Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 124. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
Aysel’i birkaç gündür değil
de daha uzun zamandır görmüyordum sanki. Beni görünce gülümsedi, “Gel
bakalım, neymiş derdin anlayalım...” dedi içeriyi göstererek.
Ardımdan kapıyı kapattı. Üzerinden güzel bir parfümün
kokusu geliyordu. Genellikle bu tip kokular kullanmazdı Aysel ama ne
hikmetse şimdi kullanmıştı. Montumu çıkarıp
askıya asarken bir gözünü kırptı, “Hayırdır, iyi misin?”
dedi başını 'Naber?' gibilerden sallayarak.
“Bir mesele var halledilmesi gereken, sana danışmam lazım.”
dedim. “İyi, hadi bakalım!” dedi bir eliyle omzuma vurarak. Koyu
yeşil renkli uzun ve tek parça penye bir elbise vardı üzerinde.
Vücudunu saran ve hatlarını belirginleştiren elbisenin önü
boydan boya düğmeliydi. Başını ise açık mavi, desenli
büyük bir türbanla bağlamıştı.
Ayakkabılarımı çıkarıp arkasından salona
geçtiğimde bir sürpriz karşıladı beni. Nurcan içerdeydi.
Yeni alınmışa benzeyen bir çekyatta oturuyordu. İçerisi de
değişmişti. Daha önce sadece Aysel’in koltuğu vardı ve
gelenler yerdeki büyük minderlerin üzerine yada halıya oturuyordu. Yerde
yine minderler vardı ama şimdi iki yeni çekyat karşı
karşıya konmuştu. Aysel’in oturduğu koltuk ikisinin
ortasında kalmıştı.
Nurcan beni görünce kalktı ayağa, gülümseyerek, “Hoş geldin!”
dedi. Geçen gün kızmıştım kendisine, Aysel’in para pul
işlerinde yancılığını yapmış, ona
destek çıkmıştı. Ama şimdi mesele başkaydı
ve kendi ayağımla gelmiştim buraya ne de olsa.
“Hoş bulduk!” dedim gülümseyerek ve karşısındaki çekyata
oturdum. Uzun, bordo renkli bir etekle açık kahverengi bir gömlek
vardı Nurcan’ın üzerinde. Uzun kollu saten gömlek üzerine
yapışmış gibi dururken memeleri ve göbeğini belli
ediyordu. Gömleğin düğmeleri zar zor iliklenmiş gibiydi.
Başına sıkıca bağladığı
kırmızı renkli parlak türbanının uçlarını
gömleğin yakasının içine sokmuştu.
Aysel her zamanki koltuğuna geçip oturdu. Kısa bir sessizliğin
ardından Aysel, “Ee, Osman Bey, neymiş senin şu meselen, anlat
bakalım!” deyince, Nurcan’ı işaret ederek, “Yalnız
olacağımızı sanmıştım, özel bir mesele
çünkü!” dedim. Nurcan’ın sözlerim karşısında yüzü
gerilirken, Aysel, “Benim Nurcan hanımdan gizleyecek bir şeyim
yoktur, onun için rahat ol. Hem bu zamana kadar öğrenemedin mi sen bunu?”
dedi azarlar gibi.
“Öyle de, konu benimle ilgili değil, o yüzden...” dedim önce. Sonra da
meseleyi anlattım. İkisi de ilgiyle dinledi beni. Ancak benden çok
genç bir kızla ilişki yaşadığımı
öğrenmelerine verdikleri tepkiler farklıydı. Aysel daha sakindi,
beni daha iyi tanıyordu sonuçta. Ancak Nurcan’ın
bakışları, yüzünün aldığı şekil,
kaşlarının bir kalkıp bir inmesi Aysel’inkinden çok
farklıydı. Sanki bir kıskançlık vardı bakışlarında.
Konuşmam bittiğinde yüzü de pembeleşmişti biraz.
Aysel, “Ee, ne yapmak lazım Nurcan Hanım, sen söyle...” diyerek
Nurcan’a döndü. Nurcan, “Valla ne desem, kolay iş değil bu.
Doğmamış bir yavrunun hayatı söz konusu sonuçta!” dedi.
“Öyle öyle!” dedi Aysel ve bir elini çenesine götürüp derin bir meseleyi düşünür
gibi yaptı.
Aysel düşünürken Nurcan’la birbirimize kaçamak bakışlar
attık. Nurcan’ın gerginliği her halinden belli oluyordu.
Ellerini dizlerinin üzerinde kenetlemiş, Aysel’in ne diyeceğini merak
ediyor gibiydi. Bense içeriyi inceliyordum bu sırada. Derken Aysel,
“Osman, şimdi bu meselede yalan söylemiyorsun değil mi? Yani bu
kız senden hamile değil, başkasından hamile?” dedi
bakışlarını üzerimde gezdirerek.
“Evet, aynen. Başkasından hamile ve onunla evlenmemek için
çocuğu aldırmak istiyor. Çocuğun durumu iyi değil, yani
bebeğin babasının. Evlenirse hem kendisi hem çocuk
sıkıntı çekecek. Kız da bunu istemediği için
aldırmak istiyor. Bana da bunun için geldi. Gereken parayı benden
istiyor. Ben de kararsız kaldım...” dedim.
Sözlerimden sonra Aysel bir süre daha aynı şekilde düşünmeye
daldı. Az sonra, “Osman, sen hele az dışarı çık,
içerdeki odada bekle, ben Nurcan hanımla konuşayım!” deyince
kalkıp odaya geçtim. Işığı yakmadım. Perdeler
çekilmemişti ve sokak lambasının zayıf
ışığı içeriyi biraz olsun aydınlatıyordu.
Duvardaki saatin tik taklarından hariç herhangi bir ses seda yoktu. Cep
telefonumu çıkardım. Arayan eden olmamıştı.
Semanur’a
yazdığım mesaja da cevap gelmemişti. Acaba Refiye
şimdi ne yapıyor diye düşündüm. Teyzemin sözleri geldi
aklıma. O seni arasın, sen onu arama diye akıl vermekten geri
durmamıştı bugün. O zaman karımı aradım, yani
Özlem’i. Aramama çok sevindiği sesinin tonundan belliydi. Refiye ile
nikâhım olduğundan beri ilk kez birbirimizin sesini duyuyorduk.
Soğuk bir sesle, “Refiye nasıl?” diye sorunca ne diyeceğimi bilemedim
önce.
Durumumuzu bilmiyordu ve öğrenmemesi gerekliydi. “İyi ne olsun,
banyoda o da...” dedim. Ben bu cevapla durumu geçiştirmeye
çalıştığımı sanırken, karımın,
“Demek banyoda olmasa arayamayacaksın?” demesiyle
şaşırdım. “Ne alakası var?” dedim, ama verdiği
cevaplardan alındığı belliydi. “Bak ben seni seviyorum
tamam mı, yalan yanlış fikirlere kapılma. Senin yerin
ayrı benim gönlümde!” dedim ama nafile. Yine de, “Seni çok özledim!”
deyince biraz yelkenleri suya indirir gibi oldu, “Ben de!” dedi sıcak bir
sesle.
Ardından, “Annem seninle konuşmak istiyor...” dedi ve telefonu
Şaheser anneye verdi. “Nasılsın benim aslan oğlum?” dedi
sert bir sesle. “Sağ ol Şaheser anne, sen nasılsın?”
deyince, “Hee, ne ediyim yavrum, ha bu senin salak karınla
uğraşıyom...” dedi, karımı şikâyet ediyordu. “Ne
var, ne oldu gene?” dediğimde önemsiz, ufak tefek meseleler hakkında
bir şeyler anlatıp durdu.
“Hee, yavrum, ha bu anlatmıştım ya geçen hani, bi mesele
vardı, onu yarın senle yapalım mı, he mi aslanım?”
dediğinde, “Şu müteahhit mi?” diye sordum. “He he o, kayınbaban
aradı bugün, senle beraber gidip halledek şu işi aslanım,
he mi benim yavrum?” dedi neşeyle. “Tamam, hallederiz. Ben sabah gelir
alırım seni!” dediğimdeyse uzun uzun dua edip durdu. Telefonu
kapattım, köşedeki eski bir koltuğa oturup geriye yaslandım
ve gözlerimi kapadım.
Tatlı bir uykunun ortasında, “Osman Bey, Osman Bey!” diyen
Nurcan’ın sesiyle kendime geldim. “Efendim?” dedim heyecanla. “Hadi gelin,
konuşacaklarımız var!” dedikten sonra içeri geçince ben de
kalkıp salona geçtim. Sehpanın üzerinde çay vardı, saatime
baktım. Yarım saatten fazla olmuştu ben odaya geçeli. O süre
boyunca konuşmuşlar ve bu arada çay demlemişlerdi
anlaşılan.
Sıcak çaydan bir yudum aldım hemen. İçim ısınıp
kendime gelirken Aysel girdi söze. “Osman, bu meselede senin
yapacağın bir şey yok. Yani şöyle, parayı verip
vermemekte serbestsin. İster ver ister verme... Kızın sen
parayı verip de çocuğunu aldırması halinde bu işin
günahı sana yazılmaz. Sen vermesen bile belki gidip bir başkasından
alacak bu parayı. Onun için senin kendini sıkıntıya sokmana
gerek yok... Kızın çocuğunu aldırması elbette büyük
bir günah, ama bunun seninle ilgisi yok... Söyle bakalım, sen ne diyorsun,
parayı verecek misin, vermeyecek misin?” dedi.
Çaydan bir yudum daha aldıktan sonra, “Bilmiyorum, yani
kararsızım. Yok yere cebimden o kadar para çıkacak, bu elbette
problem ama bir taraftan da kızın durumu var... Yani o
kızın üzülmesini, sıkıntı çekmesini istemiyorum...
Çocuğu doğurursa evlenmek zorunda kalacak, mutsuz bir evliliği
olacak. Hem kendi mutsuz olacak hem de çocuğu. Yani düşününce,
nasıl desem, çocuğu aldırması daha mantıklı
geliyor bana...” dedim.
O ana kadar sessiz kalan Nurcan söze girdi ve “Bu kız neyin ne
olduğunu bilecek yaşta. Böyle bir işi yapmadan önce
sonuçlarına katlanmak zorundaydı, ama şimdi kendini
kurtarmanın hesabını yapıyor. Günahsız bir yavrunun
kanına giriyor. Niye? Sadece kendi rahatı için. Allah her yavrunun
rızkını beraberinde verir. Ama bu kızın bunları
düşündüğü yok, o sadece kendini kurtarmanın hesabını
yapıyor. Bunun için de seni kullanmayı, senden yararlanmayı
seçiyor. Sen de bu işe gönüllü olmuşsun!” dedi sanki sitem eder daha
doğrusu azarlar gibi.
Ben, “İyi de bu işin benle ne ilgisi var?” deyince, Nurcan,
“Geçmişte o kızla aranda geçenlerden sonra halen daha
unutmamışsın onu. Belki de çocuğun babası sensin ama
söylemiyorsun bize!” dedi. Nurcan’ın bu sözleri beni
kızdırdı ister istemez. “Yalan borcum yok size, Aysel hoca iyi tanır
beni, yalan söylemeyeceğimi bilir!” dedim. Nurcan sözlerim
karşısında susarken, Aysel, “Osman’ı tanırım uzun
zamandır. Hem kendisini hem ailesini tanırım. Şimdiye kadar
bir yanlışlarını görmedim. O yüzden senin için rahat olsun
Nurcan Hanım, sıkıntı yapma. Osman’ın yalan
söylemediğine ben kefilim!” dedi.
Aysel’in bana destek çıkması Nurcan’ın geri adım
atmasına neden oldu. “Yok hocam, yani bir an için aklımdan geçti
öyle, yoksa Osman Bey’i ben de tanırım, bilirim...” dedi
kısık ve titrek bir sesle. Ancak bakışları ile sözleri
birbirine uymuyordu. Çayım biterken Nurcan kalkıp
bardağımı aldı, yeniden çay getirmek için mutfağa
giderken Aysel bana doğru eğildi, eliyle dudaklarını
kapatıp oldukça kısık bir sesle, “Sen bakma buna, kıskançlık
yapıyor aklı sıra!” dedi gülümseyerek. “Niye, bana
âşık mı olmuş?” dedim bir gözümü kırparak. “Gergin bu
aralar fazlasıyla, anlatacağım zaten merak etme...” dedi ama
kapıda beliren Nurcan’ı görünce sustu.
Nurcan çayımı sehpanın üzerine bırakıp yeniden
karşıma geçip oturdu. Çayımdan bir yudum aldım. “Siz
içmiyor musunuz?” diye sorduğumda, Aysel, “Sen gelmeden önce
içmiştik, sen keyfine bak.” dedi. Ardından da, “Şimdi bu
meselede senin parayı vereceğin aşağı yukarı
belli oldu, yani konuşmandan bu anlaşılıyor, doğru mu?”
deyince, “Yani, öyle aslında...” dedim.
Aysel, “Senin işini hallettiğimize göre şimdi sıra
bizimkinde. Bizim de senden bir ricamız olacak. Sen beni aramasaydın
bile ben arayacaktım zaten seni. Sana işimiz düştü. Hep senin
bize işin düşecek değil elbet. Neyse, bir meselede
yardımını istiyoruz Osman. Anca senin yardım
edebileceğin bir şey bu!” dedi ve Nurcan’a baktı. Nurcan bu
sırada başını öne eğince, ben, “Ne oldu,
hayırdır?” dedim. Aysel Nurcan’a, “Nurcan Hanım, sen istersen az
içerde bekle!” deyince Nurcan bir şey demeden kalktı ve salonun
kapısını kapatıp çıktı.
“Hayırdır, ne oldu, nedir mesele?” dedim bardaktaki son
çayımı yudumlarken. Aysel geriye yaslandı ve pek âdeti
olmadığı halde bacak bacak üstüne attı. Dolgun sağ
kalçası dar kalan elbisenin altında tüm haşmetiyle belli olurken
gözüm oraya takıldı ister istemez. Aysel de bunun
farkındaydı elbet.
Aysel, “Biliyorsun bizim Nurcan hanımın bir oğlu var. Bu çocuğun
da bir derdi var. Yaşı büyük, ama kadınlara, kızlara
karşı bir soğukluğu var bu çocuğun. Hareketleri de
biraz kadınsı, efemine derler ya, öyle. İşte Nurcan
hanımın senelerden beri gönlünü dağlayan mesele bu... Bu
çocuğun hali Nurcan hanımın gündüzünü geceye çeviriyor kaç
zamandır. Bu işi çözmek için gitmediği hoca kalmadı, bunun
için senden de yardım istediğini biliyorum. Yani hanımınla
ilgili olan mesele... O iş olmadı, biliyorum... Sağ olsun bizim
Melahat Hanım da yardımcı olmayı kabul etti, ama çocuk Nuh
diyor peygamber demiyor. Yani anlarsın, Melahat Hanım da fayda
etmedi...”
“Neyse, çok uzatmayayım. Bu işi başka türlü nasıl
çözebiliriz diye tanıdık bir psikoloğa danıştım
bugün. Ne de olsa onlar da bir hocadır aynı bizim gibi... Bu çocuk
geçmişinde bir sorun yaşamış, ne dedi ya, acayip bir
şey dedi, hah travma, travma... Kendisini çok kötü etkilemiş,
senelerden beri de kendine gelemiyormuş bu yüzden...” dediğinde araya
girdim ve “Neymiş bu travma?” diye sordum.
Aysel, “Bu çocuk küçükken nenesiyle dedesinin yanında yatarmış.
Onların da gece vakti af buyur, şey yapmalarını
görürmüş, daha doğrusu zorla izletirlermiş çocuğa...”
derken yeniden araya girip, “Haa, biliyorum bu meseleyi, Nurcan Hanım
anlatmıştı...” dedim. Aysel, “Hah, işte bu meseleden
dolayı, yani bu travmadan dolayı bu çocuk kadın erkek
münasebetinden soğumuş. Nurcan Hanım bunu anlatınca
psikolog hanım böyle söyledi bize. Biz de sorduk, bunun çözümü nedir,
ilacı nedir diye, o da bu işin derinine inmek gerektiğini,
terapi yapmak gerektiğini söyledi!” diyerek yanıt verdi sözlerime.
“Ne güzel işte, gitsin çocuk, psikolog iyileştirir onu!” dedim. Ancak
Aysel, “Bu öyle bir psikolog değil. Kadın belediyede
çalışıyor, daha doğrusu danışmanlık
yapıyor dışardan, bu tip işleri yok. Bize başka
birinin adını verdi, ona gidebilirsiniz dedi, ama bunun da hem uzun
hem de masraflı bir yol olduğunu söyledi. Hah, senin de
yardımın bu noktada gerekiyor bize...”
“Bize tavsiye ettiği kişi Ankara’daki bir üniversitede
hocaymış, profesörmüş. Ona gitmemizi söyledi. Hoca saatlik
danışmanlık veriyormuş, o da epey
pahalıymış. Sağ olsun kendisi
konuşacağını, fiyatta indirim yaptıracağını
söyledi. Çocuk nerden baksan en az haftada bir gün Ankara’ya gidip gelecek bu
durumda. Ne kadar gideceği de belli değil, ama bizim psikolog
hanıma bakarsan birkaç ayı bulabilirmiş...”
“Tabii bunun da epey bir külfeti olacak Nurcan Hanım için. Kendisi
rahmetli kocasından kalan dul maaşıyla geçinen bir gariptir. Bir
de sağ olsun dostlarımız vasıtasıyla belediyeden
yardım ayarladık kendisine. Ama bu da öyle atla deve değil
elbette. Buradan da az çok bir şeyler kazanıyor, ama gene de hepsini
toplasan bu hocanın açacağı masrafı
karşılamaz...”
“İşte senin de yardımın bu noktada gerekli bize. Bu
çocuğun masraflarını karşılamanı istiyoruz. Senin
hem kendi ailen hem de iki karın açısından durumunun epey iyi
olduğunu biliyoruz. Ha, Allah daha fazlasını versin, gözümüz yok,
neticede sen de bizim bir kardeşimizsin. Karıların olsun, annen
olsun bana çokça gelip giderler, hepsini de sever sayarım. Onun için
senden bu gariban çocuğun durumuna bir el atmanı ona Allah için bir
iyilikte bulunmanı istiyorum...” dedi.
Aysel’in anlattıklarını dinledikten sonra, “Senin yardım
dediğin bu muydu? Gene beni söğüşlemenin yolunu bulmuşsun!”
dedim. Ayrıca aklıma takılan bir şey de (iki karın
açısından durumunun iyi olduğu) derken neyi kastettiğiydi.
Refiye’nin durumunu biliyordu, ama Özlem’le ilgili bildiği bir şey mi
vardı?
Bunu sorunca gülümsedi Aysel ve “Bilirsin benim ahbabım çoktur.
Kaynananın epey bir zenginliğe konduğunu öğrendim. Gerçi
daha ortada bir şey yok, her şey kâğıt üzerinde ama olsun.
Allah daha fazlasını versin, gözümüz yok. Bütün bunları
düşününce senin yapacağın yardımın dişinin
kovuğunu doldurmayacağını görüyoruz. Ama yine de bunun bir
karşılığı olacak. Yani yapacağın
yardımın karşılığını alacaksın.
Senden bedava iyilik istemiyoruz, geri ödemesi mutlaka olacaktır...”
“Evvela şu Refiye Hanım meselesinde seni
sıkıştırmayacağım. Yani geçen söylediklerimi
duydun. Sana onu ikna et, dairelerden birini versin filan demiştim ya, o
konuda seni sıkıştırmayacağım. Ayrıca
şu kamera olayı vardı hani, o konuda da gönlün ferah olsun.
Hiçbir şekilde bundan zarar görmeyeceksin, bunun garantisini veriyorum sana.
Bana inanman için de kamerayı sana vereceğim, ben de kaydı
kuydu, kopyası olmayacak...”
“Bundan başka bir de bebek meselesi vardı. Refiye hanımın
aldırdığı bebek yani. Korkmana gerek yok, Muhsine’yle
Şakir’in bunu bildiği yok, o sadece benimle Refiye Hanım
arasında olan bir olay, bir de tabii annen var işin içinde. Bu konuda
da gönlün rahat olsun, sıkılmana korkmana gerek yok. Ama tabii tüm
bunların olabilmesi için senin evet demen gerekli. Yok eğer dersen ki
benim cevabım hayırdır, ben Nurcan hanımın oğluna
yardım etmem diyorsan bu dediklerim de geçerli olmayacak...” dedi.
Aysel bu dedikleriyle bana iyilik mi yapıyordu yoksa üstü kapalı
tehdit mi ediyordu anlayamadım. Gerçi ikisi birden vardı, hem
yardım hem de tehdit. “Peki senin geri ödeme olacak dediklerin bunlar
mı, benim cebime giren bir şey yok bu dediklerine bakınca.
Nasıl olacak bunun geri ödemesi?” diye sordum.
Aysel, “Ben de oraya geliyorum zaten şimdi. Elbette bu iyiliğinin bir
ödemesi olacak. Bu dediklerimin ödeme yerine geçmediğini ben de biliyorum.
Şimdi beni iyi dinle. Nurcan Hanım oğlunun iyiliğe,
sağlığına ve feraha kavuşması için elinden gelen
her şeyi yapmaya hazır fedakâr bir annedir. Yıllardır
tanırım kendisini, ehli namus, dürüst, temiz bir hanımdır.
Şu dünyada oğlu için yapmayacağı şey yoktur.
Şimdi bu bahsettiğim geri ödemeyi sana Nurcan Hanım yapacak.
Dediğim gibi her şeyi göze aldı bunun için. Ödemeleri kendisi
yapacak, sana yapacak. Sana verebileceği en değerli şeyini
verecek, bu zamana kadar özenle sakladığı, bir gram leke olmayan
ırzını, namusunu verecek...” dedi.
Bunu duyunca, “Nasıl yani, ne demek bu?” dedim ama ne olduğunu
anlamıştım aslında. Aysel, “Kadınlığını
verecek a salak Osman, kadınlığını. Kadının
parası olsa senden yardım mı isteriz. Benim de bunu
karşılayacak durumum yok, benim de kendime göre yardım
ettiğim, baktığım insanlar var, kendime göre giderlerim
var. Kadının sana verebileceği başka bir şeyi yok.
Durum bu. Kocası rahmetli olduğundan beri kadın sıkıntı
içinde. Evine gidip gördün, daha üst katı inşaat halinde,
oturduğu yer de öyle ahım şahım değil, bir sürü
eksiği var orada bile. Kadıncağızın durumu iyi
değil, keşke iyi olsaydı ama değil. Sana en değerli
varlığını vermekten çekinmiyor yavrusu için. Yeter ki o iyi
olsun istiyor. Bu işin bizim gibi hocalarla çözülemeyeceğini
anladık artık. Hayat kadını falan filan da kar etmiyor.
Artık işin içine tıbbın girmesi gerek ama o da bizim
boyumuzu aşıyor. Ondan dolayı da senin yardımını
istedik. Sen şimdi kararını ver. Ne diyorsun bu konuda...”
“Bak. Senden gebe olmayan bir kızın çocuğunu aldırması
için o kadar para ödeyeceksin, hem de tek kalemde.
Karşılığında bir şey alacak mısın,
bunun geri ödemesi olacak mı, yok. Havaya saçtığın bir para
bu sonuçta. Ama bu öyle olmayacak. Belki de bu çocuğa o kadar bile para
vermeyeceksin. Daha bile az tutacak ama arada bir fark da var. Bunun geri
ödemesini de alacaksın. Şunu da unutma bu teklif bizzat Nurcan
hanımdan çıktı. Yani senden yardım istemeyi,
karşılığında da ödemeyi yapmayı söyleyen bizzat
Nurcan Hanım. Kadın bu kadar göze almış her şeyi...”
“Şimdi senin de iyice düşünüp taşınmanı istiyorum.
İster şimdi söyle kararını, ister birkaç gün sonra. Ama ne
olursa olsun iyice düşün. Evet dersen
karşılığını alacaksın, hem benden yana hem
de Nurcan hanımdan yana...” dedi. Bu son sözü söylerken benden yana
eğilip elini dizimin üzerine koymuştu Aysel. “Sen de mi ödeme
yapacaksın yoksa?” diye sordum. Aysel de, “Eğer istersen o da olur!”
dedi gülümseyerek.
Psikoloğun masraflarını üstlenmem
karşılığında Nurcan benimle birlikte olacaktı.
Eğer istersem Aysel de işe dahil olacak, o da birlikte olacaktı
benimle. Doğrusu Nurcan’ı ilk andan beri sikmek için büyük bir istek
duyuyordum, ama işin bu türlü gelişeceği hiç aklıma
gelmemişti.
“Peki, geri ödeme verdiğim paranın
karşılığına değecek mi?” diye sordum. Aysel
dizimdeki elini geri çekti ve koltukta geriye yaslandı. Ciddi bir sesle,
“Ne demek bu?” diye sordu. “O kadar para veriyorum,
karşılığında yaşını
başını almış bir kadının vereceği
şey değecek mi buna?” dedim.
Aysel, “Hayatta en kötü günahlardan biri de kibirdir, açgözlülüktür Osman. Bunu
bilmeyecek değilsin. Senden, zavallı, aciz bir kadına ve
oğluna yardım etmeni istiyoruz. Elimizden geldiğince
karşılığını geri alacaksın, ama daha
fazlasını istemeye kalkarsan elindekilerden de olursun, bunu unutma!”
dedi. Bunu derken ne demek istediğini biliyordum. Ama Aysel bana
hatırlatmak ister gibi, “Refiye hanımın bebek meselesini unutma
sakın. Bunun sağda solda duyulmasının ne gibi
sonuçları olacağını tahmin edersin herhalde!” dedi.
Derin bir iç geçirdim. Beni iyilik yapmak için ikna etmeye
çalışıyor, ama ikna olmadığımı
gördüğünde de tehdit etmekten geri kalmıyordu. Bu durumda teklife
evet demekten başka çarem yoktu. Tek tesellim kaç zamandır sikmek
için büyük bir istek duyduğum Nurcan’ı sikecek olmaktı.
“İyi, tamam. Öyle olsun. Senin dediğin gibi yapalım!”
dediğimde gülümsedi. “Senin insanlara iyilik etmek için bu kadar gönüllü
olmanı seviyorum!” dedi peşinden de. “Ya, ne demezsin, yakında
kanatlarım çıkacak!” dedim gülerek. Aysel, “İstersen şimdi
Nurcan hanımı çağırayım, durumu öğrensin!” dedi
ve Nurcan’a seslendi.
Az sonra Nurcan kapıyı açıp geldi ve karşıma geçip
oturdu. Bana ve Aysel’e bakmadan gözlerini yere dikti, ellerini yine dizlerinin
üzerinde birleştirdi. Aysel, “Nurcan Hanım, meseleyi Osman’la
konuştum. Enine boyuna her şeyi anlattım. O da sağ olsun
kabul etti. Bu işi aramızda dediğimiz gibi halledeceğiz,
tabii senin bir itirazın yada ne bileyim başka bir şeyin yoksa?”
dedi.
Kısa bir sessizliğin ardından Nurcan, “Yok, itirazım filan
yok. Daha önce ne konuştuysak odur...” dedi titreyen bir sesle.
Başını kaldırmadan söylemişti bunu. “İyi o zaman,
herkes için hayırlısı olsun” dedi Aysel. Koltukta geriye
yaslanmış ve bacak bacak üstüne atmış haldeydi halen.
Heyecanlıydım. Nurcan yakında benim olacaktı, onu
istediğim gibi sikebilecektim. Bunun verdiği heyecanla
yarağım sertleşmeye başlamıştı bile. Aysel
doğruldu koltukta ve bana hitaben, “Bu masraflar hem psikolog hocanın
ödemesini, hem Ankara’ya gidiş geliş masraflarını hem de
başka şeyler olursa ilaçtır, şudur budur vesaire
onların hepsini kapsayacaktır. Hepsini en başında
peşin peşin söyleyelim. Sonra yarın öbür gün caymak falan filan
olmasın. Anlaşıldı di mi?” diye sorunca, “Tamam, her
şey benden!” dedim. “O zaman anlaştık!” dedi Aysel gülümseyerek.
Aysel devamında, “Bizim bu psikolog hanım hocayla konuşacak bu
hafta içinde, bize de haber verecek. Ona göre randevu filan ayarlanacak. Nurcan
Hanım oğluyla beraber gider sonra. Sen gidebilirsin di mi Nurcan
Hanım, Ankara’ya gittin mi daha önce, bulabilir misin?” deyince, Nurcan,
“Yok, nerden gideyim. Konya’dan dışarı çıkmadım hiç!”
dedi başını hafiften sallayarak.
Ben de, “Bu adamın adresi olmayacak mı sonuçta? Otogarda inip taksiye
binersiniz!” dedim. Ancak Nurcan, “Ben nasıl ederim kadın
başıma. Hem oğlanla gitmeye de utanıyorum!” diyerek cevap
verdi. “Utanma, niye utanıyorsun, oğlun sonuçta o senin!” dedi Aysel
azarlar gibi. Nurcan, “Yok, öyle değil, tam anlatamadım. Yani ben
bilmiyorum oraları. İnsanları da tanımıyorum.
Kalkıp oğlumun o halini görüp dalga geçerler, alay ederler, bir
şey derler, ondan çekiniyorum, ondan korkuyorum!” dedi ağlamaklı
bir sesle.
Aysel derin bir iç geçirdi bana bakarak. Nurcan oğlunun efemine
hareketleri nedeniyle alay edilip aşağılanabileceği korkusu
yaşıyordu. “Nasıl olacak peki?” diye sordum. Aysel bana
bakıp dudaklarını büzdü, çözümün ne olduğunu o da
bilmiyordu. Nurcan bu sırada Aysel’e dönüp, “Bizi Osman götürüp getirse,
hem arabası da var. Ankara çok da uzak değil. Ben oğlumla alay
ederler diye korkuyorum. Yoksa iyi kötü hallederim, ama ondan korkuyorum.
Dermanını bulmak için gidiyoruz oralara, bir de oğlumu alaya
alırlarsa nasıl olacak bu? Senelerdir burada hakkında bir sürü
laf edip duruyorlar. Sağdan soldan kulağıma geldikçe
kahroluyorum. Bir de oralarda bunları görürsem, işitirsem iyice kötü
olurum!” dedi.
Nurcan sözlerini bitirdiğinde ufaktan ağlamaya
başlamıştı. Gözlerinde biriken yaşlar ince bir sicim
gibi yanaklarından süzülüyordu. Aysel, “Ne dersin Osman, Nurcan
Hanım’ı dinledin. Onları götürüp getirir misin Ankara’ya?” diye
sordu. Ankara’ya daha önce pek çok kez gidip gelmiştim. İyi kötü
bildiğim bir yerdi, ayrıca akrabalarımız da vardı.
Uzak da sayılmazdı Konya’ya. Hem benim için de değişiklik
olur, biraz olsun buradan uzaklaşmam için fırsat olurdu bu. “Olur,
hallederim.” dedim.
Nurcan öne eğdiği başını kaldırıp, “Allah
razı olsun senden!” dedi titreyen dudaklarıyla. “Bari bir iyilik
yapıyoruz, tam olsun o zaman!” dedim Aysel’e dönüp. Nurcan’ın iyi
dilek temennilerine Aysel de katıldı. Elini dizime koyup, “Seni
boşuna çağırmadım ben!” dedi. Sonra Nurcan’a dönüp, “Nurcan
Hanım, sen o zaman bize şöyle güzel birer Türk kahvesi yap da içelim!”
deyince Nurcan sanki onun bu sözlerini bekliyormuş gibi birden ayağa
kalkarak, “Tabii, ne demek!” dedi neşeyle. Hızlı adımlarla
odadan çıkıp mutfağa giderken, Aysel kısık bir sesle,
“Bu yeni karınla kavga etmişsin, hayırdır?” dedi bir gözünü
kırparak.
“Nerden duydun?” diye sordum, ama Melahat’ın söylediğinden emindim.
Ancak Aysel’in, “Annenle beraber geldi bugün. Hatta sen telefon
açtığında onlar buradaydı, onun için bir saat sonra gel
dedim sana. Karın anlattı. Daha yeni evlendin ama yaramazlık
yapmışsın hemen!” dedi gülümseyerek. Bir taraftan da dizimdeki
elini biraz daha yukarı kaydırmakla meşguldü bunları
söylerken.
“Ne anlattı sana?” diye sordum büyük bir merakla. “Daha ilk günden
boynuzlamışsın kadını. Gerdek gecesi memnun edemedi mi
yoksa seni?” dedi yine bir gözünü kırparak. Bacağımdaki eli
kasıklarıma doğru çıkmaya başlamıştı
aynı zamanda. Yarağım sertleşiyordu Aysel’in
okşamalarıyla, ama bir yandan da Refiye’nin hem de yanına annemi
de alıp buraya gelmesini ve olan biteni anlatmış olmasına
inanamıyordum.
Bacağımdaki elini tuttum ve “Ne dedi başka peki, ne için
gelmiş, bunları söylemek için mi?” dedim gözlerine bakarak.
“Bağlama büyüsü yapmamı istedi!” dedi Aysel yanıt olarak.
“Bağlama büyüsü mü?” dedim şaşkınca. “Evet, bağlama
büyüsü!” dedi dudaklarında hafif bir gülümsemeyle. Aysel
şaşkınlığımı anlamıştı. “Bana
en çok bunun için gelir kadınlar. Kocalarına bağlama büyüsü
yapmam için. Seninki de Almanyalarda yaşamış ama
diğerlerinden pek farkı yok bu konuda. Neyse, şu gitsin
konuşuruz uzun uzun!” dedi ve elini çekti bacağımdan.
Az sonra Nurcan elinde bir tepsi ve üç fincan kahve ile geldi. Sehpanın
üzerine bıraktığı tepsiden kahvemi aldım. Havadan
sudan konuşarak içtik kahvelerimizi. Nurcan’ın neşesi yerine gelmişti.
Oğlunun tedavisinin yapılacak olmasından dolayı mutluydu.
Onun gibi ben de mutluydum. Tedavi masrafları
karşılığında sikecektim Nurcan’ı. Ama bir
taraftan da Aysel’in sözlerinden dolayı garip bir
şaşkınlık ve tedirginlik yaşıyordum. Günün her
anı bana yeni sürprizler getiriyordu. Ben Melahat’tan
şüphelenmişken taşın altından Refiye ve annem
çıkmıştı.
Kahveler bitince Nurcan saati sordu. “Dokuza geliyor...” dediğimde, “Ooo,
ben kalkayım, Mehmet bekler beni!” dedi. “Ben bırakırım
seni!” dedim, ancak, “Ne gereği var, uzak değil ki!” diyerek
karşılık verdi Nurcan. Ben, “Olsun, bu saatte tek
başına gitmen doğru olmaz!” diyerek diretince, Aysel de, “Osman
haklı Nurcan Hanım, bu saatte tek başına gitme, iti var,
kopuğu var!” diyerek bana destek verdi. Bunun üzerine Nurcan, “İyi,
öyle olsun.” dedi gülümseyerek. Aysel, “Ben bunları toplarım, sen
daha fazla geç kalma!” deyince beraber kalktık. Ancak bu arada Aysel bir
fırsatını bulup kulağıma, “Bunu bırakıp gel,
seninle başka konuşacaklarım var!” demeyi ihmal etmedi.
Az sonra dışarı çıktık. Üzerine krem renkli uzun bir
pardesü giymişti Nurcan. Ayağında ise alçak topuklu siyah
ayakkabılar vardı. Benim arabaya doğru gittiğimi görünce,
“Arabaya gerek yok, yürüsek de olur...” dedi usulca. “Olur mu canım, hava
serin, üşürüz, iki dakikada bırakırım!” dedim yanıt
olarak. Ancak Nurcan yürüme konusunda ısrarcıydı. “İyi,
tamam o zaman!” dedim ve yürümeye başladık.
Hava epey serinlemişti, aynı zamanda hafif bir sis çökmüştü.
Sokaklarda tek tük evlerine giden insanlar vardı sadece. Nurcan’ın
topuklu ayakkabılarının sesleri boş sokaklarda
yankılanıyordu. Epey bir süre konuşmadan yan yana yürüdükten
sonra bana doğru biraz sokularak, “Aysel ödeme konusundan bahsetti mi?”
diye sordu usulca. Doğrusu böyle bir soruyu beklemediğim için
şaşırdım, aynı zamanda heyecanlandım.
Ona bakıp, “Evet, bahsetti!” dedim. “Sen ne dedin?” diye sordu bu sefer.
“Bir şey demedim!” diyerek yanıtladım. “Kabul ettin mi, etmedin
mi?” deyince kısa bir duraksamanın ardından heyecanlı bir
sesle, “Evet, kabul ettim!” dedim. Nurcan’ın bunları neden
sorduğunu anlamadım. “Niye soruyorsun?” diye sordum. Ancak Nurcan
cevap vermedi soruma. Onun yerine gülümsemekle yetindi ve sakin adımlarla
yürümeyi tercih etti.
15-20 dakika sonunda evine yaklaştığımızda evin
pencerelerinde ışık olmadığını gördüm.
“Mehmet evde yok mu?” diye sordum merakla. “Yok, benimle kavga etti bu Melahat
Hanım meselesi yüzünden. Onun için de bu gece bir akrabamızda
kalacak!” dedi yan gözle bakarak. Peşinden de, “İşin var
mı, hemen gitmen gerekli mi?” diye sordu adımlarını
yavaşlatarak.
O anda beynimde şimşekler çakmaya başladı. Sorduğu
sorular... Mehmet’in evde olmaması... Yoksa tahmin ettiğim şey
mi olacaktı?
[Osman]
|