Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 119. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
“Anlat, neymiş bu aşk,
nasıl bir şeymiş?” dedim viskimden bir yudum alırken.
“Yalnız en baştan söyleyeyim, ben bunları Refiye’den duydum.
Yani onun söylediklerini söyleyeceğim!” diyerek bir giriş yaptı
Hüsniye. Ardından da anlatmaya başladı...
“Annen kadının biriyle lezbiyen ilişki yaşamaya
başladıktan sonra bunu ilerletmiş. Yani gözüne kestirdiği
kadınlara teklifte bulunmaya başlamış. Pek çoğu
reddetmiş, ama kabul edenler de olmuş. İşte o kabul
edenlerden biri de Özlem’miş. Epey zaman sürdürmüşler bu
ilişkilerini. Gizli kapaklı tabii hepsi...” diyerek devam ederken
elimi kaldırdım durmasını işaret ederek.
Hüsniye’nin sözleri viskinin etkisiyle bulanıklaşan beynimde
yankılanıyordu. Annem ve karım arasında lezbiyen bir
ilişki yaşanmıştı tıpkı Refiye ile
aralarında olduğu gibi. “Ne zaman olmuş bu, ne zaman
başlamışlar, ne zamana kadar sürmüş?” dedim başımı
tavana dikerek.
“Ne zaman başlamış bilmiyorum, ama Özlem o dönem senin
amcanın oğluyla evliymiş henüz. Annenle araları çok
iyiymiş o zamanlar. İyiymiş derken yani öyle lezbiyenlik falan
anlamında değil, normal iki yakın akraba kadın
arasındaki ilişki nasılsa onlarınki de öyleymiş.
Sürekli birbirlerine gider gelirlermiş, severlermiş birbirlerini
yani...” diye devam ederken yeniden elimi kaldırdım.
Hüsniye susarken, “Biliyorum
biliyorum, Özlem o zamanlar çok gelirdi bize. Annem ona giderdi. Özge ve Esra
daha küçüktü, ben de liseye filan gidiyordum. Hatta annem banyo
yapacağı zamanlarda Özlem’i çağırırdı
sırtını ovalaması için. O geldiğinde ben
çıkardım dışarı, çıkmak istemediğim zaman da
annem zorla çıkartırdı!” dedim.
Hüsniye bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Demek ki o dönemlerde
başlamış aşağı yukarı, yada daha sonra,
bilemiyorum. Ama bu söylediğin sırt ovalama mevzusu önemli. Sana
söylediğim lezbiyen ilişkilerinin temelinde de bu beraber banyoya
girme, banyo yapma durumu var. Bu işi evlerde, işte böyle sırt
ovalama falan filan adı altında gizli kapaklı
yapıyorlar...”
“Birlikte giriyorlar banyoya, karı koca gibi, duşun altında,
sıcak suyun altında işte memelerini elliyorlar, dokunuyorlar,
öpüyorlar, birbirlerini parmaklıyorlar falan. Bu kadınların pek
çoğu evli barklı, çoluk çocuk sahibi, bazıları kapalı.
Her şey gizli kapaklı yaşanıyor. Ha, Özlemle annen
arasında aşk yaşanmış dediğim de bu işi
diğerlerine göre daha fazla, daha sık yapmaları anlamında.
Bu yüzden bir ara dedikodusu bile çıkmış kadınlar arasında...”
Hüsniye susunca, “Refiye bu kadar ayrıntıyı nerden
öğrenmiş, annem mi anlatmış?” diye sordum. Hüsniye,
“Hayır, annen değil!” diyerek cevapladığında
başka bir şeyler olduğunu anladım. “Özlem mi
anlatmış?” diye sorduğumdaysa cevap vermek yerine başını
salladı 'Evet!' anlamında. Derin bir iç geçirip viskiden bir yudum
daha aldım. Aklıma gelen şeyi sordum Hüsniye’ye. “Refiye ve
Özlem arasında da bu tip bir şey olmuş mu, yani onlarda mı
lezbiyen ilişki yaşamışlar?” dediğimde Hüsniye mavi
gözlerini kocaman açarak, “Evet, ama geçmişte kalmış bir
şey bu!” dedi.
Acayip bir durumdu. Annemin her iki karımla da lezbiyen ilişkisi
olmuştu, ancak bu yetmiyormuş gibi iki karım arasında da
böyle bir durum vardı. Bunun geçmişte kalması bir şey
değiştirmiyordu. Viskiden bir yudum alıp, “Devam et!” dedim.
Hüsniye bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Bir zaman sonra Özlem artık
bunu yapmak istemediğini, pişman olduğunu, tövbe ettiğini
söylemiş. Annen de tamam demiş buna, ama işin altında bir
çapanoğlu olduğunu sezmiş...”
“Özlem o dönem görümcesinin kocasıyla ilişki
yaşıyormuş. Hatta adamdan hamile de kalmış. Meseleyi
en yakını olarak gördüğü annene açmış, Abla bu
çocuğu aldırmamız lazım yoksa kocam beni öldürür demiş
ağlaya ağlaya. Annen de tamam demiş, beraber gitmişler
doktora. Doktorun parasını da annen vermiş hatta. Neyse,
çocuğu almış doktor...”
“Ama tabii annen Özlem’e baskı yapmaya başlamış bu olaydan
sonra. Benim istediklerimi yapmazsan kocan da başkaları da her
şeyi öğrenir diye tehdit etmeye başlamış...” derken
girdim araya ve “Tehdit mi etmiş?” dedim. “Evet, tehdit etmiş!” dedi
Hüsniye başını sallayıp inandırıcılık
katmaya çalışır gibi. “Bunu bilmiyordum, yani o verdiği
parayı geri istemiş diye biliyordum, karım öyle söylemişti
bana. Hatta beraber doktora gittiklerini de söylememişti. Tek
başına gittiğini, olayı sonradan annem
sıkıştırınca anlattığını
söylemişti!” dedim.
“Valla dediğim gibi benim duyduklarım bunlar. Yani şunu da
söyleyeyim, Özlem’le Refiye’nin arası eskiden çok iyiymiş. Refiye’nin
seninle ilişkisi başlayana kadar yani. O zamana kadar her şey
güllük gülistanlık gitmiş. Özlem de bunları o dönem
anlatmış Refiye’ye. Zaten aralarındaki yakın ilişki de
o zamanlarda yaşanmış, lezbiyen ilişkileri yani. Devam
etmemi istiyor musun?” diye sordu.
“Evet evet, devam et!” dedim.
Viskinin etkisi her geçen dakika daha da artmaya
başlamıştı. “Annen tehdit etmeye başlamış
Özlem’i ve onu erkeklerle birlikte olmaya zorlamış!” deyince, “Ne
demek bu, nasıl yani?” dedim koltukta doğrularak.
“Dediğim gibi hayatım, bunlar Refiye’nin bana anlattıkları.
Ona da anlatan Özlem. Ben sana duyduklarımı söylüyorum. Yalan
söylememi istemediğini kendin söyledin. Ben de yalansız gerçekleri
söylüyorum sana. Fransa’dan emekli olup buraya yerleşen bir akrabanız
varmış sizin, yaşlı bir adam...” dediğinde, “Bi dakka,
bi dakka, bunun ne ilgisi var konuyla?” dedim. Çünkü bahsettiği adamı
biliyordum, uzaktan akrabamız gelen rahmetli Yunus amcaydı. Derin bir
iç geçirdim yeniden ve kadehte kalan son viskiyi kafama diktim.
Yunus amca senelerce Fransa’da yaşadıktan sonra Konya’ya dönmüş
ve büyük bir daire alıp orada yaşamaya
başlamıştı. Karısı yıllar önce ölmüştü
ve çocuğu da olmamıştı. Kimi kimsesi olmayan kendi halinde
biriydi. Arada sırada benim yanıma da uğrar laflardı.
İki sene kadar önce seksen yaşındayken kalp krizi geçirip
ölmüştü. Hatta ölüsünü yatak odasında çırılçıplak bir
halde bulmuşlardı.
“Onun konuyla ne ilgisi var?” diye yeniden sordum. “Hayatım bir dakika
sakin ol, anlatıyorum!” dedi Hüsniye gülümseyerek ve devam etti. “Bu sizin
akraba, yaşlı kimi kimsesi olmayan biriymiş...” deyince, “Yunus
amca, iki sene kadar oldu öleli!” dedim. “Hah, ben adını bilmiyordum,
neyse işte bu sizin Yunus amcanın kimi kimsesi yokmuş. Bunun
ihtiyaçlarını, evinin temizliğini filan annen
yapıyormuş...” deyince, “Doğru, hem sevap olsun hem de üç
beş kuruş para kazanmak için haftada bir iki gün giderdi,
temizliğini, yemeğini filan yapardı!” dedim araya girip.
“Tamam hayatım, ben de onu diyorum işte zaten. Annen adamın
ihtiyaçlarını gideriyormuş, ama bunlar sadece yemekle,
temizlikle filan sınırlı kalmıyormuş!” dediğinde
kalbimin atışları hızlanmaya başladı. Hüsniye’nin
devamında söyleyeceklerini tahmin ediyordum. “Bu adamın epey bir
parası varmış. Annen de adamla birlikte olup onun
parasını aşırıyormuş...”
“Sonra annen Özlem’i de bu işe ortak etmeye başlamış.
Özlem’i tehdit edip adamla birlikte olmaya zorlamış. Özlem
karşı gelememiş buna. Adam annenden hariç Özlem’le de birlikte
olmaya başlamış yani. Annen bu sayede daha çok
parasını çarpmış adamın. Özlem annene göre genç
olduğu için adam daha çok para ödüyormuş. Bir nevi Özlem’in
sırtından para kazanmış annen anlayacağın...”
“O dönem Özlem’in kocası hastalanmış. Bu işi bırakmak
istediğini söylemiş annene, ama annen kabul etmemiş, benim
dediğimi yapmazsan herkes her şeyi öğrenir demiş. Özlem, Öyleyse
ben de kocana anlatırım adamla yattığını!
demiş, ama annen, Kocamın her şeyden haberi var! deyince geri
adım atmış, mecburen devam etmiş buna. Yani babanın
olan bitenden haberi varmış. Ama sonra bir gün bu adam Özlem’le
birlikte olurken kalp krizi geçirmiş. Özlem korktuğu için
kaçmış. Adamı sonradan bulmuşlar tabii, ama iş
işten geçmiş. O olaydan sonra da annenle Özlem’in
ortaklığı bozulmuş. Sonrasında da Özlem’in
kocasının durumu ağırlaşmış bir zaman sonra
da ölmüş...”
“Kocasının ölümünden sonra Özlem’le annenin arası bir
iyileşip bir düzelmiş. Ama ne zamanki Özlem’in seninle evlenmesi
gündeme gelmiş, o zaman kıyamet kopmuş. Annen Özlem’in seninle
evlenmesine karşı çıkmış. Ancak aile meclisinin
aldığı karara karşı gelememiş elbette. Ama yine
de sadece imam nikâhı yapılmasına karar verdiren o olmuş.
Benim bildiklerim bunlar. Bundan hariç aralarında bir şey geçmiş
mi, geçmemiş mi bilmiyorum...” deyip sustu.
Hüsniye susarken ben de gözlerimi tavana diktim yeniden. Güneşin son,
kızıl ışıkları tavana vuruyordu. Karım Yunus
amcayla para için yatmıştı. Aynısını annem de
yapmıştı. Babamın bundan haberi vardı. Derin bir iç
geçirdim, midem bulanıyordu. Boş viski kadehini sehpanın üzerine
bıraktım. Başımı Hüsniye’nin göğsüne
yasladım. Saçlarımı okşadı bir süre...
Yunus amcayı yatak odasında çırılçıplak bir halde
bulmuşlardı. Hatta o haldeyken yarağının sert ve
kalkık olduğunu duymuştum. Sertleştirici haplardan
bulunmuştu evinde ve kalp krizine de bunlardan fazlaca almasının
sebep olduğunu öğrenmiştim. Seksen yaşında bir adam
için bu şekilde ölmenin ne kadar utanç verici olduğunu
konuşmuş, kendi aramızda işin dalgasını
geçmiştik. Oysa şimdi o kalkık yarağının
ölümünden önce Özlem’in yani karımın amına girip çıktığını
öğreniyordum. Nasıl bir şeydi bu?
Annemin durumu ise bambaşkaydı. Para için yapmayacağı pislik
yoktu. Refiye’yi dolandırmak, parası için yaşlı
başlı Yunus amcayla yatmak... Kim bilir daha bilmediğim,
duymadığım neleri vardı. Babamın bundan haberinin
olması ise ayrı bir rezillikti. Kendi karısını
pazarlamıştı resmen. Karısının yaşlı
bir adamla yatmasına, sikişmesine ses çıkartmamış,
onun paralarını söğüşlemenin hesabını
yapmıştı.
“Ne kadar çarpmışlar Yunus amcayı, onu biliyor musun?” diye
sordum. “Bunu mu merak ediyorsun?” dedi Hüsniye gülümseyerek. “Evet!” dedim
gözlerimi kapatıp. “Valla Özlem’in söylemesine bakılırsa adam
iki dairesini annene vermiş!” deyince gözlerimi açtım ve
doğruldum. Hızlıca kalkınca başım döndü birden.
Kafam kazan gibiydi. Hüsniye’nin viskisi bizim buraların şu ucuz,
dandik viskilerinden değildi. Alkole karşı dayanıklı
olsam da birkaç kadehten sonra çarpılmıştım.
“Adamın oturduğu dairesi, bir de başka bir yerde daha
varmış, onu da annenin üzerine vermiş. Yürüttüğü
paraları filan bilmiyorum ama!” dedi Hüsniye. “Sen ciddi misin, şaka
yapmıyorsun değil mi?” dediğimde, “Ay vallahi, ne
şakası. Dedim ya hayatım bunları anlatan Özlem, işin
birebir içinde olan kişi o. Hatta Refiye’ye demesine göre adam o öbür
daireyi Özlem’e verecekmiş, ama annen bunu öğrenince hemen araya
girmiş, Özlem’e sen kenara çekil demiş. Onu da kendi üstüne
almış. Özlem de epey bir para cukkalamış gerçi. Yani öyle
söylemiş Refiye’ye. O paralarla kocasının borçları
varmış, onları ödemiş. Kalanlarla da altın
almış. Adam yaşlı moruğun teki, hap atıp sikini
kaldırmış, ama beyne bir faydası olmamış bu
hapların. Durum bu yani...” dedi gülümseyerek.
“Başım çatlıyor, sen anlatıyorsun, ama beynim çorbaya
döndü. Nasıl bir içki bu Allah aşkına, ne kattın sen bunun
içine?” dedim. “Hiçbir şey hayatım, ne katacağım. Sek
içtiğin için böyle oldu, sert bir içkidir bu. Bak ben içine su kattım
biraz, kafam çok rahat!” dedi kahkahayla.
Bir süre bekleyip kafamı toparlamaya çalıştım ama
aklım bir gelip bir gidiyordu. “Peki annemle senin şu dediğin
seks birlikteliklerine gitmiş mi, yani Özlem?” diye sorduğumdaysa
kesin bir dille, “Hayır!” dedi Hüsniye. “Annen onu bu tip işlere
bulaştırmamış, sadece bu yaşlı moruğun
parasını yürütmüşler birlikte, o kadar!” diye devam etti. “Özlem
mi söylemiş böyle, kim demiş bunu?” diye sorunca, “Yok, bunları
annen anlatmış Refiye’ye. Özlem’in bu tip şeylerden haberi yok!”
dedi.
“Peki babamla Özlem arasında bir şeyler olmuş mu?” diye sordum. Hüsniye
cevap vermedi soruma. “Olmuş mu, olmamış mı, biliyor musun?”
diye sordum yeniden. “Yani, annenin anlatmasına bakılırsa
olmuş. Kocasının ölümünden sonra olmuş. Babanı onun
evine girerken mi çıkarken mi ne görmüş bir komşusu. Ondan sonra
da Özlem’in seninle evlenmesinin önü açılmış. Ama annen gene de
aranızda resmi nikâh olmaması için çok çabalamış ve
başarmış...” derken araya girdim ve “Biliyorum bunları,
başka bildiklerin varsa onları anlat!” dedim.
Hüsniye, “Yani bunlardan hariç Kamer annenin söyledikleri var!” dedi yanıt
olarak. “O ne söyledi?” diye sordum. Yengemin de karım hakkında
olumsuz görüşleri olduğunu biliyordum, ama bilmediğim bir
şeyler biliyor olabilirdi. Hüsniye bir süre sustuktan sonra daha önce
Refiye’den duyduğum şeyleri anlattı. Yani Özlem’in bir lisede
temizlikçi olarak çalıştığı dönemde
öğretmenlerden biriyle ilişki yaşadığını, öğrencilerle
para karşılığı ilişkiye girdiğini
anlattı. Ancak Refiye’nin söylemediği birkaç ayrıntıdan
bahsetti...
“Öğrencilerle para karşılığı ilişkiye
girdiği ortaya çıktığında bunu atmışlar
okuldan. Sonradan araştırma yapmışlar okulda, bu
öğretmenle de arasında bir şeyler geçtiğini
öğrenmişler. Öğretmen de tayinini istemiş, başka bir
okula gitmiş. Ama öğretmenle arasındaki ilişkisi
kesilmemiş bunun. Birkaç kez bunu öğretmenle baş başa
görenler olmuş. Görenlerden biri de bizzat Kamer anneymiş...”
“Kamer anne birkaç arkadaşıyla dışardayken bunu bir
pastanede bu öğretmenle otururken görmüş. Tabii o zamanlar
olayın ne olduğunu, bu adamın kim olduğunu bilmediği
için yanlarına gitmiş. Özlem Kamer anneyi görünce çok
heyecanlanmış, korkmuş. Kamer anneye adamı bir
akrabası diye tanıtmış, ama işin ne olduğunu
anlamış Kamer anne, yine de belli etmemiş. O zamanlar
kocası halen hayatta bunun...”
“Neyse aradan zaman geçtikten sonra öğreniyor Kamer anne bu adamın
kim olduğunu. Rabia diye bir kadın var. Bu okulda beraber
çalışıyorlarmış. Özlem’le öğretmenin
ilişkilerini kaydetmiş birkaç sefer. Kamer anne bu resimleri,
videoları filan görünce o gördüğü adamın bu öğretmen
olduğunu anlamış hemen...”
Hüsniye’nin konuşması bittiğinde boş gözlerle baktım
etrafıma bir süre. “Gerçekten var mıymış bu görüntüler, ben
pek inanmamıştım!” dediğimde, “Var hayatım, hatta ben
de gördüm!” dedi. “Sende mi gördün, nerde peki?” diye sordum. “Refiye
izlettirdi bana, kayıtlar ondaydı!” diye cevap verdi.
“Ne olmuş peki sonra, bu öğretmen ne olmuş, nereye
kaybolmuş, halen var mı bu adam, devam mı ediyor halen
ilişkileri?” dedim. “Bilmiyorum hayatım. Adam nerde, kimdir, necidir
bilen yok...” dedikten sonra, “Haa, pardon pardon, bu kayıtları çeken
kadın, Rabia, o biliyor adamın kim olduğunu. Yani şimdi
nerde olduğunu bilmese de en azından adını, ne bileyim
branşını filan biliyordur!” dedi.
“Benim için o kadarı da yeterli. Ben bulurum onu!” dedim. Sedat’ın
eli her yere uzanıyordu. Bu adamı da kolayca bulacağından
şüphem yoktu. “O zaman bu Rabia ile konuşmak gerek!” dediğimde,
“Aynen öyle hayatım, istersen ben konuşurum kendisiyle!” dedi. “Yok,
gerek yok. Ben kendim hallederim, benim konuşmam daha iyi olur!” dedim.
Doğrusu göğsüme yumruk yemiş gibiydim. Karım bu
öğretmenle mi aldatıyordu beni? Kimdi bu adam? Neredeydi? Onu mutlaka
bulmalıydım. Rabia ile konuşmam şarttı. “Sence Özlem
beni aldatıyor mudur bu adamla?” diye sorduğumda gülümsedi Hüsniye.
Alnımı ve saçlarımı okşarken, “O gece, yani kına
gecesinde biraz konuşma fırsatımız oldu Özlem’le. Daha önce
baş başa kalamamıştık hiç. Hoşsohbet, hanım
bir kadın. Tamam, öyle eğitimli, kültürlü bir kadın değil
belki ama sevdiklerine ve özellikle de sana çok bağlı olduğunu
gördüm. Seni çok seviyor. Geçmişinde bir şeyler
yaşamış kabul, ama şu an için soruyorsan bence hayır,
seni aldatmadığına inanıyorum, hem de tüm kalbimle...”
“Seninle evlendiğinden beri gözünün senden başkasını
görmediğine eminim. Üstelik kızıyla aranda geçenleri bilmesine
rağmen. Özlem’i yakın buluyorum kendime. O da aynı benim gibi.
Kızıyla sevdiği adamın ilişkisi var. O konuda
ortağız. Ama fark şu ki, ben bunu öğrendiğimde derhal
terk ettim Klaus’u, ama Özlem halen senin yanında. Bunun da nedeni sana
duyduğu büyük aşktan başka bir şey değil.
Kızı kendisinden çok daha genç, güzel, alımlı, çekici
olmasına rağmen pes etmiyor kadın. Seni ona vermemek için
uğraşıyor, çabalıyor. Ama tabii bunda senin de katkın
var. Sen şimdiye kadar Özge’yi hamile bırakmış
olsaydın her şey çok başka olurdu. Ama kendine hakimsin, bunun
başına neler açacağını biliyorsun. Senin bu iradenin
sağlamlığına da ayrı bir hayranlığım
var...” dedi Özlem’i üstü kapalı savunuyormuş gibi.
Hüsniye’nin bu sözlerinin ardından bir süre sessiz kaldık.
Sessizliği yine duvardaki saatin tik takları bozuyordu. Hüsniye’nin
küçük masajı işe yaramış gibiydi. Biraz daha iyiydim sanki.
“Ben Refiye’ye bakayım!” diyerek kalktı Hüsniye. Biraz sonra da geri
döndü. “Uyuyor halen. İlacın yarısını verdim, ama bu
akşam uyanacak gibi görünmüyor!” dedi. “Olmadı ben giderim!” dedim.
“Nereye, uyanmasa da kal burada. Gidip ne yapacaksın, hem bu halde
nasıl gideceksin?” dedi ve başını göğsüme koydu.
“İnşallah senden hamile kalırım, bir çocuk doğururum.
O kadar çok istiyorum ki anne olmayı!” dediğinde, “Peki, farz edelim
hamile kaldın. Doğurduktan sonra gerçekten verecek misin çocuğu
Refiye’ye?” dediğimde başını kaldırıp gözlerime
baktı. Mavi gözlerini kırpmadan baktı uzun uzun.
Hüzünlenmiş gibiydi. “Bilmiyorum, bunu şimdiden söylemem zor.
Refiye’ye bir söz verdim, ama çocuk doğduğunda ne yaparım
bilmiyorum!” dedi.
Elini göğsümde gezdirdi bir süre. “Hamile kalmasam da benimle birlikte
olur musun?” diye sordu. “Nasıl yani?” dedim. “Yani seninle sadece hamile
kalabilmek için birlikte olmak istemiyorum. Senden hoşlanıyorum. Bir
erkeğin ilgisine, sevgisine ihtiyacım var. Konya gibi bir yerde
senden başka bir erkekte bu ilgiyi bulacağımı da
sanmıyorum...” dedi.
Saçlarını okşadım ve alnından öptüm. “Bana yalan
söylemediğin müddetçe benden ilgi görme konusunda sıkıntı
çekmezsin!” dedim. Sözlerim hoşuna giderken, “Teşekkür ederim!” dedi
yanağıma bir öpücük kondurarak. Yine bir süre sessiz kaldık.
Kuytu bir yerde buluşmuş birbirine hasret liseli aşıklar
gibiydik. Saçlarını okşuyor, başını öpüyordum
Hüsniye’nin.
Ne anlatsam, ne söylesem diye düşünüp dururken ona Refiye ile ilk baş
başa geçirdiğimiz geceyi anlatmaya karar verdim. Daha doğrusu
beraber porno film izlememizi, laptopunda gördüğüm çıplak ve
yarı çıplak resimlerini anlattım. Bunları anlattıkça
hafızam yerine gelmeye başlamıştı. Kocasının
kendisini grup seks yapmaya zorladığını, ama kendisinin
bunu reddettiğini söylemişti Refiye. Aynı zamanda
aldatıldığını, bunu bildiği halde çocukları
için katlandığını da söylemişti ve şimdi ben de
bunları Hüsniye’ye anlatıyordum.
Hüsniye ilgiyle dinledikten sonra, “Çok da yanlış değil bu
söylediklerin. Evet, Refiye’yi bu tür işlere bulaştıran
Mehmet’tir!” dedi. “Nasıl biriydi bu Mehmet?” diye sordum. “Aslında
çok iyi biriydi. Normal haliyle bu anlattıklarımız arasında
dağ kadar fark var. Klaus ve Melisa arasında olan biteni
öğrendikten sonra çok net olarak Klaus’a cephe almıştı. İyi
biriydi, ama herkesin zayıf bir noktası vardır elbet. Sekse
aşırı düşkün bir adamdı. Konu seks olduğunda gözü
başka bir şey görmezdi. Başkalarının
çılgınlık olarak gördüğü şeyler onun için çok
sıradandı...” derken içerden bir ses gelir gibi oldu.
Hüsniye aceleyle kalktı ve içeriye gitti. Bir dakika kadar sonra
döndüğünde, “Yok bir şey, banyoda leğen vardı, o
devrilmiş. Refiye uyuyor halen!” dedi gülerek. Yanıma yeniden
oturduğunda, “Refiye’nin hamile kalıp çocuk
aldırdığını bilmiyor musun gerçekten?” diye sordum.
“Dediğim gibi bunu ilk kez senden duydum. Eğer inanmıyorsan
bildiğim, inandığım her şey üzerine yemin ederim!”
dedi. Bir süre sessiz kaldı, sonra, “Ben sana yalan söylemiyorum Osman,
ama senin de bana söylemeni istemem!” dediğinde, “Ne demek şimdi bu?”
dedim.
“Kamer anne ile ilgili!” deyince, acaba geçmişte yengemle aramızda
geçenlerle ilgili bir şey mi söyleyecek diye endişelendim. Gerçi bunu
bilmesi imkânsızdı, kendisi o zaman Almanya’daydı, ama yine de
her şey olabilirdi. “Hayırdır, ne oldu, bir şey mi var?”
dedim çekine çekine. “Evet, galiba Kamer annenin bir ilişkisi var!”
deyince, “Nasıl yani, bunu da nerden çıkardın?” dedim. Konunun
benimle ilgili olmamasına sevindim, ama böyle bir şeyi duymak
hoşuma gitmedi.
“Bir adamla görüştüğünü biliyorum. Geçmişinden kalan bir
ilişki, dayınla evliliği zamanından kalan...” dediğinde
doğruldum. “Anlat, neymiş bu, ilk defa duyuyorum!” dedim.
“Yanlış anlama, Kamer anneyi sever sayarım, ama basit bir köylü
karısıyken babamın parasıyla şimdi sefahat sürmesini,
onu da geçtim, bu zenginliğini erkeklerle paylaşmasını
kabul edemiyorum!” dedi.
“Ne demek bütün bunlar Hüsniye,
açık konuş. Yengem adamın biriyle mi ilişki
yaşıyor, kimmiş bu, sen tanıyor musun?” dedim. “Hayır
tanımıyorum. Birkaç kez telefonla konuşmasına şahit
oldum sadece, o kadar. Ama çok samimi, nasıl desem, yani aralarında
bir şeyler var belli ki, konuşmasından bunu çıkardım.
O yaşta bir kadının hem de babamın parasıyla bu tip
bir işin içinde olması sinirimi bozuyor!” dedi titreyen sesiyle.
“Kim bu adam, adı ne, yeri yurdu yok mu, kimmiş?” dedim sinirle.
“Dedim ya tanımıyorum adamı, hiç görmedim, ama adını
duydum...” derken, “Kimmiş, adamı delirtmesene!” dedim sinirle.
“Kerim, adı Kerim, duyduğum isim buydu!” dedi. İçimden öfkeyle (Amına
koyduğumun çocuğu, her taşın altından
çıkıyor!) dedim.
Derin birkaç nefes alıp verdim. Bu arada Hüsniye yengem hakkında
sorular sormaya başladı. “Sen tanımıyor musun üvey anneni?”
dediğimde, “Tanıyorum, ama bugünkü halini yalnızca,
geçmişini değil!” dedi sert bir ifadeyle.
Kerim’i tanıdığımı söyleyemezdim. “Bu kadar pimpirikli
olma, ben araştırırım bu meseleyi. Yengemin öyle bir
şey yapacağını sanmam. Merak etme sen, ben hallederim...”
dedim. Başını göğsüme yasladı yeniden. “Bilmiyorum,
yani korkuyorum. İnsanlar açgözlü, kalkıp onu kandırabilirler.
Kadın yaşlı, cahil, parası pulu tonla var. Her gün neler
görüyoruz, izliyoruz. Parasını çalarlar, ne bileyim
dolandırırlar. Yani, yanlış anlama ama Kamer annenin de
erkeklere karşı biraz fazla ilgili olduğunu görüyorum. O
yaşta bile, nasıl desem, aklı cinsellikle dolu
kadının. Bazen konuşuyoruz aramızda mesela, konuyu hep
cinselliğe getiriyor. Hatta senden de pek fazla bahsediyor...”
dediğinde başımı çevirip baktım, “Nasıl yani?”
dedim.
“Yanlış anlama, seni oğlu gibi görüyor, çok seviyor seni. Hani
bir anne oğluyla ilgili konuşur ya, o da senin hakkında öyle
konuşuyor. Yani, tam anlatamadım galiba. Geçen kına gecesine sen
bizi götürürken arabadaki konuşması, ne bileyim nikâh gecesi eve
döndüğümüzde söyledikleri filan... Sizin gerdek gecenizle ilgili ağza
alınmayacak laflar etti... Dediğim gibi cinsellik konusunda biraz
takık gibi geliyor bana. Gerçi normal de karşılıyorum bunu,
ama onun yaşındaki diğer kadınlara bakınca bana öyle
geliyor. O konuda benim yengeme benziyor, hani babamın altına yatan
amcamın karısı...” dedi.
Viskinin etkisi dalgaların sahile vurması gibi beynimi,
aklımı vuruyordu. Sürekli bir gidiyor bir geliyordu. Salona,
eşyalara baktım. Her şey lüks, her şey pahalıydı.
Köyde hayvanların bokunu temizleyen yengem şimdi bu lüksün ve
şatafatın içinde yaşıyordu. “Bütün bu malın mülkün
yarısı yengeme mi kalacak gerçekten?” diye sordum. “Aynen öyle, ama
kendi payının yarısını da bana verecek, kendisine
sadece yüzde yirmi beş kalacak. Ama o bile yedi sülalesini doyurmaya yeter!”
dedi.
“Bunu bilmiyordum!” dediğimde, “Kendisi böyle bir teklifte bulundu.
Kızım ben senelerce köyde yaşadım. Bu zenginliğin
içinde benim bir gram payım yok, onun için kendi payımın
yarısını da sana vereceğim dedi geçen gün. Aslında
babamın onunla evlenmesinin sebebi de bu. Babamla evlenmek isteyen çok
kadın olmuştu, ama her biri bu zenginliğe ortak olmak
istemişti en başından. Babam da reddetmişti hepsini.
Annemin o şekilde ölmesi onu çok etkilemişti. Kamer anne herhangi bir
pay, mal mülk vesaire istemedi evlenirken. Hatta babam ölmeden bir sene önce
resmi nikâh yaptı, ondan önce sadece imam nikâhlıydılar...”
“Rahmetli babam epey bir iş yapmıştı kısa zamanda. Çok
titiz adamdı, senelerce Almanya’da inşaatlarda
çalışmıştı. Onun için adamda Alman disiplini
vardı çokça. Yaptığı inşaatlar çok güzel, kaliteli
olunca millet kapış kapış satın almış daireleri.
Oradan kazandıklarını da işine yatırmış, ama
bu arada bankalarda değerlendirmeyi de unutmamış. Senelerce
faizin haram olduğunu söyler dururdu, ama ölünce bankalarda
trilyonları çıktı!” dedi küçük bir kahkahayla.
Trilyon lafını duyduğumda yutkundum. Yengem dayımdan sonra
tahminimden daha büyük bir zenginliğin üzerine oturmuştu Hüsniye’nin
babasıyla evlenerek. Hüsniye, “Kamer anne ile ilgili söylediklerini
yapacaksın değil mi, onun kimle konuştuğunu bulacaksın?”
deyince, “Tamam, hallederim dedim ya, sıkıntı yapma!” dedim
sarılarak. Refiye’nin boşluğunu şimdi Hüsniye dolduruyordu.
Teninin kendine has güzel kokusunu alıyordum, saçlarından da güzel
bir koku geliyordu burnuma...
“Neler yapardınız dördünüz?” diye sordum. “Hangi dördümüz?” dedi
şaşırmış gibi. “Siz işte, grup seks yapardık
dedin ya!” dediğimde, “Haa, sen onu mu diyorsun?” dedi kahkahayla.
“Yapardık işte bir şeyler, merak mı ediyorsun?” dedi
sıkı sıkı sarılıp. “Evet!” dedim
başını öperken. “Ayrıntılı mı anlatmamı
istersin, yoksa özet mi geçeyim?” diye sorunca, “Ayrıntılı!”
dedim dudağının kenarından öperek. “Her türlü numara
vardı...” diyerek anlatmaya başlayınca kapadım gözlerimi ve
Hüsniye’yi dinlemeye başladım...
“Mehmet’in bu işler için kiraladığı bir ev vardı.
İki katlı müstakil bir evdi, böyle villa gibi. Oraya giderdik,
diğer tanıdıkları da oraya gelirdi. Tabii
çocuklarımızın bu evden filan haberi yoktu. Üst kattaki yatak
odasında büyük bir yatak vardı. Dördümüz o yatağın üzerinde
yan yana yapardık, yani sikişirdik. Ben Mehmet’le sikişirken
Refiye de Klaus’la yani...”
“Sonra yer değişirdik. Yada bazen Mehmet kendisini sikmemizi isterdi.
Klaus bunu istemediği için takma yarakla ben yapardım yada Refiye.
Kadın çamaşırları, yani böyle seksi iç
çamaşırları, çoraplar giyerdi Mehmet, makyaj yapardı,
kadın gibi görünmek isterdi öyle durumlarda. İlk zamanlarda
iğrenmiştim bundan, ama sonra zamanla hoşuma gitmeye
başlamıştı. Takma yarağı dibine kadar
sokardım götüne. Osurta osurta sikerdim onu. Sado mazo takılmayı
severdi. Değişik bir adamdı, onun gibisini hiç görmemiştim,
bir daha görmek de istemem zaten...”
“Bazen de, daha doğrusu hemen her zaman tost yapardık. Yani aynı
anda Klaus’la birlikte sikerlerdi bizi. Biri amdan, diğeri götten
anlayacağın. İlk başlarda çok acı çekmiştim, çok
zorlanmıştım, ama sonraları alıştım,
acının yerini tarifsiz bir zevk aldı. Aynı anda amımda
ve götümde makine gibi çalışan iki kocaman yarak, düşüncesi bile
halen heyecanlandırıyor beni...”
“Mehmet yatağa uzanırdı, üzerine çıkar onu amımdan
alırdım. Klaus’ta arkama geçip götümden sokardı. Klaus tabi
sünnetsiz, Mehmet’inkine göre daha büyüktü onun yarağı. Refiye de
önümde ayakta dikilirdi, takma yarağı ağzıma verirdi.
Aynı anda üç deliğimi birden doldururlardı. Sürekli yer
değiştirirlerdi. O şekilde yapardık, tabii bu dediklerim
Refiye için de geçerliydi...”
“Ununu elemiş, eleğini asmış karı kocalar gelirdi
çoğunlukla. Yani orta yaşlı olanları
çoğunluktaydı. Ama genç olanları da vardı. Hatta Mehmet
birkaç kez gencecik kızlar bile getirmişti, onları parayla
getiriyordu. Travestiler eksik olmazdı, Mehmet’in çok arkadaşı
vardı o tiplerden. İçki zaten her zaman vardı, ama
uyuşturucu kullananlar da olurdu gelenler içinde. Tabii boş
gelmezlerdi. Birkaç kez ben de denedim, kafam leyla olmuştu her seferinde.
O zamanlarda iş artık partiye dönerdi, kimin kimi siktiği belli
olmazdı. Kendime gelir gibi olduğumda hiç
tanımadığım erkeklerle sikiştiğimi görürdüm.
Kimisi de elinde kamerayla ortalarda dolaşır bizi filme çekerdi...”
“Klaus’u terk edip, ikinci kez hastaneden çıktıktan sonra yani,
Refiye’nin yanına taşındığımda her şey
kaldığı yerden başladı. Ama eski hızını
kaybetmişti. Mehmet o eski evin yerine göl kıyısında
ahşap bir ev kiralamıştı bu kez. Gözlerden uzak, cennet
gibi bir yerdi. Tabii artık Klaus yoktu, onun yerini farklı erkekler
alıyordu. Sürekli gelen İtalyan bir çift vardı mesela. Karı
koca çok iyi insanlardı. İkisi de üniversitede hocaydı. Yani
öyle sokaktan tipler gelmezdi, eskiden de öyleydi zaten. Hep elit, seçkin
insanlardı, belli bir seviyenin üstünde kişilerdi. Onlarla beraber çok
güzel zamanlar geçirdik. Sadece seks anlamında değil...”
“Sonra Türk bir karı koca vardı, Samsunluydu bunlar. Daha
doğrusu adam buralı, ama karısı Samsunlu. Kadın sana
çok tuhaf gelecek belki ama, kapalı, türbanlıydı. O halde bir
kadının bizim yanımızda ne işi var demiştim ilk
başta, ama sonra görünce gelmesinin sebebini anladım.
Kadının adı Meliha’ydı ve acayip oral seks yapardı,
sakso çekerdi yani. Hatta resmi de vardı, bir saniye...”
Hüsniye doğrulurken gözlerimi açtım. İlk gösterdiği albümü
aldığı konsolun çekmecesinden bu kez daha büyük bir albüm
alıp yanıma oturdu. Sayfaları çevirip resimlere bakmaya
başladı tek tek. Az sonra, “Bak işte bu kadın!” diyerek bir
resim gösterdi. Resimde kendisinin ve Refiye’nin yanında görülen
kırklı yaşlarda bir kadın vardı. Kafe gibi bir yerde
çekilmişti resim. Kadın koltukta hafif kaykılmış,
ayaklarını uzatmıştı. Uzun ve bol siyah bir pardesü
giymiş, başını büyük bir türbanla çenesini de kapayacak
şekilde bağlamıştı.
“Hakikaten bu kadın mı?” diye sordum. “Evet, işte bu, Meliha.
Kocasının adı Servet, herif çok zengin. Kadının
şu haliyle yaptıkları arasında dağlar kadar fark var.
Arada sırada konuşuyoruz, yanıma gelmek istiyor kaç
zamandır. Burada kocasının akrabaları var zaten.
İşte böyle yani, çok değişik güzel zamanlardı. Bana
çok değişik, farklı şeyler, deneyimler kattı. Çok
şey öğrendim. Olaya sadece seks anlamında bakmamak lazım
yani...”
Sonra da albümdeki resimleri göstermeye başladı. “Bak şunlar da
bahsettiğim İtalyan karı koca!” dedi. Bir masa başında
çekilmişti resim. Bir şarap şişesi ve tabaklar vardı
masada. Kadın orta yaşlı, ama çok güzeldi. Yeşil gözlüydü
ve omuzlarına dökülen kumral saçları vardı. Yanındaki
kocası ondan biraz daha yaşlı gösteren esmer, gözlüklü,
sıradan bir adamdı.
Başka bir sayfa açtı bu kez. Yaşlıca bir kadınla ondan
daha genç bir adam vardı resimde. “Bunlar kim peki?” diye sordum. “Bunlar
mı, bunlar da karı koca!” diye yanıtladı. “Nasıl yani,
bunlar karı koca mı şimdi. Kadın daha çok adamın
annesi gibi görünüyor!” dedim şaşkınca. Hüsniye kahkahayla
karşılık verdi önce. “Yok hayatım, gerçek karı koca
bunlar. Kadının adı Ulrike, adam da Andreas. Kadın 55
yaşında, adam da 40. Acayip bir aşk var aralarında onca
yaş farkına rağmen!” diye yanıtladı sorumu.
Sayfaları çevirirken kadınla adamın başka resimleri de
çıktı. Birlikte çekildikleri epeyce resimleri vardı. Çok
yakın oldukları belliydi. Kadının uzun platin
sarısı denilen renkte saçları vardı. Dudaklarına
kırmızı ruj sürmüş, göz kenarlarına makyaj
yapmıştı. O yaşta bir kadın için oldukça güzeldi. Bu
haliyle Kapadokya tatilindeki Erika’yı anımsatıyordu. Kalın
askılı siyah bir bluz vardı üzerinde, memelerinin çatalı
meydandaydı. Boynuna bir kolye asmıştı. Kolyenin ucunda
çıplak, çilli göğsünün ortasında kocaman görünen büyük bir haç
vardı. Adamsa kel ve top sakallıydı. Onun da gözleri
karısınınki gibi maviydi.
“Bunlar da mı göl kıyısındaki eve gelirdi?” diye
sorduğumda başını salladı aşağı
yukarı. “Bunlar da gelirdi, ama aynı zamanda komşumuzdu ikisi
de. Tanışıklığımız iki şekilde yani.
Çok iyi insanlardır karı koca. Gerçek bir Türk dostudur ikisi de.
Bizim Türklerden çok kişiye yardımı dokunmuştur
Andreas’ın. Marketi var ve çalışanların büyük
çoğunluğu Türk. Melisa da şu an onun marketinde
çalışıyor zaten. Kızımın patronu yani. Ulrike de
kimsesiz çocuklar adına bir vakıfta yöneticilik yapıyor.
İyilik timsali bir kadındır. Bana sayısız iyiliği
dokunmuştur...”
“Melisa’nın mektubunu aldıktan sonra aradım Ulrike’yi. Ona
destek olmasını, sahip çıkmasını istedim. Sen hiç
merak etme, ben kendi çocuklarımdan ayırmam onu! dedi. Kendisinin ilk
kocasından üç çocuğu hatta iki de torunu var. Andreas’la da
konuştum, o da aynı şeyleri söyledi. Yani gözüm arkada
değil en azından, Ulrike ve Andreas gibi iki dostumun olduğunu
bilmek bana güven veriyor...”
“Alanya da evleri var, büyük bir villa. Her sene oraya giderler. Ama Konya’ya
bir türlü gelemediler. Biz de Refiye ile senelerce oraya gidip tatil
yaptık. İnşallah çok kısa bir zaman sonra gelecekler
buraya. Andreas gelemese de Ulrike gelecek mutlaka. Gelmesinin sebebi de
seninle tanışmak istemesi!” dediğinde
şaşırdım ve “Benimle mi?” dedim. “Evet, seninle. Refiye’yi
de en az benim kadar sever. Nikâhında bulunmak istedi, ama gelemedi
işleri nedeniyle. Hatta kendisi adına Refiye’ye hediye vermemi
istedi. Ben de onun adına bir altın taktım. Refiye’nin de
kendisi gibi genç bir adamla evlenmesine hem şaşırmış,
hem de çok mutlu olmuş. O nedenle buraya gelip tanışmak istiyor
bir an önce!” dedi heyecanla.
Sarıldı tekrar ve başını göğsüme yasladı.
“Mehmet o kadar parayı nerden kazanmış peki, villalar, göl
kıyısında ev kiralamalar filan, nerden gelmiş bu
değirmenin suyu?” diye sordum. “Mehmet borsada oynardı. Risk
almayı, macera yaşamayı seven bir yapısı vardı.
Borsadan kazanıyordu. Bir de Refiye pek bunu kabul etmek istemiyor belki,
ama gizliden gizliye tefecilik yapıyordu. Almanya’da yaşayan Türklere
yüksek faizle para veriyordu. Bankadan para alamayanlar onun
kapısını çalıyordu. Her şeyi kitabına
uydurmuştu. Onların yanına taşındığımda
daha bir farkına vardım bunun. Ama o öldükten sonra o kadar para pul
ne oldu, ne yaptı Refiye bilmiyorum. Aldığı tazminat bile
ona ömrünün sonuna kadar yeter, ama o paralara ne oldu hiç bilmiyorum...”
Daha sonra konuyu değiştirip, “Bence bu tip bir deneyimi sen de
yaşamalısın. Yani grup seks deneyimi!” dedi mavi gözlerini
gözlerime dikerek. “Sen de olacak mısın işin içinde?” diye
sorunca gülümsedi, “Bilmem, sence olmalı mıyım?” dedi bir gözünü
kırparak. “Olursan iyi olur, üçümüz birlikte güzel zamanlar geçiririz!”
dedim çıplak omzunda elimi gezdirirken. “Refiye kabul eder mi, seni
paylaşmak ister mi ki?” deyince, “Geçmişte yapmadığı
şey kalmamış, sence şimdi reddeder mi?” dedim soruyla.
“Bilemiyorum, Refiye’dir bu. Senden hamile kalmam için seninle sikişmeme
sesini çıkartmaz, ama bu işi sırf zevk olsun diye yapmamıza
razı olur mu bilmem. Götü başı oynar zaman zaman. Seni çok
seviyor, Mehmet gibi değilsin sen. Tam bir erkeksin. Onun gibi götünü
siktiren bir kocadan sonra sen onun için bulunmaz Hint kumaşı gibi
gibisin...” dedi.
“Refiye’nin evinde belden bağlamalı bir de titreşimli yarak
buldum. Birkaç kutu kondom, seksi iç çamaşırları, masaj
yağı, kayganlaştırıcı krem... Bunları sen
biliyor musun, nerden gelmiş bunlar?” diye sordum. Hüsniye’nin gözleri fal
taşı gibi açılırken, “Demek ki halen devam ediyor eski
zamanlardaki gibi!” dedi. “Senin haberin yok mu?” diye sordum yine. “Yok,
vallahi yok. Onları nerden bulmuş peki, nerden almış?” diye
sorunca, “Ne bileyim, ben de sana soruyorum işte. Kocasından filan
mı kaldı yoksa?” dedim.
“Sanmam. Mehmet tamam manyağın biriydi, ama bu tip işleri kendi
memleketinde yapacak kadar da değildi. Bilmiyorum, ama artık internet
denen bir şey var. Oradan almış olabilir belki de?” dedi.
“Kadın haliyle nasıl alacak, anlaşılmayacak mı?”
dediğimde, “Nerden anlaşılsın hayatım, belki de
kendini erkek olarak tanıtmıştır, öyle sipariş
vermiştir. Zaten gelen kutunun üstünde içinde ne olduğu yazmaz ki,
ona çok dikkat ederler bu tip şeylerde...” dedi. “Haklısın, o
dediğin doğru. Ben de üç tane plastik yarak almıştım,
siyah bir torbaya sarmışlardı kutuyu, üstünde sadece adım
adresim yazıyordu!” dedim yanıt olarak.
Hüsniye gözlerini kocaman açarak, “Vaaay, sen de az değilmişsin!”
dedi kahkahayla. Sonra da, “E ne yaptın peki onları, kendi götüne
sokmadın herhalde?” deyince, “Aptal aptal konuşma. Birini Özlem için
aldım, birini de Refiye için. Öbürünü de senin gibi üçüncü kadınlar
için!” dedim. “Vay, sen de az hınzır değilmişsin. Ne
yapıyorsun plastik yarakla mı sikiyorsun?” diye sorunca, “Öyle, çift
taraflı, amından sikerken götüne sokuyorum, götünden sikerken de amına!”
dedim gülümseyip.
“Vay, demek o kapalı Özlem’de bile ne numaralar varmış.
Doğrusunu istersen bu kapalılar beni acayip
şaşırtıyor. Amcamın karısı, Meliha, Kamer
anne, senin annen, Özlem filan hepsi yani düşünsene... Her şey gizli
kapaklı, her şey gözlerden uzak. Ama aldatma olayı desen tonla.
İşin içinde olmadığın zaman hiçbir şeyden haberin
olmuyor. Evli barklı, kendi halinde dediğin kadınlardan ne
numaralar çıkıyor...”
“Şu bizim aşağıda oturan bir komşu var, o mesela.
Kadını görsen var ya, acayip. Böyle çarşaflı
marşaflı bir şey, gözleri zor görünüyor. Kadınlara,
kızlara hocalık ediyor, Kamer anneyle ben de gidiyorum ara sıra.
Kadın hoca, ama iş sikişmeye gelince her şey
değişiyor. Kocası bunu götünden sikiyormuş,
kadının bu götünün deliği kocaman açılmış sikile
sikile. Af buyur sıkıştığı zamanlarda
kakasını tutamıyormuş artık. Bana anlattı, bunun
için koca karı ilaçları filan kullanmış, ama işe
yaramamış. Bana, Sen Avrupa görmüş okumuş etmiş
kadınsın, deyip tanıdığım doktor olup
olmadığını sordu. Ben de buraya yeni
taşındığımı, kimseyi
tanımadığımı söyledim. Ha bir de illa ki doktor
kadın olacakmış. Erkek olursa çok günahmış...” derken
araya girdim ve “Kadriye’ye gitsin o zaman!” dedim.
“Kim bu Kadriye?” dedi merakla. “Eski bir dost!” dedim gözümü kırparken.
“Haa, anladım, eski bir dost!” dedi kahkahayla. “Kadın doğum
doktoru kendisi, bu işin uzmanı değil belki, ama başka bir
doktora yönlendirebilir. Sana veririm numarasını, adresini filan,
gidersiniz. Hatta sen bile kendinle ilgili gidebilirsin!” dedim. “Çok iyi olur,
amımın kenarında zaman zaman siğiller çıkıyor,
bir türlü çözüm bulamadım. Hem bu hamile kalma meselesiyle ilgili de bir
doktora görünmem şart!” dedi.
Bir süre daha birbirimize sarılı halde kaldık. Viskinin etkisi
geçiyor gibi oluyor ama sonra şiddetli bir sarsıntı
yaratıyor ve kafam allak bullak oluyordu. “Sana bir soru
soracağım ama dürüst ol. Daha önce hiç grup seks yaptın
mı?” diye sordu. “Niye soruyorsun?” dediğimde, “Demek ki
yapmışsın soruma soruyla karşılık verdiğine
göre. Hadi anlatsana, ne zaman, kiminle yaptın, bilmek istiyorum!” dedi
yanağıma birkaç öpücük kondururken. “Bugün hiç yalan söylemedim sana,
sen de aynısını bana karşı yap. Aramızda yalan
olmasın, her şeyi açığa çıkartalım,
yalansız, çırılçıplak gerçekleri konuşalım!” dedi
devamında. Bu sırada sol eliyle pantolonumun üzerinden
yarağımı okşamaya başlamıştı.
İyice yaslanmıştı aynı zamanda, sutyen
takmamıştı ve dolgun memelerini göğsümde hissediyordum.
Ona Kapadokya’da Özlem’le yaşadıklarımı anlatıp
anlatmama konusunda kararsızdım. Ama sonra ısrarları
karşısında dayanamadım ve hepsini anlattım. Sadece
Rahmi ve Meryem’i değil, aynı zamanda Aydan’la Erika’yı,
temizlikçi Hülya ve idari işler şefi Hamide’yi de anlattım. Hüsniye
can kulağıyla ve gözlerini koca koca açarak dinledi beni. Viski
dilimi de çözmüştü. Ona en sonuncusu nikâh gününde olan karımla
yaşadığım içinde plastik yarakların olduğu
sikişmelerimizi, Nalan, Pakize ve Nurgül’le
yaşadıklarımı da anlattım. Hüsniye beni dinlemeye
devam ederken sol elini pantolonumun içine sokmuş ve yarağımı
o şekilde okşamaya başlamıştı. Yarağım
sertleşmişti okşamalarıyla.
Konuşmam bittiğinde, “İnanamıyorum, yani gerçekten
inanamıyorum. Harikasın, gerçekten. Sen ve Özlem, grup seks
yaptınız öyle mi? Hem de İstanbullu bir karı kocayla?
Üstelik kapalı bir kadınla, tıpkı Meliha gibi. Sen, yani
müthiş, tahminimden çok öte bir şeysin sen, gerçekten. Refiye’nin
seni neden seçtiğini şimdi çok daha iyi anlıyorum.
İnanılmaz. Düşündükçe tuhaf oluyorum... Beni
çıldırtıyorsun, amım şelale gibi oldu resmen, götüm kaşınıyor.
Çıldıracak gibiyim, dayanamıyorum!” dedi ve
yarağımdaki elini çekti.
Şaşkın
bakışlarım arasında kalkıp soyunmaya
başladı. Pembe ip askılı bluzunu
çıkardığında memeleri löpürdedi. Taytını indirdi
hızlıca. Altına siyah minik bir tanga giymişti. Onu da
ayaklarından sıyırıp çıkardığında
çırılçıplak karşımdaydı yeniden.
Pantolonumu çözdüm ve yarağımı çıkardım. Hüsniye’nin
bakışları karşısında sertleşen
yarağımı sıvazladım bir süre. Az sonra Hüsniye önümde
dörtayak üstüne domaldı ve aç bir köpeğin ete, kemiğe
saldırması gibi yarağıma saldırdı.
İştahla ağzına aldı yarağımı ve deli
gibi emmeye, somurmaya başladı.
Bir taraftan da güçlü nefesler alıp veriyordu. Ellerini dizlerime
koymuş, başını sürekli indirip kaldırıyor ve her
seferinde yarağımı boğazına kadar alıyordu.
Müthiş bir zevk veriyordu. Saçlarını çekiyor, okşuyordum.
Hüsniye zaman zaman başını kaldırıyor,
ağzına, diline ve dudaklarına bulaşan yapışkan
zevk sıvılarımı siliyordu parmak uçlarıyla.
Başımı tavana dikiyordum bir süre. Sonra da onu izliyordum.
İlkinden daha iyiydi sakso konusunda, daha iştahlı ve
heyecanlıydı. Bu heyecanı bana da geçmişti.
Yarağım füze gibi dikilmiş, demir gibi sertleşmişti.
İnlemelerim arasında, “Ohhh, devam et, çok güzel, çok güzel, devam
et... Çok iyi, işte böyle, çok güzel... Al hepsini, dibine kadar, daha
çok, daha çok...” diye diye çınlatıyordum salonu.
Sırtımı yasladım koltuğa iyice, ellerimi koltuğun
arkasına koyup iki yana açtım. Hüsniye’nin müthiş saksosu
eşliğinde inlerken gözlerimi kapadım. Sıcak bir yaz günü
çarşaf gibi mavi bir denizde sırtüstü yattığımı,
suyun üzerinde olduğumu hayal ettim. Suyun tatlı dalgaları
vücudumu yalıyordu. Üzerimdeki kavurucu güneşe rağmen denizin
serinliğiyle keyifleniyordum. Yarı sarhoş halimle mutluluktan
uçuyordum.
Bir dakika kadar belki de daha uzun süre o halde kaldım. Bu muhteşem
anın hiç bitmemesini istiyordum. Gözlerimi açtım ve bir süre
tavanı izledim. Güneşin ışıkları gitmiş,
yerini karşı dairelerin ışıklarının
zayıf yansımaları almıştı. Tül perdeleri
aşıp içeri vuruyordu lambaların ışığı.
Salon o zayıf ışıkla loş bir karanlığa
bürünmüştü. Tavana bakmayı bırakıp gözlerimi
karşıya çevirdiğimdeyse bir sürpriz bekliyordu beni.
Refiye tam
karşımızda ayakta durmuş bizi izliyordu...
[Osman]
|