, Merve hanımsa sağımda
kalmıştı. Merve hanımın arkasındaki masada oturan
gençlerden birinin ara ara Merve hanımın sırtına, götüne
baktığını fark ettim. Elbette Merve Hanım ve
Tuğba bunun farkında değildi, ancak ben görmüştüm bunu.
Sandalyemi hafifçe geriye yana çektim. Bu pezevenk neye bakıyordu böyle?
Derken sebebini anladım. Merve hanımın tuniği otururken
sandalyeye takılmış, hafifçe sıyrılmıştı
ve taytının lastiği ile tuniği arasında küçük bir
açıklık kalmıştı. Bu pezevenk de gözünü oraya
dikmişti. Yana doğru sertçe baktım, en fazla 21-22
yaşında gösteren gencin suratı kızardı bir anda
korkuyla, önüne döndü.
Genç artık bakmaz olmuştu korkusundan, ama bu sefer de ben gözümü
alamıyordum o noktadan. Tuniğinin içine body giymemişti.
Başparmağımın tırnağı kadar bir
aralıktan Merve hanımın bembeyaz eti görünüyordu. Kendisi olan
bitenin farkında olmasa bile sikimi sertleştirmeyi
başarmıştı Merve Hanım. Tuğba anlayacak diye ödüm
kopuyor, ama kendime de engel olamıyordum. Merve Hanım bankacı
olduğunu söyleyip, “Bankamızla çalışmak ister misiniz?”
diye sorduğunda, gülmemek için kendimi zor tuttum. Ama Merve Hanım
çok ciddiydi bunları söylerken. Bu oyunu sürdürmekte kararlıydı.
Tuğba ise tüm bunları güler yüzle dinliyordu.
Sonrasında Merve Hanım, “Müsaadenizle, lavaboya gitmem gerek!”
diyerek kalkınca, çaktırmadan baktım o giderken. Tayt
bacaklarını sıkmıştı iyice. Kalın parlak bir
külotlu çorap gibi görünüyordu. Uzun tuniği her ne kadar örtse de yürürken
karpuz gibi götünün yanaklarının sallanışlarını
fark etmemek için kör olmak gerekliydi. Yüksek ve sivri topuklarının
üzerinde yaylana yaylana gidiyordu Merve Hanım. Az önce benden korkup yana
dönen gencin de bakışları benimle aynı noktadaydı
yine. Kendisine baktığımı anlayınca tekrardan önüne
döndü genç.
Merve Hanım yokken Tuğba, “Bakıyorum iyi
anlaştınız!” dedi. Bunu söylerken yüzünde hafif bir gülümseme
vardı, ama sesi öyle değildi. Bundan
hoşlanmadığını anlamıştım. Merve
Hanım az sonra gelip yeniden oturdu sandalyesine. Ama bu kez
şansım yaver gitmemişti. Tuniği
sıyrılmamış ve beyaz eti çıkmamıştı
ortaya. Merve Hanım işlerimle ilgili sorular sormaya
başladı.
O konuşurken Tuğba’nın gözleri bir Merve hanıma bir bana
kayıyordu. Merve hanımın bakışlarında, sesinde
kendini yeni tanıştığı yakışıklı
erkeğe beğendirmeye çalışan acemi genç kızların
havası seziliyordu. Ara ara başındaki şalını
düzeltiyor, uçları ile oynuyordu. Neden başlangıçta beni
tanıdığı halde numara yaptığını daha
iyi anlıyordum. Karım banka çıkışında, (Ağzına
sıçtığımın orospusuna bak, benim yanımda kocama
sulanıyor!) dediğinde, (Kadın işini yapıyor!) diyerek
tepki göstermiştim. Ancak karım, (Bırak bırak,
işmiş, karının gözleri fıldır fıldır
dönüyordu, görmedim sanma. Sen de memnun olacakmışsın,
bakalım seni memnun edebilecek mi orospu!) diyerek karşı
çıkmıştı bana. Oysa şimdi karımın tepki
verirken haksız olmadığını düşünmeye
başlamıştım. Merve hanımın bana
sulandığı açıktı.
Beş dakika kadar daha oturduk, sonrasında hesabı ödedim ve
çıktık. Yağmur şiddetini artırmıştı.
Tuğba daha yakında oturmasına rağmen önce Merve
hanımı bıraktım evine. Arabadan inerken elini uzattı,
“Tanıştığımıza çok memnun oldum, buyurun bu da
kartvizitim, bir sıkıntınız olduğunda alo demeniz
yeterli!” dedi. Nazikçe sıktım elini, “Ben de, çok teşekkür
ederim!” dedim o inerken. Merve hanım koşar adımlarla binaya
doğru giderken, ben de gerisin geri döndüm Tuğba’yı
bırakmak için.
“İyi kızdır!” dedi Tuğba. Ben de, “Seni de çok seviyor!”
dedim yanıt olarak. Merve Hanım yanımızda olmayınca
rahatlamıştı. Sesi daha keyifli çıkıyordu. “Evet,
öyledir, ben de çok severim onu. Malum erkeklerden yana şansımız
olmayınca...” dedi. Böyle söylemesi içimi acıttı. Töre
olmasaydı şu anda Tuğba ile evli olacakken
olamamıştık. Tuğba sonrasında sessiz kaldı.
“Bu kızın nesi var? Ne darbe yemiş erkeklerden yana?”
dediğimde, “Nişanlıymış, ama ayrılmış
geçen sene!” dedi. “Niye?” diye sorduğumda, “Demesine göre adam kendi
teyzesinin kızıyla aldatmış bunu, ama tam da bilmiyorum.
Gerçi 40 yaşındaymış nişanlısı. Daha önce
evlenip boşanmış, bir de oğlu varmış,
karısında kalıyormuş. Neyse, bu nişanı
atınca, anne babasıyla kavga etmiş. Şimdi senin yengenin
evinde ablasıyla beraber oturuyor. Ablası da bankacı bunun. O da
kocasından boşanmış 2-3 sene önce. Bir kızı bir
de oğlu var ablasının!” dedikten sonra az önce kırdığı
potun farkına varmış gibi, “Kusura bakma, öyle demek istemedim
az önce!” dedi. “Boş ver!” dedim kafamı sallayarak.
Bir süre sessizlik oldu yine. Sonrasında Tuğba, “Sana daha önce
sormak istedim ama soramadım. Mutlu musun?” diye sordu.
Başımı çevirip yüzüne baktım. Ne söyleyeceğimi merak
ediyordu. Ben de ne diyeceğimi bilmiyordum. Mutluyum desem bozulur muydu,
yada mutsuzum desem sevinir miydi? Gerçi Tuğba öyle bir kız
değildi, benim mutsuzluğumla mutlu olacak biri değildi, ama yine
de bilmiyordum. Hem neden bunu soruyordu ki?
Ben bir şey demeden, “Yani, ben hep dua ediyorum senin için, hep mutlu
olman için dua ediyorum!” deyince şaşırdım. Bunu
söylemesinin tek bir nedeni olabilirdi, o da halen içinde bana karşı
bir şeyler besliyor olmasıydı. Kafedeki o ses tonunun sebebi de
buydu. Bunu hissetmek nedendir bilmem içimde bir şeyleri
canlandırır gibi oldu. Orta yollu bir cevap vermem gerekliydi.
“İdare eder, ne eksik, ne fazla!” dediğimde, verdiğim
cevabın hoşuna gidip gitmediğini anlayamadım.
Tuğba konuyu değiştirip, “Esra zeki kız, ama kendini tam
veremiyor derslere!” dediğinde, “Bilmiyorum, fazla ilgilenemiyorum onunla!”
dedim. “Güzel kız ama...” dedi. Sonrasında kısa bir sessizlik
oldu tekrar. “Annesi de onun gibi güzel mi?” diye sordu Tuğba. “Niye merak
ediyorsun?” dedim, “Hiiç, beni bırakıp gittiğin kadını
merak ediyorum sadece!” dedi. Bunu deyince, “Sen bıraktın, ben
değil!” dedim biraz da sertçe. “Aynı annem gibisin. O da
aynısını söylüyor, sen bıraktın çocuğu,
çocuğun seni bırakacağı yoktu deyip durur hep!” dedi
gülümseyerek.
Keriman geldi aklıma. Tuğba söylemezse hatırlamayacaktım
belki de. “Annen nasıl?” diye sordum. “İyi, ne olsun...” dedi, ama
bunu sıkıntılı bir ses tonuyla söylemişti. Ara
sıra kavga ederdi annesiyle. “Ne oldu kavga mı ettiniz?” diye sordum.
“Yok!” dedi, pek bahsetmek istemiyordu, ama ben de merak ediyordum. “Kavga
değilse ne peki?” dedim bu kez. Tuğba, “Bir şey diyeceğim,
ama nasıl desem, sakın şaşırma!” dediğinde, “Ne
oldu?” dedim merakla. Tuğba, “Şey, annem evlendi!” deyince
şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. “Nasıl ya?
Evlendi mi? Kimle? Ne zaman? Nasıl?” diye sıraladım
soruları.
“Annem çalışmaya başlamıştı. Felçli bir
kadına bakıcılık yapıyordu. Evlendiği adam da
kadının kocası zaten; anneme ilgi duymuş adam, kendi
karısı felçli olunca, anlarsın yani... Anneme teklifte
bulunmuş. Annem bana bahsetti konudan. İlk önce karşı
geldim, olmaz böyle şey falan dedim, ama sonradan onay verdim adamla
tanışınca. Evlilik dediysem de, öyle gerçek anlamda evlilik
değil tabii ki. İmam nikâhı sadece...” deyince
şaşkınlığım daha da arttı.
Ben buna benzer bir evlilik yaptığım için beni terk eden,
öncesinde de ağzına geleni söyleyen Tuğba, şimdi annesinin
böyle bir evlilik yapmasına onay vermişti. “Şaka mı bu,
ciddi misin? Bu nasıl iş?” dediğimde, “Öyle...” dedi omzunu
silkerek. “Sen nasıl onay verdin böyle bir şeye?” dediğimde, “Annem
de istedi, bizim üstümüzdeki Nurten abla da aynı şekilde... Hatta
işi anneme bulan da oydu. Adamı da karısını da uzun
zamandır tanıyormuş. Adamın dört çocuğu var felçli
karısından, hepsi evli. Ama kadın felçli olunca çocukları
pek gelip gitmez olmuşlar. Adam bir iki bakıcı tutmuş, ama
onlardan da verim alamamış. Sonra işte, annem
çalışmaya başladı, falan filan, yani hikâye böyle senin
anlayacağın...” dedi Tuğba lafı daha fazla uzatmak
istemiyordu.
“Kaç yaşında bu adam, nerde oturuyor, kimdir, kimin nesidir?” dedim.
Keriman’ın evli olduğuna inanamıyordum. Zamanında büyük
zevkle siktiğim, sikiştiğim kadının şimdi
başka bir erkeğin altına yattığını,
amına başka birinin yarağının girdiğini
düşünemiyordum. “Adam 58 yaşında, karısı daha genç.
Ama iyi insanlar ikisi de. Annem çok mutlu orada. Çocukları arada bir
uğruyorlar, onlar da ilk zamanlar olumsuz baktı, ama şimdi onlar
da kabul etti. İki erkek, iki de kız kardeşim var...” dedi
sonrasında gülerek.
Aklım almıyordu bir türlü. Keriman biriyle evlenmişti ve
Tuğba yanımda oturmuş bunu gülerek anlatıyordu bana. “Ne
kadar oldu peki?” diye sordum. “Çok değil, 6 ay kadar oldu. Evi de
yakın aslında bana...” dediğinde, “Sen tek misin şimdi evde?”
dedim yüzüne bakarak. “Nihayet!” dedi gülerek. Annesinin evlenip
taşınmasından ve evde tek kalmasından mutluydu
anlaşılan. Tuğba, “Eğer istersen uğrayalım annemin
yanına?” deyince heyecanımdan yutkundum. Ben daha bir şey demeye
kalmadan Tuğba telefonunu çıkarmış annesini
aramıştı bile.
“Aloo anne, nasılsın? Bak misafirim var yanımda. Seni çok görmek
istiyormuş, gelip ellerinden öpecekmiş...” derken bana bakıp
gülüyordu. Oysa ben gülecek durumda değildim. Tuğba, “Yabancı
değil, Osman, Osman...” dedi ve sonrasında, “Tamam!” diyerek
kapadı telefonu. Bana bakıp, “Hadi gidelim. Çok sevindi
adını duyunca!” dedi gülümseyerek. Oysa annesi ile geçmişte
yaşadıklarımı bilse kim bilir neler hissederdi Tuğba.
Ama şimdi çok masum şekilde beni annesinin yanına götürüyordu.
Tuğba’nın evinin birkaç sokak ötesinde beş katlı bir
binanın önünde durdurdum arabayı. Tuğba, “Bu bina, en üstte
oturuyor annem!” dedikten sonra indi. Yarın nikâhım olacaktı,
ama ben nelerle uğraşıyordum. Binadan içeri girdik. Dik ve dar
merdivenlerden döne döne çıktık yukarıya. Tuğba önümdeydi.
O merdivenleri tek tek çıkarken eteğinin küçük yırtmacı
açılıyor, siyah parlak külotlu çoraplı bacakları
çıkıyordu ortaya.
Sonunda beşinci kata ulaştık. Kapının önünde bir çift
kadın terliği vardı. Tuğba, “Annemin misafiri var galiba?”
dedi, ardından zile bastı. Kapının ardından
Keriman’ın, “Kim o?” sesi geldi. “Anne aç kapıyı!” dedi
Tuğba. Keriman, “Dur kızım...” dedi önce, 15-20 saniye kadar
sonra açıldı kapı. Keriman tam karşımdaydı...
[Osman]
|