Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 102. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
Arabanın içini kayınvalideden yükselen parfüm kokusu
kaplamıştı. Koku başımı döndürürken gözlerim ara
ara koca memelerine kayıyordu. Arabanın hareketi ile birlikte
sutyensiz memeleri de sallanıp duruyordu sürekli. Koca götü
koltuğu kaplamıştı, etleri koltuktan taşıyordu
hatta. Vites değiştirirken zaman zaman elim sol bacağına
değiyordu. Ama kayınvalide halinden memnun gibi yerinde oturmaya
devam ediyordu.
Bir ara, “Ayy, ağhhh...” diye bir feryat kopardı. “Ne oldu?” dedim
telaşla. “Iğhh, ayy, yok bi şey yavrum, ağhh, söylemesi
ayıp bende şey var, kıl dönmesi var yavrum, ara sıra böyle
her zaman değil ama ağrı yapıyor, acıyor. Doktora
gittim işte geçen Zarife’yle, o da baktı, ameliyatlık bir
şey yok dedi, merhem falan verdi, onu kullanıyorum ama meret geçecek
gibi görünmüyor...” dedi ıkına sıkına. “Geçmiş olsun!”
deyince, “Sağ ol yavrum, sağ ol kurban olduğum...” dedi uzun
uzun. Kayınvalidenin kadın hastalığı dediği buydu
demek ki, götünden rahatsızdı.
Evin önüne geldiğimde baktım, üst katın
ışıkları yanmıyordu. Babam, annem de evde
olmadığından bu saat olmasına rağmen halen
dönmemişti eve. İçeri girdik, kayınvalide direkt banyoya girdi.
Az sonra banyodan şiddetli osuruk sesleri gelmeye başladı. Kayınvalidenin
götünde sanki borazan takılıydı. Çıkan sesleri salondan
kolayca duyabiliyordum. Doğrusu bu sesler yarağımı
hareketlendirmeye başlamıştı. Sesler onun koca götünü
aklıma getiriyor, bu da yarağımı sertleştiriyordu.
10 dakika kadar sonra kayınvalide çıktı banyodan ve gelip
karşıma oturdu. Otururken de bir ayağını altına
aldı. Bu sırada eteğini kaldırıp toplarken
çorapsız, bembeyaz ve dolgun bacaklarını, kalçalarını
kısa bir süreliğine de olsa görmüş oldum. Çoraplarını
banyoda çıkarmıştı anlaşılan. İri
kıyım bir köylü karısıydı. Ama köylü olmasına ve
yaşı olmasına rağmen yine de sağlam mal vardı
kendisinde. Üstelik karşımda çok rahat davranıyordu.
“Uğhh, ayy, ayy...” diyerek sırtına bir yastık koydu. “Bu
gâvur işi tuvaletleri de sevmiyorum, eski tip taşlardan olacak ki
rahat edesin, çömeleceksin böyle, hacetini öyle yapacaksın. Buna oturunca
adamın götü dışarda kalıyor, insan nereye
sıçtığını bilmiyor...” dedi gülerek. Klozetten
hoşlanmamıştı. Eski tip tuvalet taşını evi
tadilat yaptırırken söktürmüş, yerine bunu
taktırmıştım. İlginç olan karım da ilk
başlarda klozete itiraz etmişti. Ama sonradan
alışmıştı. Şimdi annesi de tıpkı
kızı gibi itiraz ediyordu.
Kayınvalide, “Ay yavrum, sana zahmet benim çantam kızların
odasında olacaktı, onu bir getirsene hele...” deyince, “Tamam!”
diyerek kalktım. Kapıyı açıp lambayı yakınca
içerinin dağınıklığı ile
karşılaştım. Kızlar kına gecesine
hazırlanmak, elbiselerini giymek için odanın altını üstüne
getirmişlerdi. Yatakları da dağınıktı.
Sutyen ve külotları ile külotlu çoraplarını koydukları
çekmeceleri açıktı. Çekmecelerin içini
karıştırmışlar, külotlu çoraplar birbirine
girmişti. Minik külotları ve sutyenleri de öyleydi. Bu görüntü
yarağımı sertleştirirken, üstte yatan Esra’nın
yorganının altından beyaz bir şeyin
çıktığını gördüm. Bu onun minik külotuydu. Pamuklu
beyaz külotunu çıkarıp yorganın altına
saklamıştı kendince. Bakire amından gelen akıntı
külotun iç kısmında sarımsı bir leke
yapmıştı. Külotu alıp burnuma götürdüm. Onun bakire
amının kokusunu çektim içime. Külotun lastik kenarlarında bir
iki de minik kıl tanesi vardı ayrıca. Bunlar da
amının, kasıklarının kılıydı.
Yorganı iyice kaldırdım, altında bir de açık sarı
sutyen vardı. Üst kısmı dantelli sutyenin pamuklu iç
kısmında memelerinin uçları iz yapmıştı. Her
geçen gün büyüyen, gelişen memeleri sutyene imza atmıştı
sanki. Bir heyecanla Özge’nin yorganını kaldırdım. O da
kardeşi gibi sutyen ve külotunu çıkarıp buraya koymuştu.
Onunki ise kırmızı, kenarları dantelli bir külottu.
Özge’nin külotunda akıntıdan kaynaklı bir sararma yoktu ama.
Buram buram am ve parfüm kokuyordu. Siyah, üzeri dantelli sutyeni de külotun
hemen yanındaydı. Özge’nin meme uçları da sutyene
imzasını atmıştı, meme uçlarının izleri çok
barizdi.
Yarağım epey sertleşmişti bu görüntüler
karşısında. Hepsini yerine koydum aynı şekilde.
Kayınvalidenin çantası bilgisayar masasının üzerindeydi.
Çantayı alırken aniden bilgisayarın monitörü
aydınlandı ve masaüstü göründü. Kızlar aceleyle
hazırlanırlarken bilgisayarı kapatmayı da
unutmuşlardı demek ki. Bilgisayarı uyku moduna aldım. Bu
gece buna da bakmak istiyordum müsait olunca.
Çantayla beraber içeri döndüm. Kayınvalide, “Nerde kaldın yavrum,
nereye atmışlar çantamı?” diye sorunca,
“Odaları dağınıktı da ondan geciktim...”
dedim. “Hee ya, bizim kız yetiştirememiş bunları. İlla
ki birisi bunların götünü toplayacak. Koskoca gelinlik kız
olmuşlar amma halen daha analarının eline bakıyorlar!”
dedi. Sonra da mutfaktan getirdiğim suyla iki tane hapı üst üste
içti.
Bir süre sessizce oturduk. Sonra, “Yavrum, kahve içer misin?” diye sordu.
“Olur...” dediğimde, “Hee, az bekle hele, ben yapayım aslanıma
da ana oğul şöyle güzel güzel içelim, dertleşelim. Nasıl
içersin aslanım?” dedi. “Orta olur...” dediğimde yerinden
doğrulup kalktı, ağır ağır mutfağa geçti.
Birkaç dakika sonra elinde bir tepsi ile döndü. Sehpayı önüme çektim.
Kayınvalide tepsiyi sehpanın üzerine koyup yanıma oturdu. Üçlü
koltukta yan yana oturuyorduk. Kayınvalidemin, yani Şaheser annenin
koca götü, kalçaları bana değiyordu bu sırada. Götündeki
kıl dönmesinden kaynaklanan acıyı yüzüne bakınca
anlayabiliyordum. Ara ara, “Iğhh, ayyy...” deyip duruyordu.
Çok güzel bir kahve yapmıştı, bol köpüklüydü. “Çok
güzelmiş, Özlem bile bu kadar güzel yapamıyor!” dediğimde, “Hee,
elbet yavrum sıçtığım bok benden eyi yapacak değil
ya!” dedi gülerek. Kahvelerimizi yavaş yavaş içtik. O sıra
telefonum çaldı, karım arıyordu. “Efendim?” diyerek açtım.
“Canım, gittiniz mi, ne yaptınız? Arayamadım da. Şey
diyecektim, annem ilaçlarını aldı mı?” diye sordu. “Evet,
içti!” dedim. “Haa, şey, tamam canım. Uykusu gelirse
kızların odasına geçip yatsın...” deyince, “Tamam tamam,
sen merak etme, ben hallederim. Zaten kahve içiyoruz şimdi, çok güzel
kahve yapmış, seninkinden bile daha güzel!” dediğimde,
kayınvalide de lafa karıştı ve “Duy duy, duy da
öğren!” dedi yüksek sesle gülerek.
Telefonu kapatınca, kayınvalide, “Senin bu hanım, bu ikincisi
yani, pek bir hamarat, pek bir misafir sever. Maşallah her şey dört
dörtlüktü. Çok güzel hazırlamıştı her şeyi.
Aslanıma da böyle kadın yakışır zaten. Yaşı
senden epey büyük yavrum, ama Maşallah at gibi kadın, hemi de güzel,
bir içim su halen. Bin üstüne seni istediğin yere götürür!” dedi gülerek.
Sonra da, “Kızı da pek güzelmiş, o kızdan başka
çocuğu yok mu?” diye sordu.
“Var, bir de oğlu var, kızın ikizi. Ama o Almanya’da
yaşıyor, oraya döndü...” dedim. “Haa, anladım, belki de çocuk
kaldıramadı anasının yeniden evlenmesini, he mi?” deyince,
“Eh, biraz öyle aslında...” dedim. “Neyse yavrum, boş ver sen.
Kaptın mı gül gibi kadını, sen ona bak. Siktir et
oğlunu moğlunu!” dedi gülerek.
Bu dediğine cevap veremedim. Ama Şaheser anne de benim vereceğim
cevabı beklemeden gene konuşmaya devam etti: “Hee, kadının
da malı mülkü var herhalde. Evi de epey büyük, her şey pahalı,
güzel. Özlem anlattı biraz, bunun kocası ölünce mi paraya konmuş
böyle?” diye sordu. “Hı hı, kocası Almanya’da iş
kazasında ölünce tazminat almış. Sonra da kesin dönüş yapmış
buraya...” dedim. “Hee, kadın başına ne yapacak gâvur ellerde.
İyi yapmış dönmekle. Ama akıllı kadın belli, çok
anasının gözü!” dedi. Dediklerinde yanlış yoktu
kayınvalidenin, çözmüştü Refiye’yi kısa sürede.
“Sigaran var mı?” diye sorunca, “Var, ama arabada kaldı...” dedim.
Sigara içtiğini bilmiyordum. Gerçekten de Viski ile birlikte torpido
gözünde kalmıştı, kayınvalide demese belki aklıma da
gelmeyecekti. Şaheser anne, “Hele getir de beraber içelim, senle
konuşacaklarım var!” deyince, içimden (Hayırdır?) dedim, ne
konuşacaktı benle? Kalktım, arabadan Viski ve sigarayı aldım.
Görmesin diye Viskiyi girişteki dolabın içine koydum, salona geçtim.
Şaheser anne o ara elinde siyah renkli uzun bir ağızlık
tutuyordu. Uzattığım sigarayı aldı ve
ağızlığına taktı, yakınca da derinden birkaç
nefes çekti. Bense yanında içmeye utanıyordum. Bunu anlayınca,
“Hadi hadi utanma, yak bir tane sen de!” dedi gülerek. Karşısına
oturacakken, “Yookk, gel oğlum buraya, yanıma otur!” dedi
koltuğun minderine vurarak.
Yeniden yanına oturdum, sigaramı yaktım. Kayınvalide sol
eliyle ağızlığını tutup sigarasını
içerken sağ elini omzuma attı. Hanım ağalar gibiydi.
Doğrusu biraz çekiniyordum. “Nasıl, kızımla mutlu musun?”
diye sorunca, “Mutluyum!” dedim. “İyi iyi, o da senle çok mutlu, senden
yana çok razı. Yatıp kalkıp sana dua ediyor. Dul kadın, iki
yetimle ne yapardı tek başına? Gelinlik iki kız hem de,
Allah senden razı olsun yavrum. En zor zamanında yardım ettin
kızıma, senin yerinde başkası olsa belki de yapmazdı
böyle şeyi...” dedi.
Sonra da, “Hee, şimdi yavrum. Özlem bana bir şeyler dedi, ama ben bir
de senden duymak istiyorum. Bu senin zilli anan sizi boşatmaya
çalışıyormuş, he mi, doğru mu bu?” diye sordu. Önce ne
diyeceğimi bilemedim. Ama sonra yalan söylemeye gerek
olmadığına karar verdim. “Doğru, yalan değil!” dedim.
“Hee, sen ne düşünüyon yavrum, var mı öyle niyetin?
Kızımı bırakmayı mı düşünüyon?” diye ikinci
bir soru sordu.
Annem ve Refiye’nin söyledikleri nedeniyle karıma epey bir
öfkelenmiştim, ama akşam akşam bilgisayarda ve hafıza
kartında görüp izlediklerimden sonra o öfkem tamamen bitmese bile
yatışmıştı. Aklımda karımın
geçmişi ile ilgili sorular halen vardı çünkü. “Yok,
düşünmüyorum!” dedim. Kayınvalide aynı soruyu birkaç sefer daha
sordu, her seferinde, “Yok, boşanmayacağım!” dedim. Emin
olduktan sonra, “Aferin yavrum, ben anlamıştım zaten senin
delikanlı olduğunu, boşanma zaten. Kızım gibisini
bulamazsın. Evine, yuvasına, kocasına bağlıdır,
erkeğinin gönlünü hoş eder, mutlu eder. Çocuklarına
düşkündür. İnşallah bir de senden gebe kalır da
mutluluğunuz ikiye katlanır...” dedi. Sigarasından derin
nefesler çekti birkaç kez.
Ben bir şey demeyince o gene konuşmaya devam etti. “Şimdi
yavrum, beni yanlış anlama, ama sen burada oturmaya devam ettikçe,
yani ananla altlı üstlü oturmaya devam ettikçe, sizin evliliğinizde
hayır kalmaz. Tamam mı benim güzel oğlum. Hee, şimdi benim
demem o ki, sen karını da çocukları da alsan, ayrı bir eve
çıksan, orada otursan güzel güzel. Ne başın ağrır, ne
dişin ağrır. Karınla çocuklarınla gül gibi geçinir
gidersin. He mi benim güzel yavrum... Ben böyle düşünüyom amma sen ne
dersin, bi deyiver bakalım...” dedi.
Mesele anlaşılmıştı. Bu fikir
karımındı. Uzun zamandır bunu diyerek
başımın etini yiyordu. Anlaşılan annesine konuyu
açmıştı, o da şimdi bunları söylüyordu. Aslında
zaman zaman ben de düşünmüyor değildim. Ama yapamazdım bunu.
Kirada oturmamıştım hiç. Bu zamana kadar annemden ve babamdan
ayrı kalmamıştım. Böyle bir şey yapsam (Bunu
karısı istedi, o da evden çıktı!) derlerdi. Hem annem babam,
hem de etraftan laf yerdim. Cesaretim yoktu. Ek olarak böyle bir durumda
annemin ve babamın öfkesini çekerdim, ki bunun sonuçları kötü olurdu.
Babam yeniden işin başına geçmek isteyebilirdi en basiti.
“Şaheser anne, ben bunu çok düşündüm, ama yapamam!” dedim ve
nedenlerini söyledim. Beni dikkatle, sigarasından derin nefesler çeke çeke
dinledi. “Hee, yavrum sen de haklısın, ama burada ne bileyim sanki
aynı evin içinde gibisiniz. Her bir şeyiniz ortak. Sen işe
gidiyon, fark etmiyon ne olup bittiğini. Kızım anlattı
hepsini, bu kancık anan zulmediyormuş kızıma. Hem bak, daha
bitirmedim ben diyeceğimi...” dedi.
Sonra da, “Sen çık kiraya, senin bütün masrafların benden... Kiran,
elektriğin, suyun, ıvırın zıvırın, hepsi
benden, her ay... Vallaha bak, yeminle... Kayınbaban da dedi zaten... Hem
oğlum bak, sen, karın, iki de çocuk dört kişisiniz. O
kızlar birbirini paralıyordu bugün, oda kavgası ettiler. Bu ev
küçük geliyor size yavrum, görüyorum ben de kör değilim. Hem yavrum, sen
de gençsin karın da, yani yanlış anlama, o benim kızım,
sen de oğlumsun... Yani rahat rahat şey bile edemezsiniz geceleri
yavrum, aman ses olmasın, aman çocuklar duymasın diye...” dedi. Bu
son dediği beni utandırdı, başımı önüme eğip
ses etmedim. Belki de karım demişti bunu da, o da şimdi bana
söylüyordu.
“Hem bak, bu arabayı da alacam sana. Özlem dedi, ara sıra arabandan
şikâyet ediyomuşsun, yanlış anlama yani beni, arabanı
beğenmedim diye demedim onları ben. Tamam mı benim güzel
oğlum?” dedi ve sigarasından gene derin bir nefes aldı. Ardından,
“Hee, hem bak, şimdi bu diyeceğimi eyice bir dinle...” diyerek söze
başladı yine.
“Bak şimdi, vakti zamanında bize babamdan bir arsa kaldı, daha
doğrusu tarla gibi bir yer, benle kardeşlerime. Orada her birimizin
hissesi vardı. Amma sonra benim bacılarım, kardeşlerim
hisselerini bana sattı, hepsi bana verdi parasıyla. Bu dediğim
20-25 sene önce oluyor. Oranın tapusu mapusu her bir evrakı var.
Neyse, gel zaman git zaman oralar çok değerlenmiş, her yerde
inşaatlar var şimdi. Mütayitler gelip gitmeye başladı bize.
Bizim Hacı Bey onlarla epey bir konuştu, pazarlık falan etti, en
son bir tanesiyle anlaştı...” dedi.
Sonra, “Şimdi, bu herif orada inşaata başlayacak, amma bizim
şöyle bir korkumuz var. Şimdi benim kardeşlerim bana bu
hisselerini sattılar ya, hah şimdi bunlar kalkıp itiraz
ediyorlar devamlı. Ben bunların hisselerini aldım
parasıyla, noterde kâğıt yaptık, hepsi imzaladı, etti.
Şimdi oralar çok değerlendi ya, diyorlar ki o satış
geçersizdir, biz hissemizi isteriz, mahkemeye gideriz falan filan...” dedi.
Ben de, “E aradan o kadar zaman geçtiyse bir şey yapamazlar!” dedim. “Hee,
biliyom yavrum biliyom. Ama bunlara laf anlatabilirsen anlat. Mütayit de dedi
bir şey yapamazlar dedi, onun avukatı vardı, o herif de dedi,
korkma bir bok yapamazlar dedi, ama gene de insan çekiniyo yavrum...” dedi.
“Ne olacak peki? Ne yapmak gerek?” diye sordum. Şaheser anne
sigarasından son bir derin nefes çekip söndürdü. “Hee, şimdi bu herif
dedi ki avukat yani. Dedi ki, sen dedi, bu yeri dedi, birisine sat. Yani dedi,
kâğıt üzerinde satmış gibi görünecen, tapusunu o alacak.
Tapu onun üstüne olacak. Senin hiçbir ilgin kalmayacak. Sonra da inşaata
başlanacak. O zaman dedi, hiçbir şey yapamazlar. Kanunen dedi, hiçbir
hakları kalmaz dedi...” diye açıkladı.
“E öyle yaparsan nasıl olacak? Alan adamın güvenilir biri olması
lazım. Kayınbabama satsana, o almış gibi görünsün!”
deyince, “Hee, ben de dedim öyle, amma avukat dedi olmaz. O senin kocan
olduğu için gene problem olur dedi. Yabancı biri olsun, amma
tanıdığın, güvendiğin biri olsun dedi bize...” dedi.
Ben de sigaramdan son bir nefes çekip söndürdüm. “Kim olacak peki? Buldunuz mu
birini?” diye sordum. Kayınvalide, “Hee, ben avukata dedim,
kızım olur mu diye, o da aslında olmaz ama dedi, kocasıyla
ortak alsınlar. Tek başına almasın, karı koca ortak
alsınlar dedi. Ben de dedim Özlem’e, o da tamam dedi, yani yavrum
anlayacağın burayı karı koca siz alacaksınız...”
dedi.
“Büyük damada zaten hayatta vermem, Zarife’nin kocasına. Baş
hırsız o kılkuyruk zaten. Bir tek sen varsın yavrum, senden
başka kimimiz kimsemiz yok bizim güveneceğimiz. Karı koca
yaşlı insanlarız biz. He mi benim güzel yavrum. Sen
alırsın orayı Özlem’le, mütayit de başlar işe. Hem
herif sıkıştırıp duruyor devamlı. Şimdi o
dedi, siz dedi, arsayı bana satın, ben parasını vereyim
dedi, amma Hacı bey hiç yanaşmadı bu dediğine (Olmaz,
parayı alırsak bir hayrı olmaz, geldiği gibi gider, biz
daire alalım!) dedi. Onun için yavrum, beraber gidelim tapuya, ben
karınla sana buranın satışını vereyim, sen al
üzerine. Sonra da mütayitle sözleşme yazarsınız. Zaten hepsi
hazır aslında da, sahibi karı koca siz olacaksınız
anlayacağın...” dedi.
Ben de, “Göstermelik olarak yani her şey, sonra ne olacak? Biz daireleri
sana mı satacağız sonra?” diye sorunca, “Yok oğlum,
satmayacan. Bütün tapuları gene sende, karında kalacak. Ben almayacam
üzerime. Alırsam bu bizimkiler, kardeşlerim yani, gene beni
sıkıştırır dururlar. Bu yaştan sonra onlarla
uğraşmak istemiyorum...” dedi.
“Hem oğlum sana ne diyom ben, biz karı koca iki kişiyiz. Bu
kızlardan başka evladımız yok. Hacı bey, Özlem gene
neyse de, Zarife’ye hiç güvenmez. Sende kalacak tapular. Özlem zaten cahil,
neyin ne olduğunu bilmiyor yavrum. Ben anlamam dedi o işlerden, her
şeyle kocam ilgilenir dedi...” dedi.
“Peki, nerde bu arsa, tarla, neyse işte? Kim bu müteahhit, kaç daire
verecek size?” diye sordum. Kayınvalide yerini söyledi arsanın.
Gerçekten o bölgede son yıllarda epey bir gelişme olmuştu, pek
çok inşaat yapılıyordu. Müteahhidi söyledi, adını
duymadığım, bilmediğim biriydi. Şaheser anne, “Bize
bir blokla 10 daire verecek!” deyince anlamadım, “Nasıl yani? Blok
derken, kaç daire?” diye sordum.
Şaheser anne, “Bir blok dedi, o da kaç, işte 40 daire mi ne
yapıyormuş, 10 daire de ilaveten verecek. Hepsi işte 50 daire
yapıyor...” deyince, bir an kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu,
heyecandan yerimde sıçrayacaktım nerdeyse. “Şaheser anne bu
dediğin arsa ne kadar ki? Kaç metre bu?” diye sorduğumda, “Hee,
burası aşağı yukarı 10 dönüm var yavrum, dur hele,
çantada olacaktı tapusu. O kızların odasında, böyle küçük
bavul gibi bir şey var yavrum, onu getir hele bana!” deyince
fırladım odaya.
Köşede küçük, fermuarlı bir valiz vardı. Kaptığım
gibi salona döndüm. Şaheser anne fermuarı açtı, içinden naylon
bir torba çıkardı. Torbanın içinde tapu, veraset belgeleri,
kardeşleri ile noterde yaptığı satış sözleşmeleri
vs. vardı. Tapuya baktım, 10 dönümden de fazlaydı. “Adam kaç
daire yapacak peki? Kaç blok yani?” diye sordum. “Hee, hepsi yavrum 5 blok, o
da 200 daire ediyor. 50 tanesi bizim, gerisi onun. Hacı Bey epey
pazarlık etti amma. Herif önce 40 daire verecekti, Hacı Bey olmaz
diye diye 50 dairede anlaştılar. Hee, dur bak şu da dairelerin
planları, herif planlı hep, biraz üçkâğıtçı görünüyor
ama temiz düzgün iş yapıyor yani. Bunlar hep şeyleri bak,
çizmiş böyle, resim mesim yapmış...” diyerek
kâğıtları gösterdi.
İşi yapacak müteahhit kat ve daire planlarını
çizmişti. 50 koca daire, 50 tane! Aklım almıyordu bunu. Ve
kayınvalide bunların hepsinin benim olacağını
söylüyordu. Akrabalarına kalmasın diye böyle bir yöntem
bulmuştu. Arsayı ben alacaktım, daireler benim üzerime
olacaktı. Gerçi tek başıma değildim, işin içinde
karım da vardı, ama Şaheser annenin dediği gibi karım
cahildi, bu tip işlerden anlamazdı. Sevincimden nefes alırken
bile zorlanıyordum.
Daireler büyüktü. Yerleşim planlarına varana kadar çizilmişti.
Yürüyüş yolları, kapalı otopark, çocuk parkı, oyun
alanları vardı. Hatta kadınlar ve erkekler için ayrı
ayrı spor salonu ve kapalı havuz bile görünüyordu planda.
Şaheser anne, “Hee, senin bu karının evi var ya, ha, bizim
alacaklarımız da öyle, daha da güzel hatta, her biri büyük,
geniş, güzel. Adam önceden yaptığı yerleri gösterdi bize.
Hep böyle zenginler oturuyor yavrum oralarda. Görsen, biz kapısından
bile giremeyiz o evlerin. Ama Allah yüzümüze baktı işte...” dedi.
Gerçekten öyleydi. Şaheser anne, “Hee, yavrum bunları sakın ola
ki kimseye deme. Hele bizim Zarife hiç duymasın. Onu
başımıza dert almayalım şimdi. Hoş, hele
inşaat bitsin, daireleri alalım, ben gene ona payını
veririm, ama şimdilik bilmesin. Tamam mı yavrum?” deyince “Tamam, sen
merak etme hiç!” dedim neşeyle. “Hee, sağ ol oğlum, sağ ol
kurban olduğum. Haa, yavrum en başta da senin bu zilli anan
duymasın haa. Sakın sakın. Gözünün yağını
yediğim, sakın ona, babana tek laf etme, sakın sakın. Bu
yeni karına falan... Hee, tamam mı yavrum?” deyince, “Sen merak etme,
kimse tek kelime öğrenemez!” dedim yine keyifle.
Şaheser anne gülümseyen yüzüyle, “Sağ ol yavrum, sağ ol gurban
olduğum...” dedi, teşekkür etti uzun uzun. Ardından da, “Amma
benim de senden bir isteğim olacak!” dediğinde, ne isterse yapmaya
hazırdım. “Neymiş?” diye sordum. “Hee, yavrum şimdi senin
kızımla aranda daha şey yok ya, hükümet nikâhı, şimdi
senin bunu yapman gerek ki, bu işin olması lazım. Ne de olsa
devlet işi bu yavrum. Devlet anlamaz imam nikâhı mimam nikâhı...
Devlet diyecek, ben nerden bilecem sizin karı koca olduğunuzu, di mi
benim yavrum? Heh, senin acele tarafından kızımla bu nikâh
işini halletmen lazım yavrum, ki bu iş olsun...” dedi.
Aramızda resmi nikâh olmadığından karıma kredi
kartı çıkartamamıştım. Şimdiyse benzer bir durum
benim başıma geliyordu. Resmi nikâh olmadan o tapuyu alamaz, 50
daireye sahip olamazdım. 50 koca daire. Doğrusu Refiye’nin
çantasındakiler iyisinden 3-5 daire almaya yeterdi belki, ama 50 daire ne
demekti?
Karım fena bir darbe indirmişti bana. Bu saatten sonra onu terk
etmeme imkân yoktu. Annemin ve Refiye’nin söylediklerinin de bir önemi
kalmayacaktı. 50 koca daire, reddetmek için salak olmak gerekliydi...
“Tamam, yaparız...” dediğimde, “Hee, essah mı yavrum, hee,
gurban olurum ben sana...” dedi ve sıkı sıkı
sarıldı bana. Güçlü kolları ile sıkıca sarıp
sarmalamıştı beni. Zor nefes alıyordum. Yüzümü gene
ıslak ıslak öpüyordu. Gömleğinin altındaki sutyensiz iri memelerini
göğsümde, karnımda hissediyordum bu sırada.
Neyse ki sonunda bıraktı sarılmayı. Sesi titriyordu
sevincinden. Bir taşla iki kuş vurmuştu Şaheser anne. Hem
kızının resmi nikâhını yaptıracak, hem de
inşaata başlanacaktı. Sonra aslında onun karımla
yeniden görüşmesinin, barışmasının sebebinin de bu
olduğunu anladım. Uzun zamandır görüşmediği,
konuşmadığı, kızıyla bu nedenle yeniden
görüşmeye başlamıştı. Çıkarcı bir
kadındı, ama bu işten sonuçta herkesin çıkarı
olacaktı.
“Hee, yavrum niye bu zamana kadar bu nikâhı
yapmadığınızı biliyom, benim kız dölsüz
çıktı, biliyom ben. Zamanında iki tane doğurdu, ama
şimdi de döl tutmuyor garibim. İnşallah yarın öbür gün gebe
kalır da bu derdiniz de biter...” dedi.
Sonrasında, “Yavrum benim uykum geldi, ben yaşlı insanım...”
deyince, “Haa, tamam, kusura bakma. Özlem şey dedi, annem
kızların odasında yatsın dedi...” dedim. “Oğlum kusura
bakma da, ben yatamam orada şimdi. O ranza mıdır ne boktur, ben
yatamam onda. Dün gece yattım, ama sen bir de bana sor, ruhum
sıkıldı böyle. Gece tuvalete kalkarken de başımı
vurdum...” dedi.
“O zaman sen bizim yatakta yat, ben de burada yatarım!” dedim. “Hee,
sağ ol yavrum, gurban olurum sana. Burada yatmana gerek yok yavrum, yatak
büyük, bi tarafında sen yat, bi tarafında ben yatarım...”
dediğinde, “Yok, olur mu öyle şey!” dedim gülerek. “Hee, olur yavrum
olur, kıyamam ben sana şimdi, bu zıkkımda yatılmaz
yavrum, orda yatak var ne güzel, hee, hele sen de gel yat benlen...” dedi.
Oldukça ciddiydi bunu söylerken.
Ben gene, “Olmaz!” deyince, “İyi yavrum, sen nasıl istersen, benden
çekinme...” dedi. Ardından da eğildi, çantasından bir ilaç
kutusu çıkardı. “Bu ne?” diye sordum. “Hee, yavrum, senden bi ricam
olacak. Hele bunu sen sürsene...” diyerek uzattı. “Ne bu?” diye sordum.
“Hee, şey bu yavrum, bu şey merhemi, doktor verdi, kıl dönmesi
için...” deyince şaşırdım. “Bunu mu?” diye sordum
şaşkınlıkla. “Hee, yavrum, ben tek başıma
yapamam. Ağrı, acı olduğunda kullan dedi doktor bunu. Anca
bununla rahatlıyom yavrum. Hee, gurban olurum ben sana...” dedi.
Şaheser anne elimdeki merhemi götüne sürmemi istiyordu...
[Osman]
|