Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 115. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
Refiye ile nikâhımız
Ceren’in odasında kıyıldı. Benim şahidim Haşim
abi iken Refiye’ninki yengesi Emel Hanım ile Hüsniye idi. Refiye mor
renkli üzeri parıldayan taşlarla süslü uzun, tek parça ve kapalı
abiye bir elbise giymiş, başını da aynı renkte ve yine
taşlarla süslü bir türbanla bağlamıştı. Elbisesi
vücudunu sarmış ve vücut hatlarını ortaya
çıkarmıştı. Ancak o gece sadece Refiye’nin değil
diğer pek çok kadının ve kızın da kıyafetleri
vücut hatlarını cömertçe sergiler haldeydi. Yüzünde çok hafif bir
makyaj vardı. Oldukça gergin olduğu her halinden
anlaşılıyordu. Benim de ondan geri kalır yanım yoktu
bu konuda.
Nikâhın ardından kadınlar salona geçerken, biz Ceyhun’un
odasında oturduk erkekler olarak. Misafirler beni tebrik ediyor, kimisi
dul bir kadın olan Refiye ile evlendiğim için sevaba girdiğimi
söylüyordu. Bunlardan biri de Haşim abi idi. Bana takılıp, “Senin
cennetteki yerin şimdiden hazır Osman!” diyordu gülerek.
Odayı yeniden düzenlemişlerdi, yatak kaldırılmış,
kanepe ve koltuk konulmuştu içeriye. Kızlar bize hizmet ediyor, yemek
ve içecek getiriyorlardı. Özge ortalarda görünmüyordu. Ceren ve Ecmel ile
birkaç kız daha vardı getir götür işlerine bakan. Her birinin
kaçamak bakışları üzerimdeydi.
İlerleyen saatlerde misafirlerin pek çoğu gitmiş, yakın
akrabalarla kalmıştık. Annemin isteğiyle salona geçtim.
Refiye aynı gergin ve heyecanlı halini sürdürüyordu. Annem, “Hadi
oğlum, geç karının yanına otur!” deyince Refiye’nin
yanına oturdum. Onca kadının arasında bayram çocuğu
gibi kalmıştım. Her birinin gözü üzerimdeydi. Aile içinde
sayılabilecek, küçük bir nikâh olmasına rağmen kadınlar ve
kızlar süslenip püslenmiş, kendilerini güzel göstermek için
ellerinden geleni yapmışlardı. Onlar beni incelerken ben de
onları incelemekten geri kalmıyordum...
Emel Hanım Refiye’nin aksine sakin, hatta keyifli görünüyordu. Muhasebe
müdürlüğünün yanı sıra güzellik uzmanı olduğunu da
öğrenmiştim. Yüzünde oldukça güzel bir makyaj vardı. Açık
pembe bir ruj sürmüştü dudaklarına. Üzerinde de vişne rengi
Refiye’ninkine benzer parlak bir elbise vardı. Başını da
aynı renk taşlı bir türbanla sıkıca
bağlamıştı. Elbisesi vücut hatlarını
açığa çıkarmış, dolgun memeleri elbisenin
altından tüm haşmetiyle belli oluyordu. Adım attıkça da
kalçaları ve iri götü elbisenin parlak kumaşının
altında kendini gösteriyordu.
Refiye’nin kendisinden küçük iki kız kardeşi yani
baldızlarım ve onların çocukları da salondaydı. Bu
gece onları ilk kez görüyordum, tabii onlar da beni ilk kez görüyordu ve
bakışlarını devamlı üzerimde hissediyordum.
Ablalarıyla evlenen bu genç adamı tanımaya
çalışıyorlardı.
Bursa’da yaşayan kardeşinin adı Rukiye idi. Refiye’nin bir
küçüğüydü ve o da ablası gibi kapalıydı. Refiye’ye çok
benziyordu Rukiye. Kara kalın kaşlı, beyaz tenli güzel bir
kadındı. Kızı ve oğlu ile gelmişti. Oğlu 3-4
yaşlarında vardı ve çok sevimliydi. Kızı ise lise
çağındaydı. Rukiye ablasının nikâhında
şık görünmek için elinden geleni yapmıştı. Uzun, siyah
eteğinin üzerine dar ve vücudunu saran beyaz bir gömlek giymiş,
başını kırmızı bir türbanla
bağlamıştı. Emel Hanım gibi güzel bir makyaj
vardı yüzünde. Muhtemelen onun makyajını da Emel Hanım
yapmıştı. Gömleğin altından ince askılı
beyaz atleti belli oluyordu, yüksek topuklu terlikleriyle parke zemin üzerinde
yürürken çıkardığı 'Tak tuk' sesleri iç
gıdıklayıcıydı.
İstanbul’dan gelen küçük kız kardeşinin adı ise Raziye idi.
3 kardeşin de adları birbiriyle uyumluydu. Ancak o ablaları gibi
kapalı değil, başı açık ve modern görünümlü bir
kadındı. Orta boylu, balıketiydi, ama oldukça güzel bir yüzü
vardı. O da iki kızı ile birlikte gelmişti. Raziye uzun tek
parça siyah bir elbise ile yerini almıştı bu gece. Elbisesi
dekolte olmasa da vücudunu sıkıca sarmıştı.
Rukiye ve Raziye ablalarına karşı çok saygılı
davranıyordu, aynı saygıyı bana karşı da
gösteriyorlardı. Konuşmaları ve hareketleri ölçülü ve
ağırbaşlıydı. İstanbul’dan gelen diğer iki
abisinin eşleri de kapalıydı. Refiye’den büyüktü ikisi de,
oldukça soğuk ve suratsızlardı.
Görümcelerinin kendisinden genç
bir adamla evlenmesini onaylamadıklarını düşünüyordum.
Onlar tek gelmişti, yanlarında çocukları yoktu.
Annemin sandığından aldığım takıları
takmıştım Refiye’ye. Kalın ve uzun altın kolye
elbisesinin üzerinden de olsa boynunu süslüyordu. Kalın, iki burma bilezik
de bileklerinde oldukça güzel görünüyordu. Yeşil taşlı broş
üzerine vuran ışığın altında göz
kamaştırıcıydı.
Bu takılardan babamın haberinin olmadığı
bakışlarından anlaşılıyordu. Annem bunları
nerden bulmuş, almıştı bilmiyorum ama babamdan gizli bir
iş çevirdiği belliydi. Bir ara takıları anneme Refiye’mi
verdi nikâhta kendisine takılması için diye düşünmüştüm,
ama onun da bu takıları ilk kez gördüğü belli oluyordu.
Annem halinden son derece memnun gülümsüyordu. Yaşına aldırmadan
giydiği turkuaz renkli tek parça elbisesi aynı diğerlerininki
gibi vücudunu açığa çıkarmıştı. Götü ve memeleri
bariz şekilde belirgindi. Ancak ne kendisi ne de babam bu durumdan
rahatsızdı.
Yengem ve Hüsniye bir an için birbirlerinden ayrılmıyorlardı.
Yengem de aynı annem gibi yaşını dikkate almadan kendini
genç bir kız gibi gösterme derdine düşmüştü. Dizlerinin
altına gelen siyah eteğinin üzerine dar bir beyaz gömlek giymiş,
başını kırmızı bir şalla
bağlamıştı. Gömleğin üst düğmesini
kapatmamış, beyaz koynunu göstermekten çekinmiyordu.
Refiye’nin nikâh şahitliğini de yapan Hüsniye gecenin başı
açık birkaç kadın misafirinden biriydi. Kına gecesine giderken
giydiği mini eteğinin yerini bu kez uzun siyah bir pantolonla saten
bir gömlek almıştı. Ancak pantolon kalçalarını ve
götünü sıkmıştı iyice ve götü tüm haşmetiyle
meydandaydı.
Zaman ilerlerken Özge nihayet göründü. Yüzünde oldukça yoğun ama güzel bir
makyaj vardı. Annesinin dayağıyla oluşan morlukları
büyük ölçüde kapatmıştı bu makyaj. Bana bakmamaya
çalışıyor, gözlerini kaçırıyordu sürekli. Koyu mavi,
parlak taşlarla süslenmiş elbisesi vücuduna tam oturmuştu. Son
zamanlarda aldığı kilolarla göbeği hafiften
çıkıntı yapmıştı. Siyah, taşlarla süslü bir
türban bağlamıştı. Dik ve dolgun memeleri, götü elbisenin
altından fırlayacakmış gibi dursa da, Özge neşeli,
keyifli görünmüyordu. Sabah yediği dayağın etkisinde olduğu
ortadaydı.
Bir ara Ecmel’in yanındaki kızla bana bakıp kıkır
kıkır güldüğünü gördüm. Rukiye’nin kızıydı bu.
Esra’nın yaşlarında, belki biraz daha gençti. İçeriye
servis için gelip giderken de kaçamak bakışlarını
yakalamıştım. Artık eniştesi olmuştum,
diğerleri gibi o da beni merak ediyordu. Ecmel uzun, yapılı
vücuduyla diğerlerinin arasından hemen ayrılıyordu.
Gerçekte erkek arkadaşının elini bile tutmasına izin
vermeyen bu kızın bilgisayar karşısında tam bir
fahişe gibi davrandığını öğrenmiştim Esra
sayesinde.
Ceren annesinin yeniden evlenmesini çoktan kabullenmiş ve
onaylamıştı. O nedenle rahat ve sakin davranıyordu.
Kırmızı renkli tek parça, kapalı bir elbise giymiş,
başını aynı renk taşlı bir türbanla
bağlamıştı. Elbisenin dizden aşağısı
bol iken, üst kısmı olabildiğince dardı ve genç, körpe
bedenini sarıp sarmalamıştı. Elbisenin altında
külotunun izi sanki kalemle çizilmiş gibi belli oluyor, görünüyordu. Ceren
bu durumdan rahatsız değildi. İçerdeki odaya hizmet etmek için
gelip gittiğinde zaman zaman öne doğru eğilip kalkmış
ve o anlarda odadaki tüm erkeklerin bakışlarını üzerinde
toplamıştı. Aralarında babam, Haşim abi ve hatta
amcamın olduğu erkekler grubu Ceren’in elbisenin altından dışarı
fırlamış gibi duran götüne kilitlenmiş, onu izlemişti.
Teyzem ve Elif de vardı misafirler arasında. Elif çoğu zaman
olduğu gibi sakin ve durgundu. Âdeti olmadığı halde o da
süslenip püslenmiş, güzelce giyinmişti. İki küçük oğlunu da
güzelce giydirmişti. Teyzem annemden büyük olmasına karşın
ondan geri kalmak istememiş gibi güzelce giyinmiş, takmış,
takıştırmıştı. Eniştemin sonradan
işleri açılmış, para içinde yüzer olmuştu.
Eniştem varyemez dedikleri türden bir adam olmasına karşın
teyzem son senelerde süsüne püsüne düşkün olmaya başlamış,
kollarını kalın bileziklerle doldurmuştu. Bu gece de
aynı şekilde her iki kolu şıkır şıkır
bileziklerle doluydu. Kalın bir burma bilezik de Refiye’ye
takmıştı. Her ne kadar imam nikâhı olsa da, gelen
misafirler ve akrabalar da takı takmıştı.
Gelenler arasında amcamın kızı Selma abla ile kocası
Remzi abi de vardı. Selma abla her zaman olduğu gibi siyah
çarşafının içindeydi. Çoğunlukla sessizdi. Gözleri ara ara
Refiye’nin ve benim üzerimde geziniyordu. Remzi abi ise babam ve amcamla
sohbete dalmıştı.
Nikâh şahidim olan Haşim abi biraz erken ayrılmış olsa
da, karısı Kamer abla buradaydı. Annemle çok yakın ve
sıcak davranıyorlardı birbirlerine. Annemin onunla lezbiyen bir
ilişki yaşadığını, annemi bu işlere
bulaştıranın Kamer abla olduğunu söylemişti Refiye.
Gözlerim herkesten çok Kamer abla üzerindeydi. Ona bakınca Refiye’nin
sözleri beynimde yankılanıyordu. O, Haşim abi, annem ve babam
eş değiştiriyordu. Düşündükçe çıldıracak gibi
oluyordum ama elimden gelen bir şey yoktu.
Kayınvalidem Şaheser anne de keyifle gülümsüyordu, Refiye’nin
suratsız yengeleri ile hemen kaynaşmıştı. Sabah
kızının yaptığı hır gürü çoktan unutmuş
gibiydi. Nikâh için özenli bir şekilde giyinmişti. Köylü halinden
eser yoktu. Yüzünde makyaj olmasa da kıyafetiyle en az 10 yaş
gençleşmiş gibi görünüyordu. Bu keyifli haline inat yengem yani
dayımın karısı ile değil yan yana gelmek birbirlerinin
yüzlerine bile bakmadıklarını fark ettim. Aynı erkeğe
âşık olmuşlar, sevmişlerdi. Bu nedenle aralarında
soğuk rüzgârların esmesi çok normaldi.
Fatma ve Şefika abla ile Medine yan yana oturuyorlardı. Keyifli bir
sohbete dalmış görünen Fatma ve Şefika ablaya inat Medine çok
sessiz ve sakindi. Belki de salondaki en sessiz kişi oydu. Yanındaki
kadınlar diğerleri ile konuşup sohbet ederken o
başını önüne eğmişti. Dün gece babam çatır
çatır sikmişti kendisini. Ama şimdi babam onun yüzüne bile
bakmıyor, sanki Medine’nin kim olduğunu bilmiyor, tanımıyor
gibiydi. Annemin de Medine’ye karşı davranışları
aynı babamınki gibiydi. “Bu kız da kim, nerden gelmiş böyle?”
der gibi bir hali vardı. Oysa Medine’nin dün gece kocasının
koynuna girip altına yattığını çok iyi biliyordu.
Gündüz vakti Aysel’in yanında oturan Nurcan şimdi de
karşımda oturuyordu. Aysel gelememiş, ama o Aysel’i temsilen
gelmişti. Diğer kadınlara kıyasla daha sade ve süssüz
görünse de o da özenmiş bezenmiş, güzel giyinmişti.
Saat gece yarısına doğru gelirken, Ceren, “Hadi resim çekilelim!”
deyince bir hareketlilik oldu. Eline aldığı dijital bir makine
ile Refiye ile yan yana otururken pek çok resmimizi çekti. Bunu yaparken bir
fotoğrafçı edasıyla, “Anne şöyle dur, şöyle bak...”
gibisinden şeyler söylüyor, Refiye de, “Böyle mi kızım,
şöyle iyi mi...” diyordu heyecanla. Bazı resimlerdeyse Refiye ile el
ele tutuşmamızı istemiş, biz de onca insanın içinde
utanarak da olsa dediğini yapmıştık. Elif’in
çocuklarını Refiye’nin kucağına verdiler. Bu haldeyken de
pek çok resim çekildi. Annem, “Rabbim size de böyle çocuklar nasip etsin!”
diyordu bu sırada.
Bizden hariç diğer kadınlar ve kızlar da epeyce resim çekildi.
Nikâh gecesinden güzel bir hatıra peşindeydi her biri. Fotoğraf
çekilme işi bittiğinde kadınlar tek tek Refiye ile
vedalaştılar. Uzun süren duygulu vedalaşma faslı bittikten
sonra annem yengemle beraber yanında Refiye olduğu halde üst kata
çıktı. Artık gerdek zamanı gelmişti. Babam kalan
birkaç erkek misafirle beraber aşağı inmişti.
Kadınları ve çocuklarını evlerine, kalacakları yerlere
götürmek için minibüs ayarlamıştı.
Evden ayrılırlarken her birinin bakışları yine
üzerimdeydi. Az sonra Refiye ile çatır çatır sikişeceğimi
düşündüklerinden adım gibi emindim. Zihinlerinde benimle ve Refiye
ile ilgili müstehcen fikirlerin gezindiğini tahmin edebiliyordum.
Özellikle Rukiye’nin bakışlarını fark ediyordum. Bu konuda
diğerlerinden bir adım öndeymiş gibi görünüyor, kızına
çabuk olmadığı için kızarken, “Hadi kızım,
insanlar bizi bekliyor, işleri var!” diyor ve bu sırada bana
bakıyordu. İşimin ne olduğunu iyi biliyordu Rukiye.
Ablasını hayvan gibi sikecektim. Çok büyük ihtimalle ablasıyla daha
önce pek çok kez sikiştiğimi bilmiyordu. Benim Refiye’nin
yatağına ilk kez gireceğimi düşünüyordu, bunun doğru
olmadığını bilse kim bilir neler düşünürdü?
Nihayet hepsi gidince bir süre salonda tek başıma oturdum. 10 dakika
kadar sonra annem ve yengem aşağı indi. Annem beni kenara çekip
fısıltılı ama keyifli bir sesle, “Hadi yavrum göreyim seni,
iyi becer şu karıyı da bize bir torun versin!” dedi.
Ardından da, “O macunu ne yaptın, evde mi bıraktın yoksa?”
diye sordu. “Yok, getirdim ama arabada kaldı...” deyince annemin
ağzı kulaklarına vardı. “İn aşağı, al
getir hemen!” dedi neşeyle.
Oflayıp puflayarak aşağı indim ve arabadan kavanozla
beraber bavulumu alıp çıktım yukarı. Annem elimdeki
kavanoza bakıp, “Okunmuş macundur bu. 4-5 kaşık ye güzelce.
Sonra da karının koynuna gir!” dedi ve sırtıma ufak bir
yumruk vurdu. Karımla gerdeğe gireceğim zaman da
sırtıma böyle bir yumruk indirmişti. Yengem annemin sözlerine,
“Beline kuvvet aslanım!” diyerek katılırken bir yumruk da o
indirdi sırtıma. Onlar da gidince koca evin içinde Refiye ile tek
kalmıştım.
Refiye yukarda, yatak odasında beni bekliyordu. Ama erkenden yanına
gitmek istemiyordum. Bir sigara yaktım. Ancak birkaç nefes çektikten sonra
sıkılıp söndürdüm. Kavanozu alıp mutfağa geçtim. Bir
kaşık alıp daldırdım içine. Ama annemin dediği
gibi 4-5 kaşık yiyemedim, bir kaşık anca yiyebildim.
Salonun ışığını kapatıp ayaklı
lambayı yaktım. Merdivenlerden yavaş yavaş
çıktım. Yatak odasının kapısı
kapalıydı. Kapıyı açıp içeri girince Refiye’yi
yatağa girmiş gördüm. Komodinin üzerindeki gece lambasının
zayıf ışığı içeriyi loş bir şekilde
aydınlatıyordu. Sırtını yatak
başlığına dayamış ellerini yorganın üzerinde
kenetlemişti. Üzerinde beyaz, ince ip askılı saten bir gecelik
vardı. Geceliğin ön kısmı oldukça dekolteydi, memelerinin
çatalı tüm haşmetiyle görünüyordu. Dalgalı kızıl
kestane saçları omuzlarına dökülüyordu.
Başını kaldırdı, üzgün hatta ağlamış
gibi görünüyordu. Oysa bu anı ikimiz de çok istiyor, bekliyorduk.
Yatağın üzerine oturup elini tuttum, “Neyin var, ne oldu?” diye
sordum. “Yok bir şey, ne olsun?” dedi başını eğerek.
“Nedir bu halin peki, bir şey mi oldu? Annem mi bir şey söyledi?”
dedim. “Yok, bir şey olduğu yok. Kimse bir şey demedi. Sadece
biraz duygulandım hepsi bu!” dedi. Gözyaşları burnunun ucundan
atlas yorganın üzerine damlıyordu.
Bir süre sessiz kaldık. Bana, “Bugün yaşananlardan haberin var
mı?” diye sorunca, “Evet, var. Özlem bir densizlik yapmış!”
dedim. Bir süre konuşmadı, ardından, “Moralim bozuldu, tam en
mutlu günümde böyle olması çok bozdu moralimi. Halen aklımdan
çıkmıyor...” deyince elini tutup öptüm birkaç kez. “Üzme kendini,
boş ver. Takma kafana, sen mutlu ol yeter. Bunlar da geçer, merak etme,
üzme kendini!” dedim.
Kalkıp üzerimi çıkartmaya başlamışken, Refiye, “Osman,
yanlış anlamazsan senden bir ricam var...” dedi titreyen bir sesle.
“Nedir bir tanem?” dedim. “Şey, bu gece, yani bizim zifaf gecemiz
biliyorum ama... Bu geceyi, yani nasıl desem, bu gece yapmasak o işi,
sana sarılıp uyumak istiyorum, yani eğer kabul edersen...” dedi
utangaç bir sesle.
Refiye bu gece, yani gerdek gecemizde sikişmek istemiyordu. Onun yerine
bana sarılıp uyumak istiyordu. Önce garipsedim, ama özellikle son iki
gündür yaşadıklarım, gördüklerim ve duyup öğrendiklerimden
sonra geceyi sakin geçirmenin benim için de iyi olacağını
düşündüm. Üstelik karımla zevkli ama yorucu iki müthiş
sikişme yaşamıştım. Şimdi Refiye ile bir
üçüncüsünü yaşayacak gücüm de pek yoktu.
Yanağından öptüm ve “Tamam, sen nasıl istersen!” dedim.
Gülümsedi ve yorganı çekip yanına uzanmam için yer açtı.
Soyundum ve yanına uzandım. Sarıldık birbirimize. “Seni çok
seviyorum, ne olur bırakma beni, seni çok seviyorum!” dedi birkaç kez üst
üste. “Ben de seni çok seviyorum, bu bırakma laflarını da
bırak, söyleme böyle, seni bırakacağım falan yok!” dedim.
Daha sonra hiç konuşmadan birbirimize sarılı halde derin ve
tatlı bir uykuya daldık...
Uyandığımda saat 08:00 olmuştu. Refiye yanımda horlaya
horlaya uyuyordu. Bir süre onu seyrettim. Ağzı yarı açık
halde, olan bitenden habersiz tatlı uykusuna devam ediyordu.
Saçlarını okşadım, ipek gibi yumuşacıktı
saçları. Artık resmen karım olmuştu, ikinci
karımdı. Bense onun ikinci kocasıydım. Benden 10 yaş
büyük olmasına rağmen bunu dert etmemiş, benim için oğluyla
kavga etmeyi göze almıştı. Beni sevdiğinden kuşku
duymuyordum.
Ancak yine de geçen gece
izlediklerimin anısı çok tazeydi. Babamla sikişmiş, annemle
lezbiyen bir ilişkisi olmuştu. Nikâh şahitliğini yapan
Hüsniye ile de geçmişte lezbiyen bir ilişki
yaşamıştı. Fotoğraflar ve videolar gözümün önüne gelip
duruyordu.
Ayrıca hakkında bilmediğim kim bilir daha neler vardı. Hem
bütün bunların üzerine dün Aysel’in söyledikleri tuz biber ekmişti.
Refiye’nin bir bebek aldırdığını, bebeğin
babasının kim olduğunu ısrarla söylemediğini
anlatmıştı Aysel. Olan bitenden annemin de haberi vardı
üstelik. Aklıma ilk gelen bebeğin babasının babam
olabileceğiydi, Refiye ondan mı hamile kalmıştı? Her
şey arapsaçına dönmüş, kördüğüm olmuş vaziyetteydi.
Tüm bunların ortasında kalmıştım, bu düğümü
çözmem gerekiyordu, ama bunu yaparken dikkatli olmam gerekliydi.
Refiye’yi uyandırmamaya çalışarak kalktım, üzerimde külotum
ve atletim vardı, o halde aşağıya indim. Dün gece
kalabalık bir misafir topluluğunun doldurduğu salonda gezindim,
etrafa, eşyalara baktım. Artık benim ikinci evimdi burası.
İçgüveysi olarak gelmiş olsam da, benim evimdi. Masanın ve
sehpaların üzerinde dün geceden kalma tabaklar, bardaklar, fincanlar
duruyordu. Tıpkı karımla evlendiğim zamanki gibi bir
manzaraydı bu.
Arabadan alıp getirdiğim bavulum kapının yanındaki
vestiyer dolabının önünde duruyordu. Evden yanımda getirdiklerim
sadece bu bavuldakilerdi. Bunun haricindeki her şey Refiye’ye aitti.
Canım sıkıldı. Evlenmeden önce, “Bu evi kiraya verelim, biz
başka evde oturalım!” demiştim Refiye’ye. Ama kabul
etmemişti. “Evimiz varken neden kirada oturalım?” demişti.
Mutfağa geçtim. Kavanoz tezgâhın üzerindeydi halen. Dün gece bir
kaşık anca yiyebildiğim macundan annemin dediğinden de
fazlasını yedim. Sabahın o saatinde tadı çok güzel
gelmişti.
Yukarı çıktım. Refiye uyumaya devam ediyordu, ne zaman
kalkacağı da belli değil gibiydi. Odanın sessizliğini
çıkardığı horultulu sesler bozuyordu. Yeniden yatağa
girdim ve dolgun vücuduna sarıldım. Kalın yorganın
altında sabah serinliğine inat sımsıcak vücudunun
ateşi ile ısıttım kendimi. Kendine gelir gibi oldu,
yavaşça benden yana döndü.
“Kalktın mı?” dedi uykulu bir sesle. Gözlerini zor açıyordu.
Bense o sırada saten geceliğin altından dışarı
taşan memelerini avuçluyordum. Artık daha fazla sabredecek, dayanacak
halim kalmamıştı. Dün geceyi boş geçirmiştim, ama
sabahı ıskalamak istemiyordum. “Saat kaç?” diye sordu Refiye. “Sekizi
geçiyor!” dediğimde, “Ben kahvaltı hazırlayayım!” dedi
doğrulmaya çalışarak.
“Bırak şimdi kahvaltıyı, gel şöyle, çok özledim seni!”
dedim ve boynunu, yanaklarını öpmeye başladım. O
sırada elleriyle omuzlarımdan tutup hafifçe geriye itince, “Ne oldu,
niye böyle davranıyorsun?” dedim. “Şey, sana dün gece söyleyemedim
nikâhın heyecanıyla, ama şey, ben adetliyim!” deyince
şaşırdım.
“Ne zaman oldun?” diye sorunca, “Dün oldum, normalinden erken aslında.
Nikâhın stresiyle olacak herhalde bütün dengem altüst oldu. Her şey
üst üste geldi. Birkaç gün sürer bitmesi!” deyince oflayıp pufladım.
Yani adeti bitene kadar ilişkiye giremeyeceğimiz anlamına
geliyordu bu sözleri. Dün gece de aslında bu yüzden sarılıp
uyumayı teklif etmişti.
İkinci kez dünya evine girmiş ama henüz gerdeğe
girememiştim. Girmeme de daha birkaç gün vardı. Karımla adetli
olduğu zamanlarda sikişmezdim, daha doğrusu ben istesem de o
istemezdi. Birkaç kez adetliyken götünden sikmek istemiştim. Önce, “Tamam.”
dese de sonrasında canı çok yandığından daha işin
başında caymıştı. Özge’yi adetliyken götünden
sikmiştim, ama o da bir kereye mahsus bir durumdu. Şimdi kalkıp
da Refiye’ye bunu söyleyip incitmek de istemediğimden mecburen bu duruma
katlanacaktım.
Refiye, “Kusura bakma, çok özür dilerim, böyle olmasını istemezdim.
Bu en mutlu gecemizde sana kendimi veremedim, ne olur kızma...” dedi
titreyen bir sesle. “Tamam, ne kızması, insanlık hali, yapacak
bir şey yok sonuçta. Mecbur biz de bekleriz!” dedim gülerek ve dudaklarının
kenarından öptüm.
“Kimse biliyor mu peki bunu?” diye sordum. “Sadece Ceren biliyor, dün
kendisinden ped istedim. Kimseye söyleme dedim. Onun dışında
bilen yok!” dedi. “İyi, tamam!” dedim ve bir süre birbirimize
sarılı halde kaldık. Refiye, “Ben kahvaltı
hazırlayayım!” diyerek kalktı. Saten geceliğinin üzerine
yine saten bir sabahlık giyip aşağı inerken ben de yeniden
gözlerimi kapayıp uykuya daldım...
Refiye mükellef bir kahvaltı sofrası
hazırlamıştı. Kendini bana veremediği için üzülüyor,
hatalı görüyordu. Kendini affettirebilmek istiyordu. Kahvaltımı
yaparken bana tezgâhın üzerindeki kavanozu gösterip, “Bunun ne
olduğunu sen biliyor musun, nerden gelmiş, kim koymuş
anlamadım?” dedi. “Biliyorum, benim. Annem verdi, kuvvet macunu var içinde!”
deyince, “Ay tövbe tövbe, yani şu annemin de bazen tuhaf tarafları
var yani!” dedi gülerek. Peşinden de, “Senin ihtiyacın var mı ki
böyle macunlara filan?” diye sorunca, “Sence var mı?” diye soruyla
karşılık verdim. Küçük bir kahkaha attı. Ardından da,
“Birkaç gün sabret, sana bundan kendi ellerimle yediririm!” dedi bir gözünü
kırparak.
Kahvaltı sonrası güzel bir Türk kahvesi yaptı. Kahvemi içerken,
“Bu yengelerin bana biraz soğuk geldi. Beni pek sevmediler herhalde. Sana
karşı da öyleler mi?” diye sordum. “Yok, ikisi de beni çok sever. Onların
yapıları öyledir biraz, soğuk görünürler. Yoksa aslında
ikisi de şeker gibidir. Sana karşı da bana nasıllarsa öyle
davranırlar, o konuda şüphen olmasın. Onların
soğukluğu bize değil de Emel’e karşı. Onunla hiç
geçinemezler. Harun abim ilk karısını Emel için
boşamıştı ya, onun için sevmezler onu!” deyince,
bilmediğim yeni bir şey öğrenmenin verdiği
şaşkınlıkla, “Hadi ya, abin karısını Emel
için mi bırakmıştı?” dedim.
Refiye bunu daha önce söylememişti. Abisinin ilk karısıyla
geçinemeyip boşandığını sonra da yeniden
evlendiğini söylemişti sadece. Oysa şimdi durumun farklı
olduğunu öğreniyordum. “Ne bileyim, belki yanlış
anlarsın diye o zaman söylemedim sana. Emel abimin ilk karısı
Hamiyet yengemin yakın bir akrabasıdır aslında. Anneleri
teyze çocuğudur. Bir düğünde tanışmışlar abimle.
Emel o zamanlar genç kız, çok da güzel. Abimin gönlünü çelmiş
anlayacağın. İlişki yaşamışlar, Ecmel’e
hamile kalmış. Sonra tabii Hamiyet yengem de biz de öğrendik
olanı biteni...”
“Hamiyet yengem evi terk edip çocuklarla gitti. 2 oğlu var abimin ondan. O
zaman annemle babam sağdı. Çok uğraştılar yengem eve
dönsün diye ama yengem kabul etmedi. Çok dediğim dedik, otoriter bir
kadındı. Tükürdüğünü yalamazdı hiç, dönmedi eve, abime
boşanma davası açtı...”
“Hamiyet yengemin ailesinin durumu iyiydi. Maddi durumu iyi olunca abimi tek
kalemde sildi. Ama daha sonra hiç evlenmedi, çocuklarını büyüttü,
evlendirdi. Beni çok sever, halen daha görüşürüz, ararız birbirimizi.
Eğer Emel olmasa muhakkak gelirdi nikâha ama Emel olunca mecburen gelemedi.
Neyse, Emel’le abim evlendiklerinde Emel’in karnı burnundaydı. Yani
anlayacağın Emel’i yuva yıkan kadın olarak gördükleri için
onu hiç sevmediler. Anca bayramlarda seyranlarda o da abilerimin zoruyla
görürler.” dedi.
Emel Hanım Refiye’nin abisini baştan çıkarmış ve
evliliğinin bitmesine sebep olmuştu. Ama şimdi aynı durum
kendisi için de geçerliydi. Kocası onu başka bir kadınla
aldatıyordu. Yuva yıkan kadının yuvası olmaz dedikleri
durumun bir örneğiydi belki de bu durum.
Ben yeniden bu konuyla ilgili konuşmak isteyince, lafı
ağzıma tıkayıp, “Ya bırak şimdi yengelerimi,
Emel’i falan. Bizden bahsedelim, olmaz mı?” dedi gülümseyerek. “Olur, niye
olmasın?” dedim keyifle.
“Balayına nereye gidelim?” diye sorunca, “Balayı mı?” dedim
şaşırarak. “Evet, balayı. Neden
şaşırdın ki?” dedi. “Yok, yani ne bileyim, sen istemiyorsun
diye biliyorum, ondan. Yoksa başka bir sebebi yok!” dedim. “Canım
istemiyorum, ama hepten istemiyorum demedim ki hiçbir zaman. Sadece şu
aralar olmaz, sonra gideriz diye düşünmüştüm. Yoksa senin öyle bir
niyetin, isteğin yok mu?” dedi ciddi ve soğuk bir ses tonuyla.
“Yok, olur, tamam. Ne zaman istersen gideriz, problem değil!” dedim, ama
Refiye’nin bakışlarından alındığını,
kırıldığını görebiliyordum. Bir süre sessiz
kaldık. “Yurtdışına gidelim mi?” diye sorunca, “Yurt
dışı mı?” dedim kahvemden son yudumu alırken. “Evet,
yurtdışı. Mesela İspanya. Çok güzeldir, denizi de çok güzel
olur, çok da temiz!” dedi gülümseyerek.
“Sen daha önce gitmişsin anlaşılan!” dedim. “Evet,
gitmiştim!” dedi neşeyle. Rahmetli kocası ile pek çok yer
gezmiş, tatile gitmişti. Şimdi daha evliliğimizin ilk
gününde bunu anlatıyor olması moralimi bozsa da sesimi
çıkartmadım. Ancak Refiye de yaptığı hatanın
farkına vardı hemen ve “Çok özür dilerim, yani seni üzmek istemedim.
Tabii sen nasıl istersen, yani nereye istersen gideriz. İlla yurt
dışı olacak diye bir şey yok. Yani senin de oraları
görmeni isterim. Çok özür dilerim!” dedi elini elimin üzerine koyup
okşarken. “Tamam, önemli değil. Bakarız sonra...” dedim,
kalktım masadan ve salona geçtim.
Az sonra Refiye yanıma geldi, yine özür diledi. “Tamam, boş ver.
Unuttum ben, sen de kapat artık!” dedim. Sessiz kaldı bir süre,
ardından, “Şey, Osman, o sana verdiğim çantayı ne
yaptın?” diye sordu. O sormasa benim de aklıma geleceği yoktu.
“Arabanın bagajında, yukarı çıkarmadım!” dedim.
“İyi yapmışsın, kimseye demedin değil mi?” deyince, “Demedim
demedim de, sen şu işin aslını astarını anlat
hele, nedir bu çantanın sırrı?” dedim merakla.
Refiye başını omzuma yaslarken anlatmaya başladı.
“Rahmetli eşim ölünce yüklü bir tazminat aldım. Sana da demiştim
zaten, sen de biliyorsun. Buraya yerleştikten bir süre sonra beni bir
bankadan aradılar. Mehmet sağken o bankada bir kasa
kiralamış. Bana bununla ilgili hiçbir şey söylememişti,
haberim yoktu. Bankadaki kasadan epey bir para, altın vs. çıktı.
Bunları nerden, ne zaman almış hiç bilmiyorum. Birkaç tane de
tapu çıktı, İstanbul’da ve Konya’da dairelerin, arsaların
tapuları. Paraların bir kısmı vergiye gitti, kalanı da
bana verdiler. İşte çantanın sırrı bu...” dedi.
Gerçekten ilginç bir durumdu. Kocası Refiye’den gizli olarak bir bankada
kasa kiralamış içini paralarla, altınlarla ve tapularla
doldurmuştu. “Çocukların haberi var mı peki?” diye sorunca, “Yok,
onlar da bilmiyor!” dedi. “E nasıl oldu peki, onlar da mirasçı
değil mi, sen tek başına nasıl aldın bunları?”
dedim.
Refiye, “Bende vekâletname vardı, onu verdim, o sayede aldım.
Çekindim onlara söylemeye. Çünkü babalarından kalan epey bir mal mülk,
para zaten var. Bir de bunu söylemek istemedim. Belki ilerde söylerim, ama şimdilik
gizli kalmasını istedim... Hem paralardan hariç asıl merak
ettiğim şey bu tapular. İstanbul’da 4 daire var, burada da 6
tane. Ne zaman almış, kaça almış, kimden almış
hiç haberim yok. Zaten tapular halen Mehmet’in üstüne. Çocuklar olmadan kendi üzerime
alamam. İlerde mecburen haberleri olacak ama bu işi
açıklığa kavuşturmam lazım. Daha bu daireler
nerededir, boş mu, dolu mu, kim oturuyor, kim oturmuyor onu bile
bilmiyorum. Seni haberdar etmemin sebebi de bu aslında. Benim adıma
bu işi yapmanı istiyorum Osman. Bu dairelere bak lütfen, kontrol et,
ne olur. Hem bu paralar, çanta filan sende kalsın, benim onlarla bir
işim yok şu anda. Dün gece takılanları da al, istersen
bankaya koy, istersen ihtiyacın varsa kullan...” dedi.
“Tapular nerde peki, çantanın içine baktım ama tapu filan yoktu!”
dedim. “Dur getireyim, onları yatak odasındaki kasada saklıyorum!”
dedi. “Yatak odanda kasa mı var?” dedim şaşırarak. “Evet!”
dedi gülerek, ardından kalktı ve yukarı çıktı.
Evlendiğim kadının bilmediğim tarafları
açığa çıkıyordu tek tek. Oldukça heyecanlıydım,
Refiye çantayı bana vermiş, para ve altınları istersem
kullanabileceğimi söylemişti. Az sonra elinde rulo halinde bir deste
kâğıtla geldi. Bahsettiği tapulardı bunlar.
Her birine baktım tek tek. Dediği gibi İstanbul’da 4, Konya’da 6
daire vardı. Ama bundan hariç iki de arsa tapusu vardı. Biri 25,
diğeri yaklaşık 15 dönümlük iki koca arsa daha doğrusu
tarlaydı bunlar. Rahmetli kocası ne dolaplar çevirmişti kim
bilir?
Refiye de bu konuda benimle aynı fikirdeydi. “Mehmet benden habersiz bir
takım işlere girişmiş, ama ne olduğunu bilmiyorum. Ben
kadın başıma bunu öğrenemem, sen erkek olarak bunu
yapabilirsin. Artık kocamsın, sana güvenebilirim. Lütfen Osman,
şu işi hallet. İçim içimi yiyor, bu işi çöz lütfen...”
dedi.
İkinci evliliğim daha ilk andan büyük bir sürprizle
başlamıştı. “Tamam, hallederim. Çantayı da merak etme,
içindekilere dokunmam, aynı rahmetli kocan gibi bankada kasaya
koyarım, anahtarını da veririm sana!” dediğimde,
sıkıca sarıldı.
Refiye çantanın sırrını söylemiş olsa da dün Aysel’in
evinde konuşulanlarla ilgili bir şey söyleme ihtiyacı
hissetmemişti. İstanbul’daki lüks daireler, bu binadaki iki ayrı
dairesi, bankadaki paralar... Bunları bildiğimi bilmiyordu.
İçimden bir ses belki ilerde söyler derken, bir başka ses de
şimdiye kadar söylemediyse bundan sonra da söylemez diyordu. Aysel’in
tehdidini kendisine nasıl söyleyeceğimi ise hiç bilmiyordum. Bir
çıkış yolu bulmam gerekliydi. Ancak evliliğimin ilk gününde
kafamı bu düşüncelerle doldurmak, kendimi germek, daha fazla
sıkıntıya sokmak istemiyordum...
Dünden kalan güzel parfümünün kokusunu alıyordum. Saçlarını
okşadım. Adetli de olsa onu istiyordum. Birkaç gün bekleyecek,
sabredecek halde değildim. Üstelik sabah yediğim birkaç
kaşık macun da içimi kıpır kıpır etmeye başlamıştı.
Refiye’ye baktım göz ucuyla, “Seni çok istiyorum!” deyip
dudaklarını öptüm. “Ben de çok istiyorum, ama biliyorsun...”
dediğinde, “Biliyorum, ama sabredecek halde değilim!” dedim.
Dudaklarıma ıslak bir öpücük kondurdu, “Bekle o zaman!” dedi
gülümseyerek ve ardından ayağa kalkıp önüme geçti. Üzerindeki
saten sabahlığı ve geceliği
çıkarttığında muhteşem vücudu ile
karşımdaydı.
Sutyen takmamıştı. Silikonlu da olsa dolgun ve dik memelerini
kendi kendine avuçluyor, gülen gözlerle bakıyordu. Altında beyaz, pamuklu
bir külot vardı, külotu da yavaşça tutup sıyırdı
bacaklarından. Külotun içine yapıştırdığı
pedin üzerinde bir miktar kırmızılık vardı,
kurumuş adet kanının lekesiydi. Olduğu yerde dans eder gibi
yapıyordu, sanki striptiz yapıyormuş gibiydi bu haliyle.
Benimse yarağım git gide kalkmaya başlamıştı.
Üzerimde atlet ve külot vardı sadece. Daha fazla bekleyemeyeceğimi
anlayınca bir çırpıda külotumu çıkarttım. Refiye
karşımda ufaktan ufaktan dans ederken ben de yarağımı
okşayıp sıvazlıyordum.
Refiye’nin bakışları yarağımdaydı. Benimse
gözlerim vücudunda geziniyordu. Karşımda sağa sola dönüyor,
memelerini, götünün yanaklarını, amını okşuyor, zaman
zaman da götünü dönüp domalıyordu. Bembeyaz, güneş görmemiş
vücudunda, amının üzerinde ve kasıklarında kıldan,
tüyden eser yoktu. Bir manken gibi tertemiz, pürüzsüz cildiyle her erkeğin
yarağını tavana dikecek haldeydi. Hafiften göbeği
çıkmış, karnında ve kalçalarında çatlaklar
oluşmuş gibiydi, ama bunların hiçbiri o yaştaki bir
kadın için kusur sayılamazdı.
Yavaş yavaş yaklaştı, ellerimi kalçalarına, götünün
yanaklarına attım. Parmaklarımın ucundan her yanıma
onun bedeninin ateşinin yayılmaya
başladığını hissediyordum. Refiye de dokunuşlarımla
hafiften ürpermiş, gözleri kapalı halde, “Immm, uhhh...” diye inilti çıkarmıştı.
Amı benim için yasak bölgeydi, ama vücudunun geri kalan kısmına
istediğim gibi dokunabilirdim.
Az sonra minik dansını sona erdirdi ve dizlerimin üzerine oturdu.
Dudaklarımız buluştu birden, deli gibi öpüşmeye
başladık. Ellerim vücudunun kıvrımları üzerinde
geziniyor, memelerini avuçluyor, göt yanaklarını yoğuruyordu.
Kalbimin atışları hızlanmıştı. Refiye
gözlerini kapatmış ve kendini tamamen bana teslim etmiş
haldeydi. Her iki dudağını emiyor, içime çekiyordum.
Dillerimizin ucu küçük dokunuşlarla birbirine değerken
aldığımız zevki, keyfi sonuna kadar hissediyorduk.
Dudaklarından sonra yanaklarını, boynunu öptüm, vakumladım,
dilimin ucuyla yalayıp temizledim. Refiye’nin elleri sırtımda
gezinirken kasıklarıyla sağ bacağım üzerine baskı
yapmaya başlamıştı. Amına yarağım
giremeyecek olsa da bacağımı kasıklarında,
amının üzerinde hissetmenin verdiği zevki yaşamak, bu
fırsatı değerlendirmek istiyordu.
Kendini oyuncak bir atın üzerindeki çocuk gibi ileri geri sallıyordu.
Bense memelerini avuçluyor, meme uçlarını parmaklarımla ufaktan
sıkıyor, dişliyor, emiyordum. Elleri sırtımda,
saçlarımda gezinirken hareketleri hızlanmaya başladı. Göt
yanaklarını hamur gibi yoğuruyordum. Memelerine aç bir
bebeğin annesinin memesine saldırması gibi yumulmuştum.
“Ihhh, ahhh...” sesleri eşliğinde Refiye adetli olduğu halde
boşalmaya son sürat gidiyordu.
Kendinden geçmişti, gözlerini kapatmış kendini zevkin
akışına bırakmıştı. Çıplak
bacağımda amını, terlemeye başlamış
kasıklarını hissettikçe yarağım tavan yapıyordu.
Kendini bana daha çok yaklaştırdıkça yarağım
çıplak etine değiyor, karnı ile göbeğim arasında gidip
geliyordu. Refiye kalçamın üzerindeydi artık. Ata binen bir jokey
gibiydi, amına sürten kalçam onu zevke taşıyor, doyuma
ulaştırıyordu. Bütün ağırlığını
bacağımın üzerine veriyordu. Bacağımı
kasıklarının arasında mengene gibi sıkıyordu.
Altımızdaki koltuk sağlam da olsa, gıcırtılar,
ayaklarının parke zeminde kaymasından kaynaklı sesler
çıkartıyordu.
Ve derken beklenen son geldi. Refiye iniltiler, hızlı ve güçlü nefes
alışverişleri ile birlikte boşalmıştı.
Yumuşak göt yanakları taş gibi sertleşmiş, vücudu
katılaşmış bir haldeydi. Ağzımı
açabildiğim kadar açmış, memelerini yutmaya
çalışıyordum bu anlarda. Her ne kadar yarağımı
kullanamıyor olsam da, onu boşaltabilmiştim. Refiye adetli
halinin verdiği azgınlıkla amına yarak girmediği halde
zevkin doruklarına çıkmıştı.
Yavaş yavaş kendine geldi. Bir şey söylemeden kalktı
bacağımın üzerinden. Bacağımın üzerinde
amının ve terli kasıklarının
bıraktığı ıslaklık vardı. Yarağım kazık
gibi olmuştu. “Ağzına alsana!” dedim Refiye’ye. Tek kelime
etmeden önümde dizlerinin üzerine çömeldi, bir elini dizime koyarken
diğeriyle yarağımı kavradı. Az sonra
dudaklarını, dilini yarağımda hissettim.
Yarağımın kafasını dondurma gibi emiyordu. Saçlarını
okşuyordum, Refiye başını aşağı yukarı,
sağa sola oynatarak güzel bir sakso çekiyordu.
Dün karımın yaptığının bir benzerini hatta daha
iyisini yapıyordu Refiye. Yarağımı boğazının
en derinlerine kadar alıyor, bir süre o halde bekliyor ardından
başını kaldırıp indirerek saksoya devam ediyordu.
Yarağım ağzının sıvıları, tükürüğü
ile ıslanmıştı iyice. Yarağımın
kafasına ağız dolusu tükürüğünü bırakıyor, sonra
onu iştahla emiyor, yutuyordu. Yuttuğu tükürüğü sonra tekrar
bırakıyor devir daim yapan bir makine gibi işliyordu. Karım
gibi çikolata sürmesine, kullanmasına gerek kalmadan bu işi sadece
tükürükle yapıyordu Refiye.
Bacaklarımı iki yana ayırdım iyice.
Taşaklarımı löp bir yumurtayı ağzına atar gibi
alıyor, emiyor, vakumluyordu. Terlemiş kasıklarımda dilini
gezdiriyordu. Yumuşacık saçlarını kavradım
sıkıca, hırıltılı iniltiler çıkartmaya
başlamıştım. İkinci karımın muhteşem
saksosu eşliğinde boşalmaya gittikçe yaklaşıyordum.
Salonun serinliğinde ateşler içinde yanıyordum. Boşalmak
üzereyken Refiye’yi geriye doğru ittim. Birdenbire koltuğun üzerinde
oturur vaziyetteyken Refiye’nin şaşkın bakışları
arasında boşalmaya başladım. Döllerim
yarağımın kafasından bir volkandan patlayan lav gibi
yukarı doğru fışkırıyor ardından
karnıma, kasıklarıma akıyordu.
Yarağımı sıvazlayıp son kalan döllerimi
akıtırken Refiye yanıma oturdu ve sıkıca
sarıldı. Boynumu, dudaklarımı öpüyor, “Seni çok seviyorum!”
deyip duruyordu. Elimi omzuna attım, bir süre o halde kaldık.
Refiye, “Bugün ne yapalım, biraz dışarı çıkalım
mı?” diye sorunca, “Olur, çıkalım!” dedim. “Ben banyo
yapayım...” dediğinde, “Ben de geleyim!” dedim, ancak, “Olmaz gelme,
benim başka işlerim de var!” dedi gülerek. “İyi, sen git, ben
sonra yıkanırım!” dedim. Refiye yukarı çıkarken bir
süre daha koltukta oturdum. Yere attığım külotumla vücuduma
bulaşan döllerimi sildim.
10 dakika kadar sonra yukarı çıktım. Refiye ebeveyn banyosunda
yıkanıyordu. Sıcak suyun buharı kapının
aralığından odaya geçiyordu. Aynalı dolap
kapaklarından birinin aralık olduğunu fark ettim. Daha önce hep
kapalı gördüğüm kapağı açık görünce meraklandım.
Kapağı açınca içinde büyükçe bir çelik kasa olduğunu
gördüm. Refiye’nin bahsettiği çelik kasa dolabın
taşıyamayacağı kadar büyük ve ağırdı, yere
monte edilmiş ve dolap kapağı ile gizlenmişti. Anahtar ve
şifre ile açılabilen kasanın da kapağı açık,
aralıktı. Daha da büyük bir meraka kapıldım.
İçerde su akmaya, Refiye yıkanmaya devam ediyordu. Kasanın
kapağını açtım yavaşça. İçinde gördüklerim ise
çok ilginçti. 2 raflı kasanın üst rafında bir miktar para
vardı. Paradan hariç birkaç altın kolye ile şeffaf plastik küçük
bir kutunun içinde de altınlar ve bilezikler duruyordu. Dün gece
takılan para ve takılar da diğerlerinden ayrı olarak
rafın bir tarafına gelişigüzel konmuştu. Şeffaf,
kapaklı bir dosyanın içinde de kâğıtlar, evraklar
vardı ayrıca. Bunlar neyin nesiydi kim bilir?
Ancak bunlardan ayrı olarak benim için asıl sürpriz olan şeyse
kasanın alt rafında bulunanlardı. Bunların ilki
titreşimli plastik bir yaraktı. Ten renkli, uzun ve damarlı
plastik yarak ince bir kablo ile bir kumandaya bağlıydı.
Kumandanın düğmesine bastığımda plastik yarak
olduğu yerde vızıltılı bir sesle hareket etmeye
başladı. Yarak bir süre arı gibi vızıldayarak
çalıştıktan sonra düğmesine basıp kapattım.
Onun yanında ikinci bir sürpriz duruyordu, bu da belden
bağlamalı plastik bir yaraktı. İkinci karımın
ilginç fantezilerinin olduğu çok açıktı. Annem ve Hüsniye ile
lezbiyen bir ilişki yaşadığını öğrenmiştim,
o nedenle gördüğüm belden bağlamalı yarak bende bir şok
yaratmasa da şaşırttı. Siyah deri kayışlı,
külot gibi giyilebilen, ten renkli büyük ve kalın bir yaraktı bu.
Lezbiyen ilişki esnasında birbirlerini bunu giyerek sikiyorlardı
belki de.
Yarağın yanında ise dün gece annemin sandığında
gördüklerime benzer külotlar ve sutyenler vardı. Değişik renk ve
desenlerde ip külotlar ve tangaların yanında şeffaf ve dantelli
sutyenler koymuştu buraya Refiye. Çamaşırların yanında
birkaç kutu prezervatif ile üzerinde masaj yağı ve kayganlaştırıcı
krem yazan birkaç kutu vardı ayrıca. Rafın arka taraflarında
ise CD’ler vardı, üzerlerinde yazı veya başka bir şey
yoktu. Boş mu dolu mu oldukları belli değildi.
Kapadokya tatilinde tanıştığım Aydan’ın bir
benzeri çıkmıştı Refiye. Aydan değişik
fantezileri olan bir kadındı, Refiye de öyleydi. Ancak aralarındaki
fark Aydan benim için bir geçmişe ait bir anı iken, Refiye’nin
karım olmasıydı. O sırada banyodaki suyun sesi kesildi,
kasanın ve dolabın kapaklarını önceki gibi aralık
bıraktım.
Tüm bunlar ne anlama geliyordu? Öğrenmem gerekenlerin arasına yeni
şeyler eklenmişti...
[Osman]
|