Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 118. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
Geri dönüp, “Ne demek hamile
kalmamı Refiye istiyor! Böyle saçmalık olur mu, siz ne işler
çeviriyorsunuz aranızda?” dedim. Hüsniye elime yapışıp, “Ne
olur dinle beni Osman, gitme, her şeyi açıklayabilirim, lütfen dinle
beni...” dedi ağlayan gözlerle. Ne diyeceğimi,
yapacağımı düşünmeye çalışıyordum ama kafam
allak bullak olmuştu. Dakikalar önce deli gibi sikiştiğim
Hüsniye şimdi yaşlı gözlerle salya sümük bir halde elime yapışmış,
“Her şeyi anlatabilirim!” diyordu. Günün sürprizleri bir türlü bitmiyor,
her an üzerine yenileri ekleniyordu.
“Lütfen, gel şöyle otur, gitme, tamam, anlatacağım ama lütfen
gitme, dinle beni...” dedi. Yatağın üzerine oturttu beni zorlayarak.
“Ne söyleyeceksin, nedir sizin amacınız?” dedim. Ancak
konuşmasına fırsat vermeden, “Ya hamile kalırsan ne olacak?
Ben ne yaparım o zaman, manyak mısınız siz!” dedim
bağırarak.
“Ne olur, bak anlatırım, lütfen sakin ol, lütfen...” dedi ve
başımı avuçlarının arasına alıp
yanaklarımı öptü birkaç kez. “Her şeyi anlat bana, en
başından. Ne biliyorsan anlat, artık sıkıldım
gizli kapaklı işlerden, sırlardan. Yeter artık!” dedim
kızgınlıkla. Sinirimden elim, ayağım, sesim
titriyordu. “Tamam, sakin ol, lütfen, bak anlatıyorum şimdi...” dedi
Hüsniye. Yanıma oturdu ve elimi tutarak anlatmaya başladı...
“Refiye bir gün bana geldi. Doktora muayene olduğunu söyledi.
Yaşının ilerlemiş olmasından ötürü çocuk
doğurmasında sakıncalar olduğunu söylemiş doktor. Yani
hamile kalması mümkün, bunda sıkıntı yok ama doğacak
çocuğun sağlığı ile ilgili riskler varmış.
Epey dertliydi, senden bir bebeği olmasını çok istediğini
söyleyip durdu, ağladı...”
“Sonra senden bir bebek sahibi olabilmesinin tek yolunun bir başka
kadının senin çocuğuna hamile kalması ve
doğurması olduğunu söyledi. Bu konuda ona ben de hak verdim.
Yani bize lazım olan bir taşıyıcı anne bulmaktı.
Ama bu öyle kolay olacak bir iş olmadığı için sağlam,
güvenilir birini bulmak gerekiyordu. O kadını bulduktan sonra
meseleyi sana açacaktı. Senin itiraz etmeyeceğini tahmin ediyordu...”
“Konuyu annene açmıştı, annen itiraz etmemişti. Hatta
taşıyıcı anne arayışına o da girmişti.
Annen bir kız bulmuş. Burada üniversite okuyormuş, ailesi
dışardaymış kızın, başka şehirde yani. Kız
30.000 lira istemiş. İstediği parayı verdiler kıza,
daha doğrusu Refiye verdi, ama kız parayı alıp kaçmış.
Okuldan da kaydını sildirmiş. Gerçi bu işin kokusu sonradan
ortaya çıktı ya, neyse...”
“Kamer anne de arıyordu, hatta kendi köyünden bir kadın da buldu.
Kadın evliymiş, ama durumları iyi değilmiş. Kadın
senden hamile kalıp çocuğu doğuracak, herkes kadının
kocasından hamile kaldığını sanacak. Çocuk
doğduktan sonra da öldüğü söylenip Refiye’ye verilecek. Hesap buydu.
Ama sonra kadının zaten hamile olduğu çıktı ortaya.
Kamer anne kadını muayene ettirmek istemiş doktora,
sağlıklı mı değil mi diye. Kadın kabul
etmemiş bunu, sen niye kabul etmiyorsun falan filan derken o ara ortaya
çıkıyor ki kadın zaten hamileymiş. Yani düşünebiliyor
musun, aklıma geldikçe gülsem mi ağlasam mı bilmiyorum...”
“Bütün bunlardan sonra Refiye’nin sinirleri altüst oldu. Bir daha anne
olamayacağını düşünüp ağlıyordu. Tabii
bunları sana aksettirmemeye çalışıyordu, ama ben işin
içinde olduğum için biliyorum hepsini. Neyse, sonra Aysel hoca diye birine
gittik...”
“Annen meseleyi ona anlattı, yardımcı olmasını istedi.
Aysel hoca bu işi halledeceğini, hiç sıkıntı
yapmamalarını söyledi. Sonra bizim yanımızda bir
kadınla konuştu telefonda, onu çağırdı...” deyince
girdim söze ve “Kim?” diye sordum. “Ben tanımıyorum, Hamiyet
adında bir kadın. İşte o kadın geldi. Aysel hoca
anlattı durumu. Kadın ikna oldu, tamam dedi. Yani seninle
ilişkiye girip hamile kalacak, sonra da doğurunca bebeği
Refiye’ye verecek. Her şey çözüme kavuşmuş gibi görünüyordu, ama
sonra iş paraya gelince ipler koptu...” deyince, “Ne parası, Aysel
para mı istemiş, ne kadar?” diye sordum.
“Bizim yanımızda, o anda istemedi para filan. Hallederiz dedi
geçiştirdi. Ama sonra Refiye’yi aramış telefonla. Epey bir para
istemiş. Ne kadar olduğunu bilmiyorum ama Refiye bu iş benim
altından kalkacağım bir iş değil demiş...”
“Sonra annenin aklına Elif yani senin teyzenin kızı geldi.
Refiye ilk başta çekingen davrandı, ama sonra tamam dedi. Bu konuyu
Elif’e açtıklarında ben de oradaydım. Elif ilk önce hık
mık etti, ama sonra hem annenin hem de teyzenin ısrarları sonucu
kabul etti...”
“Elif’in seninle Refiye’nin evinde, onun yatağında ilişkiye
girdiğini biliyorum. Elif senden hamile kalacak, çocuğu
doğurunca da Refiye’ye verecek. Böylece Refiye anne olacak, yeniden
annelik duygusunu tadacak. Plan buydu...”
“Ama sonra Elif yan çizdi. Yani hamile kalırsam çocuğu sana vermem
dedi Refiye’ye. Elif seninle yatabilmek için oyun oynadı
anlayacağın. Refiye de bunun üzerine başka bir
taşıyıcı anne bulma arayışına girişti...”
“İşte bundan sonra ben geldim aklına. Benim en yakın
arkadaşımsın, etrafımda güvenebileceğim kimse yok.
Herkes beni soymaya, kandırmaya çalışıyor. Sen bunu benim
için yapar mısın? dedi. Hani dedim ya sana, kıza 30 bin lira
para vermişler, kız kaçmış diye. Aslında öyle bir
şey yokmuş, yani öyle bir kız yokmuş. Hepsi annenin
uydurmasıymış. Annen Refiye’yi dolandırmış, 30
bin lirasını almış sonra da kız kaçtı demiş...”
“Refiye üniversiteye gitmiş, öyle bir kızın
olmadığını bulup öğrenmiş. Annenden bunun
hesabını sormuş, paramı geri vereceksin demiş. Bizim
sana verdiğimiz para var ya, 30 bin lira, hani bir akşam Kamer
anneyle beraber vermiştik düğün hediyesi diye. O para aslında
annenin Refiye’den çarptığı paranın geri ödemesi. Yani
annenin borcunu biz ödedik. Refiye parayı sana vermemizi söyledi, biz de
sana verdik...”
“Annem peki o parayı ne yapmış?” dedim. Annemin yediği
boklar tek tek açığa çıkıyordu, ama müstakbel gelinini 30
bin lira dolandırması bambaşka bir şeydi. Geçen gece
sandığın içinde gördüğüm altınlar, bilezikler ve
paraların kaynağı belki de bu 30 bin liraydı.
“Bilmiyorum ne yaptığını. Ama görebildiğim bir
şey varsa o da annenin çok tehlikeli bir kadın olduğu.
Yanlış anlama, ama benim gördüğüm bu... Neyse, konu başka
yerlere kaydı. Doğrusunu söylemek gerekirse, senden
hoşlanıyordum ve Refiye de bunun farkındaydı. Hatta bir
keresinde aramızda küçük bir sürtüşme de yaşandı bununla
ilgili, ama sonra barıştık...”
“Kabul ettim, senden hamile kalıp çocuğu doğuracak ve sonra
Refiye’ye verecektim. Daha önce yaşadığım talihsiz bir olay
nedeniyle bebeğimi kaybetmiştim. O zamandan beri yeniden hamile
kalmayı, çocuk doğurmayı, anne olmayı çok ama çok
istiyordum. Çocuğu Refiye’ye verecek olsam bile onun benim çocuğum
olacağını biliyordum elbette. Onu ne zaman istersem
görebilecektim, hep yakınımda olacaktı. Bunu bilmenin
güvencesiyle evet dedim. Artık evli bir kadın olmadığım
için ve de evlenmeyi düşünmediğim için anne olmanın benim için
başka bir yolu yoktu...”
“Peki sen nasıl hamile kalacaksın, senin de yaşın genç
sayılmaz!” dedim. “Evet, haklısın, ben de genç sayılmam.
Yaşımı merak ediyorsan söyleyeyim, 42 yaşındayım,
ne eksik ne fazla. Zaten yüzde yüz hamile kalacağım diye bir şey
yok. Bizimkisi bir ihtimal anlayacağın. Taşıyıcı
anne arayışımız nihayete ermeyecek seninle
yattığım için. Sen birini hamile bırakana kadar devam
edecek. Bu belki ben olurum, belki başka bir kadın, kim bilir...”
“Ama halen adet görüyorum. Henüz menopoza girmedim. Kontrol için gittiğim
bir doktor hamile kalabileceğimi söyledi, bir sıkıntı
yokmuş...” deyince, “İyi de sen daha önce
bıçaklanmışsın, onun için kaybetmişsin bebeğini.
Doktorlar da hamile kalamayacağını söylemişler...”
dediğimde şaşkın şaşkın baktı yüzüme.
“Sen nerden biliyorsun bunu?” diye sordu. “Biliyorum işte, nerden
bildiğimi boş ver!” dedim. Hüsniye, “Refiye’mi söyledi, Kamer anne mi?”
diye sordu. “Hayır, ikisi de değil. Kimse kim, boş ver!” dedim.
Hüsniye bir süre sessiz kaldı, sonra da, “Hikâyenin gerisini biliyor musun
peki, benim hakkımda başka bildiklerin var mı?” diye sordu.
Ceren’in söylediklerini anlatıp anlatmama konusunda kararsız
kaldım önce. Ama sonra Ceren’den ne duyduysam hepsini anlattım.
Hüsniye hiç yüzüme bakmadan ve hiç tepki vermeden dinledi beni. Sonra da, “Demek
Ceren’den duydun bunları?” dedi. Oysa Ceren’in adını hiç
söylememiştim, ama Hüsniye hemen anlamıştı. “Bu kadar
ayrıntıyı sadece Refiye, bir de kızı bilebilir çünkü!”
diyerek baktı yüzüme. Elini saçımda gezdirdi, yanağımı
okşadı. “O zaman bir de benden dinle. Ama burada
konuşmayalım, aşağı inelim!” dedi.
Dolap kapağını açıp birkaç parça kıyafet ve
çamaşır aldı. Hüsniye onları giyinirken ben de yerdeki
giysilerimi alıp giyindim. Pantolonum ve külotum aşağıda
kalmıştı, üst tarafım giyinik alt tarafım çıplak
halde aşağı indim. Külotumu ve pantolonumu giyinirken Hüsniye de
aşağı indi.
Siyah, parlak bir taytın üzerine açık pembe ip askılı bluz
giymişti. Memeleri üzerine dar gelen bluzun ince askılarını
koparacakmış gibiydi. Memelerinin çatalı tüm
ihtişamıyla meydandaydı. Parlak taytı
bacaklarını, kalçalarını ve götünü sıkıca
sarmıştı. Götünün yanakları adım attıkça
taytın altında löpürdüyordu. Saçlarını arkadan
atkuyruğu yapıp bağlamıştı. Amerikan bara geçti,
az sonra elinde iki kadeh viskiyle koltuğa oturdu. Kadehin birini bana
uzatırken anlatmaya başladı...
“Eşref, yani ilk kocam. Teyzemin oğlu değildi, annemin
teyzesinin oğluydu. Onunla evlenmemi annem de babam da çok istemişti.
Eşref burada inşaatlarda çalışıyordu.
Çocukluğumdan beri tanıyordum kendisini, ama bir eş olarak, koca
olarak düşünemiyordum onu. Ama yine de annemi ve babamı kırmak
istemediğim için evet dedim, onunla evlendim. Eşref Almanya’ya geldi.
Ona karşı pek yakınlık duyamadım ilk zamanlarda. Ama
sonra, çocuklarım olduktan sonra sevmeye başladım...”
“Evine, işine düşkün biriydi, iyi bir baba ve kocaydı. Ama
zamanla işler değişmeye başladı. Eşref
Almanya’nın ışıltılı hayatına
kapıldı. Yanlış arkadaşlar seçti kendine. Önce işinden
oldu. Ben çalışmıyordum, ama o işini kaybedince mecburen
çalışmaya başladım. En azından eskisi gibi olmasa da
kimseye muhtaç olmadan yaşıyorduk...”
“Zaman geçtikçe Eşref işsizliğe alıştı,
girdiği işlerde birkaç gün çalışıp
bırakıyordu. Sadece benim kazandıklarımla geçinmeye
başlamıştık, ama o da yetmiyordu. Birkaç kez babamdan borç
almak zorunda kaldık. Ama işler daha da kötüye gitmeye
başladı. Ben çalışıp getiriyordum, o da benden zorla
alıyordu. Birkaç defa evi terk edip babamın yanına gitmeyi
düşündüm, ama olmadı...”
“Ama bir gün Eşref’in Alman bir kadından çocuğu olduğunu
öğrendiğimde ipler koptu. Bir gün bir kadın geldi. Eşref
evde mi diye sorunca siz kimsiniz dedim, ben karısıyım dedi.
Dünya başıma yıkıldı. Kadından üç
yaşında bir kızı varmış. Benden aldıklarını,
kendi bulduklarını kadına götürüp veriyormuş, ama
artık para vermez olunca kadın çıkıp gelmişti. Onu
terk edip babamın yanına yerleştim çocuklarımla...”
“Eşref sesini çıkartmadı, o da kadınla beraber
yaşamaya başlamıştı çünkü.
Yaşadıklarımı biraz olsun unutabilmek için yeniden
çalışmaya başladım. O dönem Refiye ve Mehmet
aracılığıyla Klaus ile tanıştım. Klaus
karısından boşanmış, iki çocuğu olan biriydi.
Çocukları annelerinde kalıyordu. Hoşlandık birbirimizden.
Eşref’te bulamadıklarımı Klaus’ta bulmuştum. O dönem
sevgiye, mutluluğa açtım. Beraber yaşamayı teklif edince
hayır diyemedim...”
“Bunu babama söyleyince epey dayak attı. Eğer bunu yaparsan seni
evlatlıktan reddederim dedi. Beni Eşref’le sen evlendirdin,
hayatımın içine sen ettin. Şimdi mutluluğu bulmuşken
senin yüzünden kaybetmeye niyetim yok dedim ve evi terk edip Klaus’un
yanına taşındım...”
“Klaus çok iyi biriydi. Çocuklarıma gerçek bir baba gibi
davranıyordu. Eşref’ten sonra çöldeki bir vaha gibiydi benim için.
Sevgiye, mutluluğa olan açlığımı, susuzluğumu
onunla doyuruyordum. Onun da çocukları hafta sonu gelirdi bize. Çok güzel,
uyumlu bir aile olmuştuk...”
“Henüz resmi olarak boşanmamıştım Eşref’ten. Klaus da
evliliğe, nikâha karşı çıkıyordu. Beraber
yaşamanın evlilikten daha iyi olduğunu söylüyordu. Ben de kabul
ettim bunu, amacım mutlu olmaktı. Bu tip şeylerle
mutluluğumu kaybetmek, gölgelemek istemiyordum...”
“Sonra bir gün hamile kaldım. Dünyalar benim oldu. Sevdiğim
adamın çocuğunu doğuracaktım. Ama bir akşam işten
dönerken Eşref çıktı karşıma. İçkiliydi, birkaç
da hap atmıştı anlaşılan. Daha öncelerde de bu tip
işlere bulaştığı olmuştu çünkü. Sen nasıl
Alman’ın biriyle yaşarsın dedi. Ben tersledim bunu. Bir daha
karşıma çıkma yoksa polis çağırırım dedim.
Korkup kaçtı...”
“Ama birkaç gün sonra yeniden kesti önümü. Nasıl olmuşsa hamile
olduğumu öğrenmiş. Küfürler, hakaretler savururken birden elinde
bıçak gördüm. Ne olduğunu anlayamadan bıçakladı beni.
Kendime geldiğimde hastanedeydim. Bebeğimi kaybetmiştim. O
zamanlar yeniden hamile kalamayacağımı, anne
olamayacağımı söylemişlerdi. Ceren o zamanki bilgilere
sahip olduğu için öyle söylemiş sana. Ama sonradan tedavi gördüm...”
“Klaus ve Melisa meselesine gelince... Henüz beraber yaşamaya yeni
başladığımız zamanlarda Klaus Melisa’ya ilgi duymaya
başlamış. Ben bunu fark etmemiştim. Yani ona kendi
kızı gibi davranıyordu, seviyor, kolluyordu. Melisa da ona
karşı çok sıcaktı. Bir gün Melisa’yı ağlarken
gördüm. Ne olduğunu sordum. Klaus’un kendisine tacizde bulunduğunu
söyledi. Klaus bacaklarını ve göğüslerini ellemeye
kalkmış...”
“Bunu Klaus’a söylediğimde inanmamamı söyledi. Melisa seni
kıskanıyor dedi. Ergenlik sorunları yaşıyor, kendisini
senin yerine koyuyor. Kızlar kendilerini annelerinin yerine koyar,
babalarına ilgi duyarlar falan filan bir sürü entel dantel laflar etti.
Onun sözlerinden sonra Melisa’nın söylediklerine inanmadım. Ergenlik
hayalleri kurduğuna inandım, ama ne kadar aptal olduğumu
sonradan anladım. O zamanlar Klaus’un geçmişinde çocuk tacizinden
suçlandığını bilmiyordum...”
“Hastaneden yeni çıkmıştım. Melisa’nın okulundan
aradılar görüşmek için. Bana Melisa’nın hamile olduğunu,
bebeğin babasının kim olduğunu sordular. Neye
uğradığımı şaşırdım. Melisa
arkadaşlarından birine hamile olduğunu söylemiş, o da
gitmiş öğretmenlerine anlatmış...”
“Konuşturana kadar akla karayı seçtim. En sonunda bebeğin
babasının Klaus olduğunu söyledi. Dünyam karardı bunu
duyunca. Klaus da inkâr etmedi. Ben hastanede yattığım dönemde
Klaus Melisa’ya tacizlerini sıklaştırmış. Melisa da
nasıl olmuşsa ona ilgi duymaya başlamış ve beraber
olmuşlar daha sonra. Ben bunu duyunca kalp krizi geçirdim. Bir zaman daha
hastanede yattım. Hastaneden çıktığımda her şey
çok başkaydı...”
“Metin, Eşref’in Alman karısının yanına gitmişti.
Halen de onunla beraber yaşıyor. Klaus ve Melisa da beraberler.
Şimdi iki çocukları var. Bu ikinci hastaneden
çıkışımda gidecek bir yerim olmadığı için
Refiye’nin yanına taşındım. Bir süre onlarda kaldım.
Sonra yeniden çalışmaya başladım.
Çalıştığım yerde biriyle tanıştım. Nuri
adında çok iyi biriydi. Yaşadıklarımı öğrenince
bana daha da yakınlık duydu...”
“Onun evine taşındım, beraber yaşamaya başladık.
O dönem birkaç kez hamile kaldım, ama her seferinde düşük
yaptım. Yeniden hamile kalamayacağımı söylemişlerdi,
ama bu düşükler benim umudumu artırdı. Tüm yaşadıklarımdan
sonra yeniden anne olmanın dertlerimi,
sıkıntılarımı unutturacağını
düşünüyordum. Anne olmak, o bebek ne bileyim beni yeniden hayata
bağlayacaktı...”
“Nuri’nin maddi desteğiyle epey tedavi gördüm. Birkaç küçük operasyon
geçirdim. Birkaç sefer tüp bebek denedik, ama yine olmadı. Sonra bir gün
her şey yolunda giderken Nuri’nin aslında evli olduğunu
öğrendim. Karısı ve iki çocuğu Türkiye’de
yaşıyormuş. Bana karısından boşanmak istediğini,
ama karısının istemediğini, o yüzden
boşanamadığını, evliliğini kafasında
bitirdiğini söyledi. Onu bırakmamam için yalvarıp dil döktü, ama
ona olan güvenim sarsılmıştı bir kere. Vazo
çatlamıştı... O saatten sonra onunla daha fazla devam edemezdim...”
“Nuri ile yaşadığım dönemde Mehmet ölmüş, Refiye
Türkiye’ye dönmüştü. Babam da ölmüştü bu sırada. Nuri’den
ayrılınca daha fazla kalmak istemedim Almanya’da. Metin’e benimle
gelip gelmeyeceğini sordum. Gelmek istemedi. Melisa ve Klaus arasında
olanlar onu çok kötü etkilemişti, beni de suçlu görüyordu. Hem Türkiye’yi
sadece tatillerde görmüştü, Türkiye onun için
tanımadığı, bilmediği bir yer olacaktı. Türkçesi
bile çok bozuk. Kararına saygı duydum. Şimdi Eşref’in Alman
karısıyla beraber yaşıyor. Kadın çok iyi biri,
sandığım gibi biri olmadığını gördüm.
Oğluma benden daha iyi annelik yaptığını bile
söyleyebilirim. Her ay para gönderiyorum ona, Türkiye’ye de davet ettim.
İnşallah yakın zamanda gelir...”
Hüsniye’nin anlattıkları ile Ceren’in dedikleri arasında
farklılıklar vardı, ama çok farklı şeyler değildi
sonuçta. “Peki bu kolundaki dövme, bunca olan bitenden sonra Melisa’nın
M’sini sildirmemişsin?” dedim. “Doğru, haklısın,
sildirmedim. Sildirmek istedim, ama yapamadım, sonuçta ne olursa olsun o
benim kızım. Onu ben doğurdum, ben büyüttüm. Bu konuda onu
suçlamıyorum, suçladığım biri varsa o da Klaus. Küçük bir
kızı baştan çıkardı, onunla ilişkiye girdi,
hamile bıraktı. Suçlanacak biri varsa odur...” dedi ve sonra
kalkıp köşedeki konsolun çekmecelerinden birini açtı.
Küçük bir fotoğraf albümü ile yanıma döndü. İçinden bir resim
çıkarıp gösterdi. “Bak, bunlar torunlarım!” dedi sesi
titreyerek. Biri erkek, biri kız iki küçük çocuk annelerinin yani
Melisa’nın kucağındaydı. İkisi de sarı
saçlı, mavi gözlüydü. Melisa da çok güzel bir kızdı ve o da
aynı Hüsniye gibi bir Türk’ten çok Alman’a benziyordu.
“42 yaşındayım, ama iki torun sahibi bir anneanneyim!” dedi.
Gözlerinden akan yaşlar yanaklarına süzülürken, “Böyle
olmasını istemezdim. Kızımın telli duvaklı gelin
olmasını çok istiyordum. O daha küçükken çeyiz hazırlamaya
başlamıştım. Refiye’nin oğlu ile
çıkıyorlardı, çok iyi anlaşıyorlardı. Refiye onu
gelini gibi görüyordu. Ona 'gelinim, kızım' filan derdi. Çok
seviyordum kızımı...”
Gözyaşlarını silerken, “Onu hayatımdan tamamen
çıkarmıştım, şu fotoğrafı görene kadar.
Postayla göndermiş, yanında da bir mektup vardı. Benden özür
dilediğini, yaptığına pişman olduğunu, beni
görmek istediğini, kendisini affetmemi yazmış. Saatlerce
ağladım bu resme bakıp. Telefon açtım. Ana kız telefonun
iki ucunda ağlamaktan konuşamadık. Torunlarımı ne
zaman istersem görebileceğimi söyledi. Bu arada Klaus’la da araları
iyi değilmiş. Klaus ilk karısıyla görüşmeye
başlamış, hatta zaman zaman onun evine gidip
kalıyormuş. Onu bırakmasını, terk etmesini söyledim.
Buraya gelmesini istedim. Bilmiyorum, ama İnşallah yakın bir
zamanda buraya gelecek, yada ben giderim Almanya’ya...”
Hüsniye konuşması biterken kadehinde kalan son viskiyi de
yudumladı. Ardından albümün içindeki resimleri gösterdi. Anne
babasına, kendi çocukluğuna ait resimler, çocuklarının
küçüklüğüne ve bebekliğine ait pek çok resim vardı. Refiye ile
yanak yanağa çekilmiş bir resim gördüm içlerinde. İkisi de çok
mutlu görünüyordu, bir masa başında çekilmişti resim. İki
büyük bira bardağı vardı önlerinde ve ikisinin de memelerinin
çatalı ortadaydı. Refiye’nin saçları koyu renkli, uzun ve
dalgalıydı.
“Bu ne?” diye sordum. “Ha, o mu, şeye gitmiştik, Münih’teki bira
festivaline. Çok meşhurdur. Orada çekilmiştik. Çok severim bu resmi!”
dedi. “Maşallah, ikinizin de memeleri meydanda!” dediğimde, “İlahi
Osman. Yani Türk erkeği olduğun hemen belli oluyor, şu resimde
hemen buna mı dikkat ettin?” dedi kahkahayla.
Sonra da, “Orada böyle giyinmek
adettir. Almanların geleneksel kıyafetidir bu. Eski zamanlarda
kadınlar böyle göğüsleri açık elbiseler giyermiş. Yani
gencecik kız da böyle giyinir, yaşlı başlı
kadınlar da. Kimse kimseye bakmaz orada. Almanya’nın en sevdiğim
tarafı da bu. Burada azıcık bacağın, kolun görünse
hemen laf ederler, ama orada kimse kimsenin ne giydiğine
karışmaz. Neyse, işte oraya gitmiştik. Ben, Klaus, Mehmet
ve Refiye. Çok güzel zamanlardı, çok eğlenmiştik!” dedi.
Bu resme bakınca aklıma Refiye’nin laptopunda gördüğüm resimler
geldi, yatakta birbirlerini öpüp parmakladıkları resimler. “Refiye
ile arandaki ilişkinin boyutu nedir?” diye sordum. “Nasıl yani?”
deyince, “Bu diyorum, arkadaşlığınız, sadece basit bir
arkadaşlık mı, yoksa daha ötesi var mı?” dedim. “Ne demek
istediğini anlamadım, biz arkadaşız yıllardan beri,
çok severiz birbirimizi!” deyince bütün cesaretimi toplayıp gördüğüm
resimleri söyledim.
Hüsniye hayretten ağzı açık bir halde bakıyordu bana. Çilli
yüzü renkten renge giriyordu. Yutkundu, dudakları titriyordu. “Kim çekti o
resimleri, Refiye’nin kocası mı?” diye sordum. Önce sustu, ama sonra,
“Hangi resimlerden bahsettiğini bilmiyorum, çünkü o kadar çok resim var ki...”
dedi.
Bir süre ikimiz de sessiz kaldık. Sonra Hüsniye, “Sandığımdan
daha zekiymişsin, ama belli etmiyorsun!” dedi. “Anlat, şu
ilişkinizi, nedir bu? Halen devam ediyor musunuz?” dedim. Birkaç kaçamak
bakış attı yüzüme, yutkundu. Sonra da beni hayretten hayrete sokan
şeyler söylemeye başladı...
“Mehmet, yani Refiye’nin kocası ilginç bir adamdı. Değişik
istekleri, tercihleri vardı. Özgürlüğünü sonuna kadar yaşamak
isteyenlerden biriydi. Karısının da kendisi gibi
olmasını istiyordu. Onun için başkalarıyla yatmanın,
sevişmenin bir önemi yoktu. Uzun zaman benden
hoşlandığını biliyordum, benimle yatmak
istediğini. Hatta birkaç defa üstü kapalı söylemişti de...”
“O dönem Eşref ile evliydim. Mehmet’in üstü kapalı göndermelerine,
isteklerine kulak asmadım. Eşref’e hep bağlı kaldım,
onu hiç aldatmadım. Klaus’la beraber yaşamaya
başladığım zamanlardaysa Mehmet açık açık benimle
yatmak istediğini söylemeye başladı. Yine reddettim. Ama Mehmet
benden umduğunu bulamayınca konuyu Klaus’a açmış.
Kendisinin benimle birlikte olması karşılığında
onun da karısıyla birlikte olabileceğini söylemiş...”
“Tabii bir erkek olarak Klaus bu fikre sıcak bakmış. Kendisi bir
Alman olduğu için, namus, ahlak gibi konulara da yaklaşımı
farklı. Konuyu bana açtı, Mehmet’in söylediklerini söyledi. Kabul
etmem için ısrar etti, benim de bundan memnun olacağımı,
hoşuma gideceğini söyledi. İlk karısıyla eş
değiştirme partilerine gittiklerini, bunun aldatma
sayılmayacağını filan anlatıp durdu. Beynimi
yıkadı anlayacağın. Sonunda ben de kabul ettim ve Mehmet’le
beraber oldum...”
“Aradan geçen zamanda Klaus Refiye ile birlikte olurken, ben de Mehmet’le
olmaya devam ettim. Sonra bu işi ayrı ayrı yapmayı
bırakıp bir arada yapmaya başladık. Dördümüz grup seks
yapmaya başladık yani. Aklına gelebilecek her şeyi
yapıyorduk. Dediğim gibi Mehmet değişik istekleri, fantazileri
olan bir adamdı. Biseksüeldi ve erkeklerle de birlikte oluyordu.
Karısına ve bana takma yarakla kendini siktiriyordu. Ben de Refiye
ile sevişiyordum, takma yarakla birbirimizi sikiyorduk...”
“Klaus’un dediği gibi olmaya başladı. Yani bu işten zevk
almaya, hoşlanmaya başlamıştım. Dördümüz artık
arkadaştan öte olmuştuk. Ama yine de çocuklarımızın
olan bitenden haberinin olmaması için çabalıyorduk, gizli
kapaklı yapıyorduk bunları. Sonraları aramıza
başkalarını almaya başladık. Mehmet ve Refiye bu
işi uzun zamandır yaptıklarından, eskiden beri
tanıdıkları, ilişkiye girdikleri kişileri
getiriyorlardı. Hepsi de bizim gibi karı kocaydı...”
“Sonra günün birinde hamile kaldım...” derken girdim araya ve “Kimden?”
diye sordum. “Klaus’tan tabii, başka kimden olacak!” dedi
kızmış gibi bir yüz ifadesiyle. “Ne bileyim, yemediğiniz
bok kalmamış!” dediğimde, “O tip ilişkilerde mutlaka
korunuyorduk, çocuğumun babası Klaus’tu. Bundan hiç şüphem yoktu!”
dedi ve kaldığı yerden devam etti...
“Hamile kalınca bu işleri bıraktım. Ama Klaus devam etti,
benle ilişkiye giremezken diğerleriyle yaşamasında
sakınca yoktu çünkü. İşte sonra Eşref çıktı
meydana ve beni bıçakladı. Hayatım mahvoldu. Hastaneden
çıkınca Melisa’nın Klaus’tan hamile olduğunu öğrendim.
Sonra tekrar hastanede yattım falan filan... Zaten az önce anlattım
bunları sana...”
“Hastaneden sonra Refiye’nin evine yerleştiğimi söylemiştim.
Oradayken eski günlere geri döndüm. Beraber sevişiyorduk, seks partilerine
katılıyorduk. Sonra Nuri ile tanıştım. Nuri bu tip
işlerle ilgisi olmayan mütedeyyin bir adamdı. Beni o bataklıktan
çekip kurtardığını bile söyleyebilirim. Bunun için ona
minnettarım...”
Hüsniye’nin anlattıkları karşısında şok
olmuştum. Refiye böylesi bir geçmişi benden saklamasını,
gizlemesini başarmıştı. Nasıl olmuştu bu? Böylesi
geçmişi olan biriyle evlenmiş, yuva kurmuştum.
Hüsniye sanki beynimi okuyormuş gibi, “Ne düşündüğünü biliyorum.
Refiye’nin bir orospu olduğunu düşünüyorsun, aynı şekilde
benim de... Ama ne Refiye ne de ben orospuyuz... Bu işi eşlerimizin
zorlamasıyla yapmaya başladık. Evet, sonradan zevk almaya, keyif
almaya da başladık, ama bu bizi orospu mu yapar... Refiye şu
hayatta tanıdığım en namuslu, özü sözü bir insanlardan
biridir... Al işte annen, görünüşüne, haline bakarsan dünyanın en
namuslu insanı. Ama gelini olacak kadını dolandırmaktan
geri kalmıyor. Annen sence Refiye’den daha mı namuslu şimdi...”
“O artık senin karın, senin helalin. Hayatını sana
adamış, seni çocuklarından bile daha çok seviyor, onun gözünde
senin yerin ayrı çocuklarınınki ayrı. Şu
bahsettiğim 30 bin lira bile... O konuda bir saniye bile düşünmeden,
parayı bana değil Osman’a vereceksiniz dedi. Osman bu konuyu hiç
bilmeyecek dedi, ama olmadı, öğrendin sonuçta. Ama lütfen
aramızda kalsın bu, ona yada bir başkasına söyleme... Yani,
isteseydi o parayı alır kendi cebine atardı, ama istemedi. Senin
daha çok ihtiyacının olduğunu söyledi. İşini büyütmeni
istiyor, seni çok seviyor, bütün hayatını varını
yoğunu, malını mülkünü sana adayacak kadar çok seviyor. Çenem düştü
benim de ama bu kadar sustuğum da yeter artık...”
“Lütfen karamsar düşüncelere kapılma. Refiye sana deseydi ben
geçmişimde böyle böyle işler yaptım, boklar yedim deseydi sen
kabul eder miydin onunla evlenmeyi... Hayır, etmezdin. O seni sevdiği
için, çok sevdiği için bunları sana söylemedi. Kendisinin değil,
senin üzülmeni, incinmeni istemediği için söylemedi...”
“Senin başka bir kadınla yatmana, ondan çocuk sahibi olmana ses
etmeyecek kadar yürekli bir kadın. Kaç kadın böyle bir şeye onay
verir Allah aşkına. Kadında para dersen tonla, güzellik dersen
gani, zarafet, çekicilik ne ararsan var... Bütün bunlara rağmen o seni
seçti, seni sevdi. Evet, bu konuda sana yalan söylemiş olabilir, ama inan
başka bir konuda asla...” derken kestim sözünü ve “Refiye’nin çocuk
aldırdığını biliyor musun?” dedim.
Hüsniye’nin gözleri fal taşı gibi açılırken, “Sen ne
dediğinin farkında mısın?” dedi. “Evet,
farkındayım. Daha önceden çocuk aldırmış, sen biliyor
musun bunu?” diye sordum. “Hayır, yemin ederim ki hayır!
İnanamıyorum, Osman sen ciddi misin?” dedi bir elini ağzına
götürüp. “Peki Refiye’nin babamla yattığını biliyor musun?”
diye sorduğumda gözleri daha da büyüdü yaşadığı
şaşkınlıkla. “Annemle arasında aynı seninki gibi
lezbiyen bir ilişki olduğunu biliyor musun peki?” diye
sorduğumdaysa başını aşağı yukarı
salladı, en sonunda bildiği bir şey
çıkmıştı.
Bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Annenin lezbiyen bir kadın
olduğunu bilmeyen yok. Refiye ile arasında olanları biliyorum.
Daha önce anlatmıştı, ama diğer iki konuyla ilgili inan
hiçbir şey bilmiyorum. Sen ciddi misin, emin misin?” diye sordu.
Ben de, “Görüntülerini izledim.
Yedikleri haltı bir de kameraya çekmişler. Annemin
yatağının altında hafıza kartı buldum. Onun
içindeydi, hepsini izledim. Bu arada Refiye’nin çocuk
aldırdığını annem de biliyormuş. Bu işin içinde
o da varmış. Ama kalkıp da bunu ona soramam. Özlem de
biliyormuş galiba, kına gecesinde ağzından
kaçırmış, ama bana bir şey demedi bununla ilgili. Herkes
benden bir şeyler saklıyor, gizliyor. Eğer sen de bunlarla
ilgili bir şeyler biliyorsan anlat, ne biliyorsan anlat. Önemli önemsiz
umurumda değil. Bildiğin her şeyi anlat, yoksa senin de onlardan
bir farkın kalmaz!” dedim.
Hüsniye boş viski kadehini aldı, elinde evirip çevirdi bir süre.
“Dediğim gibi annenle Refiye arasında olan bitenleri biliyorum. Annen
lezbiyen, daha doğrusu biseksüel bir kadın. Etrafındaki
kadınların bazıları da aynı onun gibi.
Kocalarında bulamadıkları cinsel tatmini kadın kadına
birlikte olarak bulmaya, gidermeye çalışıyorlarmış.
Kendilerince böyle yapınca günaha girmiyorlarmış. Annen
Refiye’ye kanca atmış buraya geldiğinde. Refiye de
geçmişinde bu tip işlere bulaştığından hayır
dememiş, annenle birlikte olmuşlar. Zaten bu tip insanlar kendilerini
belli ederler hemen, yüzüne bakınca bile anlaşılır...”
“Annen beni de davet etmişti, yani bana da kanca atmıştı,
ama hayır dedim. O tip işlere Nuri sayesinde tövbe etmiştim.
Eğer merak ediyorsan söyleyeyim, Refiye ile de aramda uzun zamandır
bir şey olduğu yok. Ben çoktan kapattım o defteri...”
“Dediğim gibi bu işi kadın kadına
yapıyorlarmış. Ama sadece bununla sınırlı
değilmiş, bunu daha sonra öğrendim. Refiye sonradan söyledi
bunu. Az önce anlattım ya Almanya’da grup seks yapıyorduk, çiftlerle
birlikte oluyorduk diye. Aynısını burada da yapıyorlarmış,
ama tabii işi kılıfına uydurmuşlar. Aralarında
önce geçici bir nikâh kıyıp sonra da birlikte oluyorlarmış...”
deyip yüzüme baktı.
“Anlat, devam et!” dedim. “Öyle işte. Annen daha sonra onu yani Refiye’yi
bu seks partileri değil de nasıl desem, seks birliktelikleri belki
daha doğru olur. Refiye’yi davet etmiş bu seks birlikteliklerine.
Orada erkeklerle birlikte oluyorlarmış. Ama babandan hiç
bahsetmemişti. Geçici nikâhla karı koca oluyorlar sonra da
mercimeği fırına veriyorlarmış...” diyerek sözünü
bitirdi.
Buraya kadar anlattıklarının çoğunu biliyordum, ama bu
işin içinde Refiye’nin olduğunu bilmiyordum. Refiye sanki bu işi
sadece annemle babam yapıyormuş gibi anlatmıştı bana.
Oysa kendisi de işin içindeydi demek. “Bunları biliyordum, Refiye
anlatmıştı, ama kendisini olayların dışında
göstermişti. Kendisinden bahsetmemişti hiç!” dedim.
“Bilmiyorum. Dediğim gibi bunu öğrendiğinde kendisini terk
edeceğini düşünmüş olabilir. O nedenle de söylememiştir.
Hem bu uluorta söylenecek bir şey de değil zaten. Belki de o tip bir
ilişki esnasında hamile kalmış olabilir. Eğer annen de
biliyorsa büyük ihtimalle öyledir...” dedi yanıt olarak.
“Özlem nerden biliyor peki Refiye’nin çocuk
aldırdığını?” dedim. “Bilmiyorum, ama onun da
geçmişi temiz sayılmaz!” dedi Hüsniye gözlerini viski kadehinden
kaldırmadan. “Onun neyi var, onun hakkında ne biliyorsun?” dedim.
“Özlem’in de geçmişte çocuk aldırdığını biliyor
musun peki?” dedi gözlerimin içine bakarak.
“Biliyorum onu, kimden aldırdığını da biliyorum. O
ayrı mesele. Ama merak ettiğim nasıl olmuş da
öğrenmiş böyle bir şeyi ve neden benden gizlemiş?” derken
Hüsniye elini saçımda gezdirdi. “Ah Osman, çok iyisin ama çok da
safsın. Ne için olacak, şantaj yapmak için
kullanmıştır bunu. Sana söylese ne olacak, sen Refiye’yi terk
edeceksin. Peki ya sonra, sonra ne olacak? Refiye ile ilgili böyle bir
şeyi öğrenmişse bunu şantaj yapmak için
kullanmıştır mutlaka. Hem Refiye’ye hem de annene
karşı. Annenle Özlem’in arasının çok kötü
olmasının bir sebebi de bu olmalı mutlaka, şimdi
düşününce mantıklı görünüyor!” dedi.
Bir süre gözlerimi tavana dikip baktım. Bu sırada Hüsniye kalkıp
bir viski getirdi bana. Viskiden bir iki yudum aldım. “Özlem ve annen
arasında da bu tip bir ilişkinin olduğunu biliyor musun peki?”
dediğinde yüzüne baktım ve “Hayır!” dedim. Bilmediğim bir
şey daha ortaya çıkmıştı. Refiye bu bokları
yemişti, ama karım da mı aynı yollardan geçmişti...
Hüsniye yine elini saçımda gezdirirken, “Zamanında resmen aşk
yaşamışlar, bir kadınla bir erkeğin arasındaki
aşkın aynısı belki daha yoğunu, daha şiddetlisi
üstelik. Gerçekten bilmiyor muydun?” dedi gülümseyerek.
Başımı salladım hayır anlamında. Hüsniye
sözleriyle beynime çivi çakıyordu resmen. Bir taraftan da viski etkisini
göstermeye başlamıştı. Başım dönüyordu hafiften.
Ama yine de annemle karım arasındaki aşkın nasıl bir
şey olduğunu öğrenmek istiyordum...
[Osman]
|