Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 117. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
“Öyle mi düşünüyorsun?”
dedim. Hüsniye, “Evet, aynen öyle!” dedi bir bacağını sallamaya
devam ederek. “Sen Refiye’nin yerinde olsan ne yapardın?” dediğimde
yüzüme baktı mavi gözleriyle. “Seni evden dışarı
çıkarmazdım!” dedi gülerek. Bunu söylerken yüzünün
pembeleştiğini fark ettim. Erkek arkadaşı ile
buluşmuş, arzu dolu ama ne yapacağını da bilmeyen
liseli bir kız gibi görünüyordu.
Gerçi benim de ondan farkım yoktu. Elime geçen fırsatı
değerlendirmek istiyor olsam da, yine de ilk adımı atmakta tutuk
davranıyordum. Küçük bir öpücüğün ardından gerisi çorap
söküğü gibi gelir diyordum içimden, ama o ilk öpücük için gereken cesareti
gösteremiyordum. Birkaç metre ötemizdeki odada Refiye’nin olmasının
verdiği tedirginliği yaşıyordum ve bu da beni fena halde
geriyordu.
Biraz olsun konuyu değiştirmeye çalışıp, “Refiye ne
anlattı sana?” diye sorduğumda, “Merak mı ediyorsun?” dedi
başka bir soruyla. “Evet, onu ilk defa kıskançlık yaparken
gördüm. Daha önce hiç şahit olmamıştım böyle bir şeye.
Ne söyledi sana?” dedim anlatmasında ısrar ederek. “Refiyedir bu,
öyle kolay kolay ele vermez kendisini. Hemen tanıyamazsın onu. Ben
bile kaç yıllık arkadaşıyım, halen daha
bilmediğim ne huyları var. Onca yıldan sonra beni
şaşırtmaya devam ediyor...”
“Ben ilk defa kıskançlığına şahit oluyorum dedin ya,
şunu bilmelisin ki Refiye çok hatta aşırı kıskanç bir
kadındır. Rahmetli kocasını sırf bu huyu yüzünden bunalttığı
çok olurdu. Seni kazanmak için belli etmemiş, göstermemiştir.
Eğer böyle olduğunu bilseydin kendisini sevmeyeceğini, onunla
ilgilenmeyeceğini yada bırakacağını düşünmüş
olabilir. Yani anlayacağın senin parmağına yüzüğü
takana kadar kendini gizlemiştir. Onun için sana hayırlı
işler diliyorum...” dedi imalı bakışlarını
üzerimde gezdirerek.
“Yandım ben desene!” dedim gülümseyerek. “Yoo, yanmadın. Aksine çok
şanslısın. Refiye gibi bir kadını bu zamanda
bulamazsın. Ama biraz zorlukla karşılaşacaksın,
orası kesin. Eh, gülü seven dikenine katlanır demişler. Sen de
Refiye’yi seviyorsan dikenlerine katlanacaksın!” dedi.
Hüsniye’nin dedikleri doğru
gibi görünüyordu. Refiye önce beni kazanmak, sonra da kaybetmemek için
kıskanç biri olduğunu hiç belli etmemişti. Yatağında
Elif’i sikmeme bile ses çıkartmamış, Özge ile olan ilişkimi
bildiği halde bunu kabullenmişti. Ama bütün bunlar evlenene
kadardı. Evlenir evlenmezse daha önce hiç şahit olmadığım
yüzünü göstermişti. Ve kim bilir daha ne yüzleri vardı görmediğim.
Refiye Özlem gibi saf ve dümdüz biri değildi. Özlem kendi halinde, tipik
bir ev hanımı, eş ve anneyken, Refiye anasının gözü
bir kadındı. Yıllarca Almanya’da yaşamış, pek çok
yer gezmiş, insan tanımıştı. Özlem’i bile idare
etmekte zorlanırken Refiye ile nasıl başa çıkacaktım
kim bilir?
“Ne anlattı peki sana bugün olanlarla ilgili?” diye sordum. Hüsniye bunun
cevabını vermemişti henüz. “Madem bu kadar isteklisin
öğrenmeye, dinle o zaman. Yanınıza gelmeden önce senin
kadınlarla konuşmanı bir süre izleyip dinlemiş.
Kadınların sana karşı bakışlarında,
konuşmalarında normal olmayan bir şeyler fark etmiş. Yani
basit bir selamlaşma, konuşma filan gibi görmemiş bunu.
Kadınların ikisinin de sana karşı ilgilerinin olduğunu
düşünmüş...”
“Ondan sonra yanınıza gelip de olaya yakından şahit olunca,
hele de kadınların gözlerindeki ifadeyi görünce emin olmuş sana
karşı bir şeyler beslediklerine dair. Ama sadece
kadınlardan yana şikâyetçi değil. Sende de onlara
karşı bir ilgi sezmiş. Refiye bu konuda çok hassastır, tahminleri
de hemen hemen her zaman doğru çıkar, bunu da bilmeni isterim...”
diyerek cevapladı sorumu.
“İyi de, ben o kadını yani Fikriye Hanımı daha önce
sadece bir kere ayaküstü gördüm, konuşmamıştık bile. Bugün
de ben tanımadım onu ilk başta, o beni hatırladı.
Diğerini de başka bir arkadaşım vasıtasıyla
tanımıştım. Aramızda bundan başka bir şey
olduğu yok. Nerden çıkartmış bunları anlamıyorum.
Bence Refiye senaryo uydurmuş...” derken sözlerimi keserek, “Yoo,
yanılıyorsun. Refiye’nin altıncı hissi çok kuvvetlidir.
Eğer o var diyorsa vardır. Yani o kadınların ikisinin de
sana karşı bir şeyler hissettiklerini söylüyorsa, ki bu konuda
kadınları suçlamak hata olur bence, yanılmıyordur!” dedi.
Bunları söylerken saçlarıyla oynayıp ayağını
sallamaya devam ediyordu.
Yani Refiye’nin demesine bakılırsa Fikriye Hanım da Natalya da
bana karşı ilgi duyuyordu. Aynı şekilde ben de onlara
karşı ilgi duyuyordum. Kendimle ilgili Refiye’nin doğru bir
tahminde bulunduğunu söyleyebilirdim. Daha önce Natalya’yı
sikmiştim. Fikriye Hanım’a karşı da bir şeyler
hissetmiştim konuşma esnasında. Ama onun bana karşı
bir şeyler hissediyor olduğunu hiç ama hiç aklıma
getirmemiştim. Ama Refiye’nin güçlü altıncı hissinin bunu
söylediğini söylüyordu Hüsniye.
Refiye’nin kısa bir merhabalaşmadan bu kadar derin anlamlar
çıkarttığını bilmiyordum. Birkaç bakış,
birkaç kelime onun beyninde pek çok düşüncenin doğmasına sebep
olmuştu. Refiye’nin sandığımdan daha dişli çıktığını
da öğrenmiş oluyordum Hüsniye’nin bu sözleriyle.
Az sonra sanki önemli bir şeyi unutmuş da sonra
hatırlamış gibi, “Ah, çok özür dilerim. Hiç de iyi ev
sahipliği yapmıyorum sana. Bir şey içer misin, sormayı
unuttum kusura bakma!” diyerek ayağa kalktı. Tabii üstteki bacağını
indirirken eteğinin altında, bacak arasını sergilemekten
çekinmedi. “Sen bilirsin, varsa çay, kahve olabilir, fark etmez benim için...”
dedim.
Ancak Hüsniye, “Hımm, ben başka bir şeyler
düşünmüştüm!” deyince, “Ne gibi?” dedim. “Bir içki içersin belki diye
düşünmüştüm, ama yok dersen çay yada kahve de yaparım.” deyince
“Olur, tabii, neden olmasın!” dedim heyecanla. “İstersen sen kendin
seç, ne istersen var barda!” dedi eliyle göstererek. “Yo, gerek yok. Bu konuda
seçimi sen yap, sana güveniyorum!” dedim. “Teşekkür ederim!” dedi gülümseyerek
ve bara doğru geçti.
Hüsniye rahmetli babasının yaptırdığı Amerikan
bara geçerken, ben de kalkıp içeriye, Refiye’ye bakmaya gittim.
Kapıyı usulca açtım. Refiye aynı şekilde uyumaya devam
ediyordu. Epey derin bir uykudaydı, uyanacak gibi de görünmüyordu.
Kapıyı kapatıp salona dönünce, Hüsniye, “Hayırdır, ne
oldu?” dedi bir gözünü kırparak. “Hiç, Refiye’ye baktım...”
dediğimde, “Merak etme, daha birkaç saat bebekler gibi uyur. Ona benim de
ara sıra kullandığım güçlü bir uyku hapından verdim.
Endişelenmene gerek yok!” dedi.
Salonun perdelerini çekmiş, alçıpan süslemelerin üzerindeki küçük led
lambaları yakmıştı Hüsniye. Epeyce viski doldurduğu
kadehi uzattı. Kendisi de viski almıştı, “Buz ister misin?”
diye sorunca, “Yo, gerek yok!” dedim. Tekrar koltuğa oturup bacak bacak
üstüne atarken ben de karşısına oturdum. “Şöyle gelsene, bu
kadar uzak durmana gerek yok, korkma seni yemem!” dedi koltuğun minderine
vurarak. “Tamam!” deyip yanına oturdum. Kadehini uzatıp, “En kötü
günümüz böyle olsun, şerefe!” dedi gülümseyip. “Şerefe!” dedim ve
kadehlerimizi tokuşturduk.
Geçen gece içtiğim ucuz ve kalitesiz viskiyle alakası yoktu.
Bambaşka, oldukça güzel ve yoğun bir tadı vardı. “Nerden
aldınız bunu, çok güzelmiş!” dediğimde, “Gerçek Scotch’tur
bu. Türkiye’de satılanlara benzemez!” dedi ufak bir yudum alırken.
“Sen de seviyorsun viskiyi anlaşılan?” dedim. Önce cevap vermedi
sözüme. Sonra da, “Kaliteli olan her şeyi severim!” dedi gülümseyip.
“Bunların hepsini Klaus almıştı zamanında.
Çoğunun şişesi bile açılmamış halde duruyor halen.
Bir ara hepsini atmak istedim. Ondan kalan şeyleri görmeye tahammül
edemiyorum çünkü. Ama Kamer anne mani oldu atmama. İyi ki de
atmamışım zaten...”
“Bazı akşamlar bir iki kadeh bir şey içiyorum. Kamer anne de
arada bir eşlik ediyor bana...” dediğinde, “Yengem içiyor mu ki,
bilmiyordum!” dedim. “Nadiren de olsa içer. Meyve suyuna votka yada cin
karıştırıp veriyorum biraz. O şekilde içiyor...”
“Laf aramızda, bir ara annen gelmişti misafirliğe. Meyve suyu
verdim, tabii o görmeden içine biraz votka koymuştum. Annen içti bitirdi,
kız dedi bu çok güzelmiş, bir tane daha ver. Onun da içine biraz
votka koydum. Onu da içti, meyve suyunun çok kaliteli olduğunu zannediyor,
hâlbuki içinde votka var, haberi yok. Neyse bu baktım yarım saat geçti
geçmedi başım ağrıyor dedi, koltukta yattı
uzandı. Aradan iki üç saat geçince uyandı, ne oluyor böyle
başım çatlıyor deyince dayanamadım söyledim. Annenin
dayağından Kamer anne kurtardı beni!” dedi kahkahayla. İçki
ve alkolden ölesiye nefret eden annemin küçük macerasını da bu sayede
öğrenmiş oldum.
Birkaç yudumun ardından Hüsniye’nin dili çözüldü ve geçmişi
hakkında konuşmaya başladı. “Bu barı da zamanında
rahmetli babacığım yapmıştı. İçi başka
dışı başka bir adamdı rahmetli.
Dışarıya karşı kendini başka türlü gösterirdi ama
içerde her haltı yerdi. Senelerce Almanya’da hayat kadınlarına,
içkiye, kumara dünyanın parasını harcadı.
Anacığımı kimlerle aldatmadı ki... Amcamın
karısıyla bile yattı adam, yengemle yani düşünebiliyor
musun? Hatta anacığım bu yüzden öldü!” dediğinde, “Hadi ya,
ne oldu ki?” dedim merakla. Hüsniye’nin çözülen dili daha da çözüldü bu
sorumla.
“Babam ölüm döşeğindeyken anlattı bana. Kızım beni
affet, annen benim yüzümden öldü dedi, ağladı. Çok pişman
olduğunu söyledi, sonra da anlattı ne olduğunu... Amcam var
benim, daha doğrusu vardı, çok seneler önce ölmüştü.
Karısıyla çocuklarına babam yardım eder, para gönderirdi.
Dördünü de okutan, evlendiren babam oldu...”
“Annemle babam kesin dönüş yapmıştı Almanya’dan. Bizim eski
ev vardı o zamanlar, daha burası yoktu. Alt katında yengem
oturuyordu, üstte de annemler. Babam yeni yeni müteahhitliğe
başlamıştı...”
“Neyse, bir gün annem komşuya gitmiş. Sonra geliyor eve...” deyip
durdu ve viskisinden bir yudum aldıktan sonra devam etti, “Giriyor
işte yatak odasına... Bir bakıyor, babam yengemin üzerinde...
Anlarsın yani... Kadın bunu görür görmez yüreğine iniyor, kalp
krizinden sizlere ömür... Öyle oracığa, kapının önüne
yığılıp kalmış, bir şey bile söyleyememiş...
Kadın öyle ölüp gitti...”
“Bunu öğrendikten sonra yengemin karşısına
çıktım, niye böyle bir şey yaptın dedim. Annem seni
severdi, korurdu kollardı, sen niye böyle yaptın dedim.
Kızım ben de çok pişmanım, annen devamlı giriyor
rüyalarıma, bir günah işledim bunun ıstırabıyla
yaşıyorum ama nasıl yaşadığımı bana sor
dedi. Allah’ından bul dedim buna. O günden beridir de
görüşmüyorum...” dedi Hüsniye. Gözlerinden akan birkaç damla yaş
yanaklarını ıslatmıştı bu sırada.
Hüsniye’nin rahmetli babası bizimle akraba geliyordu. Anneannemin
halasının torunuydu babası. Çok yakın sayılacak bir
akrabalık değildi belki ama bizim için hele annem ve babam için
sadece akraba olması yeterliydi. Zaten yengemin dayımdan sonra
Hüsniye’nin babasıyla evlenmesinin sebebi de bu akrabalıktı.
Babasını doğru düzgün tanımasam da bahsettiği yengesini
biliyor, tanıyordum. Ümmihan adında, annemden biraz büyük bir
kadındı. Ben çocukken ve gençken bize çokça gelir giderdi. Annemle
onun evine gittiğimiz de çok olmuştu. İki oğlu, iki
kızı vardı ve oğulları ile oyun
oynadığım da olmuştu. Tesettürlü, mutaassıp bir
kadındı ve hatırladığım kadarıyla da yüzünde
oldukça büyük bir beni vardı.
“Senin şu yengenin adı Ümmihan’ mı yoksa?” dediğimde
Hüsniye şaşırarak baktı gözlerini koca koca açarak.
“Eveeettt, sen nerden biliyorsun?” deyince, “Eskiden gelir giderdi bize, ben
epeydir görmedim ama annem halen daha görüşüyor galiba...” dedim. Hüsniye,
“Ay, vallahi inanmıyorum, demek sen tanıyorsun onu?” dedi elini
ağzına götürerek. “Sen bilmiyor musun, biz akraba geliyoruz!”
dediğimde, “Ay evet, öyle bir şey de varmış ama ben pek
bilmiyorum...” dedi.
Viskimi yudumlarken, “Ne yalan söyleyeyim, o kadının öyle bir
şey yapabileceği hiç aklıma gelmezdi, gerçekten böyle mi
olmuş?” dediğimde, “Ben de, ben de... Yani görsen, gerçi
görmüşsün, tanıyorsun zaten kadını. Böyle uzun uzun
pardesüler, ne bileyim çarşaflar filan giyerdi devamlı,
başını böyle büyük örtülerle, türbanlarla bağlardı.
Bana her Türkiye’ye gelmemde laf ederdi, kollarım, bacaklarım
görünüyor diye. Bunu diyen kadın gitmiş babamın altına
yatmış, düşünsene. Kocanın abisinin altına
yatıyorsun, yuh yani, düşündükçe böyle bu tüylerim diken diken oluyor
halen...” dedi sinirle.
Bir süre hiç konuşmadan viskilerimizi yudumladık. Sonrasında
Hüsniye, “Kusura bakma, bazen insan konuşacak birini bulunca
gevezeliği tutuyor. Seni de kendi dertlerimle boğdum...” dedi elini
bacağıma koyarak. “Önemi yok, sen ne zaman anlatmak istersen ben
dinlemeye hazırım. Problem değil, bunun için üzülmene gerek yok.
Hem ne de olsa akrabayız!” dedim.
Kaliteli viskinin etkisi
kendisini gösteriyordu. Alkol damarlarımda akarken kendime güvenim ve
cesaretim de yerine gelmeye başlamıştı aynı zamanda.
Parmak uçlarımı saçlarında gezdirmeye başlarken, “Çok
güzelsin!” dedim. Hüsniye bacağını sallamaya devam ederek,
“İltifatın için teşekkür ederim!” dedi. “İltifat
değil, hakikat!” dediğimde gülümsedi cevap vermek yerine. “Senin
şu Klaus, seni aldatmakla büyük hata yapmış!” deyince, “Öyle mi
düşünüyorsun?” dedi alt dudağını ısırarak.
(Hüsniye Klaus’un kendisini aldattığını, bu yüzden onu terk
ettiğini söylemişti, ama Ceren’in anlattıkları
bambaşkaydı.)
“Evet, kesinlikle. Senin gibi bir kadını aldatan adam tam bir
salaktır!” dedim. Hüsniye, “Teşekkür ederim, bir kadın olarak
sözlerin beni gururlandırdı!” diyerek cevap verdikten sonra bir süre
sessiz kaldık. Bu arada saçlarında gezinen parmak uçlarım
yavaş yavaş omzuna doğru kaymaya başlamıştı.
Açık pembe bluzunun derin dekoltesinden memelerinin çatalı ve
altındaki siyah sutyeninin dantelleri görünüyordu. Gözlerim ara ara oraya
kayıyordu ve Hüsniye de bunun farkındaydı. Siyah dar
eteğinin altından fırlayan bacakları ve kalçaları
yağlanmış gibi parıldıyordu.
Viskim biterken Hüsniye’nin sol eli dizlerimden kasıklarıma kadar
bacağım üzerinde gezinmeye başlamıştı. “Refiye
çok şanslı bir kadın. Senin gibi birini bulduğu için çok
şanslı!” dedi. Hemen ardından da boynuma bir öpücük kondurdu.
Islak dudaklarını boynumda hissetmek çok hoşuma gitti. Onun bu
öpücüğünden sonra daha fazla kayıtsız kalamazdım. Sol
elimle ensesinden tutup kendime çektim ve dudaklarını emmeye
başladım.
Hüsniye öpmemden fazlasıyla
memnun olmuştu. Benden yana döndü, onu koltuğun sırtına
yasladım ve daha ateşli, daha ihtiraslı bir halde öpüşmeye
başladık. Dudaklarım dudaklarıyla kenetlenmişken
sağ elimi bluzunun derin dekoltesinden içeri soktum. Siyah sutyeninin
içine girdi elim hemen ve dolgun, iri memelerini avuçladım. Hüsniye, “Ihhh...”
diyen derin bir inilti çıkartırken dudaklarımı
kanatırcasına emiyor, dilini ağzımın içine sokuyor,
ağzının içine soktuğum dilimi vakumlayıp emiyordu.
Memelerini güçlü hareketlerle yoğurup sıkmam ona yetmiyormuş
gibi elimi tuttu. Daha da bastırmamı istiyordu memelerine. Onun bu
isteğine karşı gelemezdim elbette.
Her bir memesi avcumun içini dolduruyordu. Refiye’nin silikonlu ve dik
memelerine göre yumuşak ve sarkıktı memeleri, ama daha iriydi.
Ve bu da benim hoşuma gidiyor, azgınlığımı
artırıyordu. Parmak uçlarımın arasına
aldığım meme uçlarını sıkmaya
başladığımda Hüsniye’nin aldığı zevk
çıkardığı yoğun ve derinden gelen iniltiyle kendini
belli etti.
Ceren’in söylediklerini düşününce, uzun zamandır, belki birkaç ay
yada bir yıl, bir erkekle beraber olmadığını tahmin
ediyordum Hüsniye’nin. Cinsel açlığı fazlasıyla belli
oluyordu. Elim memeleriyle meşgulken üst tarafta ateşli öpüşmemiz
devam ediyordu. Hüsniye gözleri kapalı halde uzun ve bir yılan gibi
kullandığı dilini ağzımın içine sokuyordu.
Sıcak ve ıslak dili ağız boşluğumda kıvrak
bir dansöz gibi hareket ediyor ve dilime, dişlerime, damaklarıma
dokunuyordu sürekli.
Bir ara ağzımı epeyce açtım, Hüsniye uzun dilini olabildiğince
ağzımın içine soktu. Ağızlarımızdan kuvvetli
bir yapıştırıcıyla yapışmış
gibiydik o anda. Memelerini kavrayan elimdeki elini çekti ve ensemden güçlü bir
şekilde bastırdı. Sanki beni öpmek değil yutmak istiyordu.
Cinsel açlığının boyutlarını gösteriyordu bu
hareketi. Bu esnada, “Immm, ımmm, ommm...” sesleri sanki bir kuyunun
dibinden geliyormuş gibi boğuk boğuk çıkıyordu
ağzından.
Nefes almakta güçlük çekmeye başladığımda geriye ittim
kendisini. Nefes nefese kalmıştık ikimiz de. Bluzunun
dışına taşan, açıktaki memesi aldığı
güçlü ve derin nefeslerle sallanıyordu. “Nedir bu halin, biraz yavaş
ol!” dedim saçlarını okşayıp. Elini yanağımda
gezdirerek, “Çok istiyorum seni!” dedi. Sonra da benden yana eğilip
dudaklarımı daha sakin ve yavaşça öpmeye, emmeye başladı.
Sağ elimi memelerine attım tekrardan ve öpmesine aynı
şekilde karşılık verdim. Hüsniye’nin
azgınlığı başına vurmuş, alev alev
yanıyordu, ama daha sakin olmasını öğrenmek
zorundaydı. Yaptığım uyarı işe
yaramıştı, öpmeleri daha içten ve sevgi doluydu şimdi.
Dudaklarımı emiyor, ısırıyordu hafiften.
Dudaklarının üzerinde kısa, sarı tüyler olduğunu o
zaman fark ettim. Bronzlaşmış teninde sarı tüyler kolay
fark edilmiyor, görünmüyordu çünkü.
Her iki memesini avuçlamış hamur gibi yoğuruyordum. Öpüşmemiz
ise aynı halde devam ediyordu. Romantik bir filmde öpüşen çiftler
gibiydik. Bir süre daha devam ettik öpüşmeye, daha sonraysa etli meme
uçlarını öpmeye, emmeye başladım. Dudaklarımın
memeleriyle buluşması Hüsniye’yi yeniden
çıldırtmış, az önceki gibi azgın haline dönmesine
sebep olmuştu. Sırtını koltuğa yasladı,
saçlarımı okşuyor, bir taraftan da, “Uğhhh, çok güzel,
devam ettt, çok güzelll...” deyip duruyordu. Etli, pembe meme
uçlarını emiyor, dilliyor ve hafiften ısırıyordum.
Dilimi çıkarıp uçlarını dondurma gibi
yaladığımdaysa daha çok zevke geliyordu.
Çilli bir kadındı Hüsniye ve aynı yüzünde olduğu gibi
memelerinin üzerinde de çiller vardı. Bu çillerden hariç birkaç da küçük
kahverengi ben vardı memelerinin üzerinde ve etrafında.
Kırklı yaşlarının başında bir kadın
için biraz fazla sarkık gibi görünüyordu memeleri. Ama kesinlikle bir
kusur değildi bu.
Bütün bunlar olurken bende de hareketlenme olmuyor değildi.
Yarağım sertleşmiş, şişmiş ve külotumla
pantolonumu zorlar hale gelmişti. Hüsniye’nin azgın, ateşli
amını parçalamaya hazır aç bir kurda dönüşmüştü sanki.
Memelerini emmeyi bırakıp kalktım ayağa. Hüsniye kot
pantolonun önündeki şişkinliği fark etmekte gecikmedi. Bakışları
arasında pantolonumu sıyırdım aşağı ve
çıkardım ayağımdan.
Refiye’nin aldığı siyah ve pahalı bir markaya ait külotum
yarağımı zapt etmekte zorlanıyordu. Külotumu indirme
işini Hüsniye yerine getirdi. Onun memelerinin sutyenden kurtulması
gibi yarağım külotumdan kurtulunca sallandı aşağı
yukarı. Hüsniye derhal kavradı yarağımı ve mavi
gözlerini gözlerime dikerek, “Çok güzel!” dedi. Hemen ardından da elini
yarağımın üzerinde gezdirmeye başladı. Adeta 31
çektiriyordu.
Sarı saçlarını okşuyordum. Narin, uzun tırnaklı
elleriyle bir süre sıvazladığı yarağımı
ağzına aldı az sonra. Sağlam bir sakso çekmeye
başlamıştı. Yarağımı boğazına
kadar sokup çıkartırken ben de ensesinden bastırıyordum.
“Ohhh, çok güzel, işte böyle, çok güzel, devam et...” deyip duruyordum.
Hüsniye’nin yoğun ve ateşli saksosuyla yarağım gittikçe
ıslak bir hale gelmişti. Ağzındaki tükürükle
yarağımdan akan zevk sıvıları birleşince Hüsniye
zaman zaman yarağımı emmeyi bırakıp
dudaklarındaki ve çenesindekileri siliyordu. Ağzını
olabildiği kadar açıp yarağımı ağzının
en derinlerine almaya çalışıyordu sonrasında. Ben de
ensesinden bastırarak ona yardımcı olmaya
çalışıyordum bu konuda.
Deli gibi somuruyordu yarağımı. Hüsniye’nin muhteşem
saksosu viskinin verdiği rahatlamayla birleşmiş, adeta beni
benden almıştı. O işini yaparken ben başımı
sağa sola oynatıyor, gözlerimi açıp kapıyor, etrafa
bakıyordum. Duvardaki kollu ahşap saatin tik takları Hüsniye’nin
sakso çekerken çıkardığı seslere
karışıyordu.
Bir ara kusacak gibi oldu Hüsniye. Dudakları ve çenesi yoğun ve
yapışkan zevk sıvılarım ile
kaplanmıştı. Henüz boşalmamıştım ama sanki
boşalmışım gibi akmıştı sıvılar
yarağımdan. Sehpanın üzerindeki peçetelerden birkaç tane
aldı ve ağzını, çenesini sildi.
Daha fazla devam etmek istemeyince ayağa kalktı. Kısa bir süre
sarılıp öpüştük. Başımı iki elinin arasına
alıp mavi gözlerini gözlerime dikti. “Seni ilk gördüğümden beri
düşlüyorum hep. Geceleri rüyalarıma giriyorsun, seni düşünerek
kendimi parmaklıyorum. Kaç zamandır bu anı bekledim. Sik beni,
aynı Refiye’yi siktiğin gibi, deli gibi, hayvan gibi sik beni...”
dedi bir solukta. Sıkıca sarıldık birbirimize,
Refiye’ninkine benzer güzel bir parfümün zayıf kokusu geliyordu üzerinden.
Onun beni istediği kadar ben de onu istiyordum, ama zaman ve ortam bir
türlü uygun olmamıştı. Ama şimdi her şey en uygun
durumdaydı, üstelik Refiye birkaç metre ötemizdeki odada uyuyor olsa da.
Her şerde bir hayır vardır sözünün doğruluğunu
gösteriyordu içinde bulunduğumuz durum. Refiye ile kavga etmesem şu
anda bu halde olmayacağımı biliyordum.
Hüsniye elimi tutup, “Hadi gel, yukarıya gidelim!” deyince, “Tamam!”
dedim. Topuklu terliklerini çıkardı ayağından ve beraber
merdivenlerden üst kata çıktık. Daha önce yengemi, yani üvey annesini
sikmek için çıktığım üst kata şimdi Hüsniye’yi sikmek
için çıkıyordum. Yengemin yatak odasının yanındaki bir
odanın kapısını açtı, içeri girdik. Burası
yengemin yatak odasına göre daha küçük bir odaydı. İçerde tek
kişilik bir yatakla büyük bir dolap vardı.
Hemen pencerenin perdelerini çekti ve bakışlarım arasında
hızlıca soyunmaya başladı. Bluzunu başının
üzerinden çıkartıp yere attı, siyah sutyenini açmasına
yardım ettim. Koca memeleri sutyenden tamamen kurtulunca löpürdedi
aşağı yukarı. Refiye’nin bilgisayarında gördüğüm
halinden daha güzel görünüyorlardı.
Sıra eteğine gelmişti. Elini arkaya atıp
fermuarını açtı, hemen ardından da indirdi. Altına
siyah tül bir tanga giymişti. Amının önünde
alınmamış bir miktar kıl vardı ve siyah tülün
altından belli oluyordu.
Çıkıntı yapmış göbeğinin altında boydan boya
uzun bir ameliyat izi vardı. Refiye’nin bilgisayarında gördüğüm
fotoğraflarda yoktu bu iz. Ceren’in söyledikleri geldi aklıma.
Ayrıldığı Türk kocasının Alman bir adamdan, yani
Klaus’tan, hamile kalınca onu bıçakladığını
söylemişti Ceren. Hüsniye bebeğini kaybetmiş ve uzun bir süre
hastanede yatmıştı. Bu ameliyat izi de anlaşılan o
dönemden kalmıştı. Bunun haricinde karnında ve
kalçalarında da biraz çatlak izi vardı, ama bütün bunların bir
önemi yoktu.
“Bu iz nedir böyle?” diye sorduğumda, “Oğlumu sezaryenle
doğurmuştum, onun izi...” dedi. Doğru
olmadığını biliyordum bunun, ama kalkıp söyleyecek
değildim. “Dönsene şöyle!” deyince bir balerin gibi döndü
etrafında. Tül tangasının arka ipli kısmı götünün
dolgun yanaklarının arasında kaybolmuştu.
“Nasılım sence?” dedi, benden iltifat bekler gibiydi. “Çok güzelsin!”
dediğimde gülümsedi. Ardından da ellerini tangasının ince
lastiklerine attı ve onu da sıyırıp çıkardı
ayaklarından. Şimdi anadan doğma bir halde
karşımdaydı.
Amının önündeki kıllara rağmen pembe ve etli am
dudakları belli oluyordu. Bunun haricinde vücudunda kıldan, tüyden eser
yoktu. Hele kalçaları ve bacakları sanki yağ sürülmüş gibi
parlıyordu. “Dönsene gene!” deyince ellerini başının
üzerine kaldırdı ve döndü neşeyle. Bembeyaz dişlerini
göstere göstere sevinçle gülüyordu. “Çok güzelsin!” dediğimde, “Hadi sen
de soyun!” dedi ve tek kişilik yatağın üzerine uzandı.
Üzerimde kalanları çıkartırken, “Refiye’nin
uyanmayacağından emin misin?” diye sordum. “Merak etme, dedim ya çok
güçlü bir uyku hapı verdim. Gerçi hepsini değil
yarısını verdim, ama onu birkaç saat bebekler gibi uyutur.
Hiçbir şey olmaz, hadi gel!” dedi elini uzatıp. “Peki ya yengem?”
deyince, “Off, amma soru sordun sen de, ne olacak yengene? Gelirse gelsin bana
ne, o benim hayatıma karışamaz!” dedi.
“Çıldırdın mı, ya gelip bizi bu halde görürse...” derken
sözümü kesti ve küçük bir kahkahayla, “Gelirse onu da aramıza
alırız, fena mı!” dedi. Cevabı beni güldürürken
çırılçıplak kalmıştım. Üzerine uzandım
hemen. Dudaklarımız yeniden buluşurken ellerim
kalçalarında, memelerinde geziniyordu. Dilimi ağzının içine
soktukça ağzının sıcaklığını,
ıslaklığını hissediyordum.
Sağ elim amını
ovalarken sol elimle de memelerini yoğuruyordum. Tek kişilik
yatağımızdan hafif gıcırtılar çıkmaya
başlamıştı. Yarağım kazık gibi olmuştu
artık. Tatlı amına sokmak için sabırsızlanıyordum
ama biraz daha ileri gitmem gerekliydi. Onu daha da azdırmak, kıvama
getirmek istiyordum.
“69 yapalım, hadi üzerime uzan!” dedim, o üste çıkmaya
çalışırken ben de sırt üstü uzandım yatağa.
Hüsniye dizlerini omuzlarımın yanından yatağa koydu, iki
elini de dizlerime attıktan sonra yarağımı deli gibi
ağzına alıp somurmaya başladı. Dolgun göt
yanaklarını avuçladım ve birkaç küçük şaplak attım.
Titreyip löpürdeyen göt yanaklarının arasında ağzı
kıllarla kaplı göt deliği arzı endam ederken, iyice
ıslanmış amının şişmiş, etli pembe
dudaklarını dillemeye başladım.
Hüsniye bir kedi yavrusununkine benzer şekilde inledi amına
değen dilimle beraber. Yarağımı emmeyi bırakıp
dizlerinin üzerinde doğruldu. Bu halde yüzüme oturmuş gibiydi. “Uhhh,
ayyyy, çok güzelll, ağghh, çok güzelll, devam ettt, ayyy, devam ettt...”
deyip duruyordu iniltiyi andıran sözlerle.
Bir elini saçlarımda gezdiriyor, diğeriyle de amını
ovalıyordu. Amındaki sağ elinin parmakları zaman zaman
dudaklarıma değiyordu. Hüsniye gittikçe coşmaya, kendinden
geçmeye başlamıştı. Bu arada amının
ıslaklığı da artıyordu. Yoğun ve
kıvamlı kaygan zevk sıvıları ağzımın
içine bir çeşmeden geliyormuş gibi akıyordu. Dilim ve
dudaklarım Hüsniye’nin amının zevk sıvıları ile
kaplanmış, sıvanmıştı.
Parfümünün zayıf kokusunu kasıklarında da alıyordum. Sanki
amının derinliklerinden geliyordu o koku. Pembe kızıl
renkli sulu bir şeftali gibiydi amı ve dilledikçe, emdikçe suyu daha
da çoğalıyordu. Aldığı zevkle zaman zaman göt yanakları
kasılıyor, sertleşiyordu. Hızlı hareketlerle
amını ovalıyor, bu arada iniltilerine devam ediyordu.
Sağ elimin başparmağını kıllı göt
deliğine bastırdım. Parmağım ilk boğumuna kadar
giriverdi içine hemen. Hüsniye yüzüme oturmuş bir jokey gibiydi, kendini
daha da kasmaya başlamıştı. Dizlerinin üzerinde
aşağı yukarı yaylanıyordu. Sol eliyle
saçlarımı var gücüyle çekerken amındaki sağ elinin
parmaklarını ve uzun tırnaklarını çenemde,
dudaklarımda hissediyordum yoğun bir şekilde.
Başparmağımı bastırdıkça daha da giriyordu içine.
Sanki ıslak toprağa bastırıyordum parmağımı
ve daha da derinlere, aşağılara iniyordu. Amının
dudakları içine dolan kanla iyice şişmişti.
Amının bızırı da bu şişkinlikten
fazlasıyla payını almıştı.
Bızırına değen dilimle beraber Hüsniye, “Ağğhhh...”
diye güçlü bir inilti patlattı. Alt kattaki Refiye’nin bizi duyacak hali
yoktu, o yüzden inlemelerini en güçlü perdeden yapmaktan geri durmuyordu
Hüsniye.
Hareketleri gittikçe hızlanmaya, çoğalmaya başladı.
Yaylanmaları da artmıştı. Amının
sıvıları kasıklarından bacaklarına akıyordu
artık. O sıvıları dilliyor, suya hasret bir hayvan gibi
emiyordum. Sonunda Hüsniye iniltiler eşliğinde boşalırken
kasılmaları son raddeye gelmişti. Göt yanakları ve
kalçaları taş gibi sertleşmiş, katılaşmıştı.
Göt deliğindeki parmağım da bu kasılmalardan nasibini
alıyordu. Göt deliğinin içinde mengeneye
sıkışmış gibiydi parmağım.
Neyse ki bu durum fazla uzun sürmedi. Hüsniye yavaş yavaş kendine
geldi, kalçaları ve göt yanakları eski halini aldı.
Mayışmış, rahatlamış halde bir süre yüzüme
tamamen oturmuş vaziyette kaldı. Yüzüm amıyla
bütünleşmiş gibiydi. Burnumun ucuna göt deliğinin minik ve sert
siyah kılları batıyordu. Göt deliğinden hafif bir osuruk
kokusu geliyordu, ama rahatsız etmek yerine daha da tahrik eden bir
kokuydu.
Sonunda Hüsniye yavaşça doğrulup kalktı yataktan,
amının zevk sıvıları ile iyice
ıslanmıştı kasıkları. Yarağım bir füze
gibi havaya dikili haldeydi. Hüsniye eliyle kavradı
yarağımı ve sıvazlamaya başladı. “Çok güzeldi,
kaç zamandır böyle bir şey yaşamadım!” dedi. Mutluluğu
yüzünden okunuyordu. Ayakta duruyordu, öne doğru eğilip yatağa
ellerini dayadı, gözlerimin içine bakarak, “Şimdi sıra bende!”
dedi ve ardından da yarağımı ağzına alıp
deli gibi somurmaya başladı.
Başını emme basma tulumba gibi kaldırıp indiriyor ve
yarağımı her seferinde boğazının derinliklerine
kadar alıyordu. Yarağımın kafasına dil darbeleri
atıyor, taşaklarımı löp bir yumurtayı ağzına
alır gibi emiyor adeta yutuyordu. Dilini kasıklarımda
gezdiriyor, taşaklarımdan kafasına kadar yarağımı
dilliyordu. Bu işi iyi bildiği belliydi.
Uzun sarı saçlarını okşuyordum ben de. Hüsniye aç bir kurt
gibi saldırmıştı yarağıma. Öne
eğildiğinden hareket ettikçe memeleri de sallanıyordu.
Yarağımı vakumluyor, temizliyor, yıkayıp
parlatıyordu. Ancak daha fazla devam ederse ağzına bir volkan
gibi patlayacaktım. “Yeter bu kadar, sen üste çık, hadi!”
dediğimde yarağımı emmeyi bıraktı,
saçlarını geriye atarak, “Tamam!” dedi keyifle.
Az sonra yatağın üzerine çıktı. Ayaklarını
kalçalarımın yanından yatağa koydu ve yüzü bana dönük halde
işer gibi çömeldi. Eliyle kavradığı yarağımı
amına hizalarken sonunda yarağım amı ile buluştu.
Hüsniye gözleri kapalı halde derin bir inilti çıkardı yine,
yavaşça çömelmeye devam ederken yarağım amında kayboldu. Ve
sonunda taşaklarıma kadar içine girmişti.
Yarağım amında olduğu halde dizlerini koydu yatağa ve
ayaklarını geriye attı. Bu pozisyonda daha rahattı.
Ellerini göğsüme yaslarken ben de memelerini kavradım. Hüsniye ufak
hareketlerle yaylanmaya başladı az sonra. Yarağım
ıslak ve sıcak amının boşluğunda ileri geri,
sağa sola oynuyordu. Ateşli bir kadındı Hüsniye ve
erkeğini memnun etmesini biliyordu. “Ağhhh, ımm, ohhhh,
ayyyy...” şeklindeki tiz iniltileri kesintisiz sürüyordu. Memelerini
sıkıp yoğuruyordum ona daha fazla zevk verebilmek için.
Derken hareketleri gittikçe hızlanmaya başladı.
Yaylanmalarına ek olarak götünü kaldırıp indiriyordu. Bu sayede
yarağımın amının içine giriş
çıkışlarını görebiliyordum. Terlemiş ve ıslak
kasıklarımızdan güçlü ve tok 'Şlop, şlop, şlop...'
sesleri gelmeye başlamıştı. Altımızdaki
yatağın ortası çöküntü yapmış gibiydi,
gıcırtıları ise daha da artmıştı.
Dizlerini çekti ve ayaklarını koydu yatağa yine. Bu halde daha
da hızlı hareket edebiliyordu. “Ağhhh, ağhhh, ommm, ayyyy,
ıhhhh, uhhhh...” sesleri Hüsniye’den çıkmaya devam ediyordu. Uzun,
sarı saçları dalgalanıp duruyor, memeleri deli gibi
sallanıyordu. Kendini sikişin akışına
bırakmıştı. Sanki amının ve götünün altında
yay vardı ve her seferinde yukarı doğru zıplıyor
gibiydi.
Ancak bir süre sonra yavaşladı hareketleri ve “Yoruldum!” dedi.
“Şöyle gel!” dedim ve kendime çektim onu. Hüsniye başını
başımın yanından yastığa dayadı, götü havaya
kalkmıştı bu halde. Ellerimi göt yanaklarına attım ve
alttan büyük bir güçle pompalamaya başladım.
“Ağhhh, ayyy, uhhh, sik, sik, oğhhh, sik...” sesleri boğuk halde
geliyordu Hüsniye’den. Yarak darbelerimle birlikte vücudu sallanıyordu.
Yataktan da sert gıcırtılar geliyordu. Amı artık
vıcık vıcık sulanmış bir halde olduğundan
osuruk benzeri sesler çıkartmaya başlamıştı.
Sarı saçları yüzümü yalıyordu devamlı. Hüsniye’nin derin
iniltileri küçük odayı çınlatıyordu. Amından gelen seslere
sikişimizin sesleri eşlik ediyor, güçlü 'Şlop, şlop,
şlop...' sesleri odada patlıyordu. Göt yanaklarını
kavradığım ellerimle zaman zaman tokatlar atıyordum götüne
ve Hüsniye, “Ayyy, ayyy...” diyen tiz çığlıklarla
karşılık veriyordu bu hareketime. İkimiz de zevkin
doruklarında geziniyorduk artık.
Alttan belimi ve götümü kaldırıp indirmek fazla enerji harcamama ve
yorulmama sebep oldu bir süre sonra. Bu halde daha fazla sikmek istemiyordum.
“Hadi kalk üstümden, domal, arkana geçeyim!” dediğimde, Hüsniye, “Tamam!”
dedi ve kalktı üzerimden yavaş hareketlerle.
Tek kişilik yatakta
sikişmenin zorluklarını yaşıyorduk ama birbirimize
duyduğumuz açlık bu zorluğu unutturuyordu. Hüsniye üzerimden
kalkınca çabucak doğruldum, yatağın üzerinde yer
değiştirdik bu kez. Hüsniye dizlerini ve dirseklerini yatağa
dayayarak domalırken arkasında yerimi aldım.
“Ayaklarını az daha aç!” dediğimde Hüsniye ayırdı
ayaklarını. Yarağımı sıvazladım bir süre ve
sonra arkadan beliren amına sokmaya başladım. Kısa sürede
yarağım dibine kadar amına girmişti. Bir süre o
şekilde bekledim. Hüsniye, “İçime boşalabilirsin, kesildim ben
adetten!” deyince, “Tamam!” dedim. O sırada bir eliyle alttan
amını ovaladığını fark ettim. Ellerimi beline
attım ve yeniden güçlü bir şekilde sikmeye başladım.
Yarak darbelerimle birlikte göt yanakları löpürdemeye başlarken
Hüsniye’nin iniltileri de artmıştı. Kedi gibi seslerle
inliyordu. Ağlıyor mu yoksa zevk mi alıyordu bazen belli
olmuyordu. Ancak alttaki eliyle amını deli gibi ovalamaya devam
ediyordu.
Artık kendimi kaybetmiş haldeydim. Var gücümle pompalıyordum
amına. Amı her seferinde yarağımı daha derinlere
almaya çalışıyordu sanki. Taşaklarımın ve
kasıklarımın göt yanaklarında ve kasıklarında
çıkarttığı sesler en yüksek perdeden patlamalar
yaratıyordu.
Zaman ilerledikçe her yanım uyuşmaya, karıncalanmaya
başladı. Beni ayakta tutan enerjim ve gücüm yarağımdan
Hüsniye’nin amına akıyordu adeta. Boşalmaya
yaklaştıkça daha büyük güçle pompaladım. Yarağım
amının etli duvarlarını şiddetle dövüyor, kazı
yapan bir makine gibi en diplerine ilerlemeye çalışıyordu.
Hüsniye başını yastığa gömmüş, koca vücudu ileri
geri yaylanıp duruyordu. Belinden sıkıca tutmuyor olsam
karşıdaki duvara çarpacak gibiydi. Sarı saçları deli gibi
sallanıyordu oluşan rüzgârla.
Ve sonunda sarsıla
sarsıla, kendimden geçmiş halde boşalmaya başladım.
Refiye’nin amına akıtmam gereken döllerim oluk oluk Hüsniye’nin
amına akıyordu. Çırılçıplak olduğum halde deli
gibi terlemiştim. Yorucu, uzun ama muhteşem bir sikiş deneyimi
yaşamıştım.
Yengemin evine ilk geldiğim akşam resmini görüp etkilenmiştim
Hüsniye’den. Sonra tanışma şansına da erişmiştim.
Ama onu sikebilmek için epey zaman beklemek zorunda kalmıştım.
Ve şimdi bu kadar zaman beklememe değdiğini görüyor,
hissediyordum.
Döllerim akmaya devam ederken de yarağımı sokup çıkartmaya
devam ettim amına. Hüsniye iki eliyle yataktan destek alarak doğrulurken
başını geriye attı ve “Boşaldın mı?” dedi.
Saçlarını tutup sırtına attım. Çilli yüzü terden
sırılsıklam bir haldeydi. “Boşaldım, hem de hayvan
gibi!” dedim. Yarağımı bastırdım amına iyice ve
bir süre hareketsiz halde kaldım o halde.
Yarağımı amından çıkarttım az sonra ve ayağa
kalktım. Hüsniye dörtayak üzerindeydi halen. “Benim çişim geldi!”
dediğimde, “Kapıyı aç, banyo tam karşında!” dedi
eliyle göstererek. Banyoya geçip çişimi yaptım. Sanki bir gündür
işememişim gibi uzun uzun işedim. Küçük bir duşakabin
vardı banyoda, kısa bir duş iyi gelir diyerek suyu açıp
altına girdim. Birkaç dakika yıkandıktan sonra çıktım.
El havlusundan başka bir havlu olmadığından onunla
kurulandım.
Yeniden odaya döndüğümde Hüsniye yatakta sırtüstü uzanmış,
belinin altına yastık koymuş ve bacaklarını
dizlerinden bükmüş haldeydi. Bu manzaranın yabancısı
değildim. Daha dün sikişin ardından karım hamile
kalması için bir süre aynı bu şekilde yatması
gerektiğini söylemişti. Hüsniye adetten kesildiğini söylerken
yalan mı söylemişti yoksa?
“Hayırdır, nedir bu halin?” diye sordum. “Hiç, ne olsun!” dedi, ama
bir şeyler vardı bu işte. “Sen gerçekten adetten kesildin mi,
bana yalan mı söyledin?” dedim kızgınlıkla. “Ne
yalanı, nerden çıkartıyorsun, ne oluyor sana Allah
aşkına!” dedi ama o şekilde yatmaya da devam ediyordu. Gözleri
başka, ağzı başka konuşuyordu Hüsniye’nin.
Yerdeki giysilerimi alırken, “Osman ne oldu, neden giyiniyorsun?” dedi
doğrulup. “Bana yalan söyledin, sen adetten falan kesilmedin, hamile
kalmak için beni kullandın!” dediğimde “Allah aşkına,
lütfen, bak konuşalım, yapma böyle!” dedi. Ama konuşacak bir
şeyimiz yoktu.
“Ben de sana inandım, güvendim. Hâlbuki senin amacın
başkaymış, benden hoşlandığını
sanmıştım. Yazık ki kadınlara çok kolay
inanıyorum...” derken ayağa kalktı ve elimden tuttu. “Yalan
değil, senden hoşlanıyorum hem de çok. Ne olur, dinle beni,
lütfen. Konuşalım, yapma böyle, Allah aşkına, gitme, ne
olur. Dur konuşalım...” dedikçe benim sinirlerim daha da
çoğalıyordu.
Ağlamaya başlamıştı Hüsniye artık. “Ne olur
gitme. Lütfen... Dinle beni, Allah aşkına... Evet, doğru, senden
hamile kalmak istiyorum ama lütfen dinle beni, lütfen...” deyip duruyordu.
Sonunda itiraf etmişti benden hamile kalmak istediğini. Ama tam
odadan çıkacakken söyledikleriyse beni beynimden vurulmuşa çevirdi.
Olduğum yerde kalakaldım.
Ağlamaklı sesiyle, “Senden
hamile kalmamı Refiye istiyor!” dedi Hüsniye...
[Osman]
|