Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 125. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
“Acelem yok, işim de yok!”
dedim. Sessiz kaldığını görünce, “Hayırdır, davet
mi edeceksin yoksa?” diye sordum gülümseyerek. “Seninle konuşmam gereken
bir mesele var.” dedi yan gözle bakarak. “Nedir?” diye sordum, ancak, “Burada
olmaz, evde konuşalım.” dedi titreyen sesiyle.
Yavaş adımlarla
yürümeye devam ediyorduk bu sırada. Sokak lambasının zayıf
sarı ışığı arkamızda
kalmıştı, evinin önü biraz karanlıkta kalıyordu. Evine
20-25 metre mesafe kalmıştı ki tedirgin gözlerle
sağına soluna baktı önce. Oldukça kısık bir sesle, “Ben
eve girdikten iki üç dakika sonra gelirsin. Kusura bakma, anlarsın ya.
Seni gören olmasın. Sen şu köşede bekle!” dedikten sonra
hızlı adımlarla yürümeye başladı. Bense
gösterdiği yere geçtim. Evinin karşı çaprazında kalan iki
bina arasındaki bir aralıktı burası. Nurcan’ın bahçe
kapısını açmasını ve ardından eve girişini
izledim.
Benimle ne konuşacağını merak ediyordum. Beni konuşmak
için mi evine çağırıyordu? Oysa benim aklımda başka
şeyler vardı... Bulunduğum yerden evini net bir şekilde
görebiliyordum. İnşaat halindeki üst katının pencerelerine
naylon çakılmıştı. Akşamın serin rüzgârıyla
birlikte naylonlar haşır haşır sesler çıkartıyor,
sallanıyordu sürekli.
O ara ilerden, bizim geldiğimiz yönden birilerinin geldiğini fark
ettim. Ayak sesleri geldi önce, ardından da orta yaşlı bir
adamla kadının bana doğru geldiklerini gördüm. İkisi de
beni fark etmişti ve yaklaştıkça
bakışlarının bana yöneldiğini daha net görüyordum. Cep
telefonumu çıkardım, sanki telefonla uğraşıyormuşum
gibi yaparken önümden yavaş yavaş geçmelerini izledim.
Kadının şiveli bir sesle, “Bu herif kim gece vakti?”
dediğini duydum, ama adamın buna ne cevap verdiğini
duyamadım.
Mahallelerinde akşam vakti
bir yabancının bulunmasından rahatsız olmuşlardı
doğal olarak. Arkalarından baktım. Yavaş adımlarla
yürüye yürüye uzaklaşmalarını izledim. Her ihtimale
karşı bekledim. Nurcan iki üç dakika bekle demişti, ama ben
beş dakikadan fazla bir zaman beklemek zorunda kaldım.
Bu arada Nurcan evinin
ışıklarını açmamıştı henüz. Evine
girdiğimi kimsenin görmemesini istiyordu çünkü. Etrafa baktım,
kimsecikler yoktu artık. Sakin ama sessiz adımlarla evinin önüne
geldim. Bahçe kapısını açıp aynı şekilde
kapadım. Evin eski ve yer yer boyaları dökülmüş demir
kapısını tıklattım birkaç kez. Bu sırada
sokağa bakıyordum. Gelip geçen biri beni görecek diye
endişelenmiyor değildim.
Az sonra kapı açıldı ağır ağır. Nurcan
görünmüyordu, kapının arkasında kalmıştı. Ben
içeri girince arkamdan kapattı kapıyı. Hemen ardından da
girişin ışığı yandı. Nurcan önümde
belirirken, “Kimse görmedi değil mi?” diye sordu usulca. Sesindeki
endişe hemen anlaşılıyordu.
“Yok, merak etme kimse görmedi!” dedim. Onu korkutmamak için adamla
kadının beni gördüğünü söylemedim. Ayakkabılarımı
çıkarttım, montumu alıp askıya asarken gözüm üzerindeydi.
Bordo eteği ve saten gömleği ile karşımdaydı.
Başındaki kırmızı parlak türbanının
uçlarını da gömleğinin yakasından
çıkartmıştı.
“Şöyle içeri geç,
rahatına bak.” diyerek beni bir odaya yönlendirirken kendisi mutfağa
geçti. İçeri geçip ışığı açtım. Daha önce
geldiğim odaydı burası. Perdeler çekilmişti. Her şey
aynı şekilde duruyor gibiydi. Nurcan az sonra içeri gelip, “Çay
koydum, 5-10 dakikaya olur, sen rahatına bak.” diyerek yeniden
mutfağa döndü. Odada yalnız kalınca içeriye göz gezdirdim.
Köşede, küçük ahşap bir dolabın üstünde üzerine dantel
örtülmüş tüplü bir televizyon duruyordu. Sanki uzun zamandır
açılmamıştı televizyon. Onun yanındaki ufak bir
kitaplıkta ise hikâyeler, romanlar gözüme ilişti. Mehmet okuyordu
bunları belli ki. Sehpanın üzerinde, koltukların kollarında
ve sırtında, telefonun üstüne örtülmüş halde dantellerden bol
miktarda vardı.
Ancak bunlardan hariç asıl ilgimi çeken şeyi daha sonra gördüm. Tam
karşımdaki duvarda bir resim asılıydı. Daha önce
kocasının resmi vardı orada, ama şimdi başka bir resim
vardı. Oğlu Mehmet’in sünnet zamanı çekilen büyük bir resimdi
bu. Mehmet 7-8 yaşlarında görünüyordu. Anne ve babasının
ortasında ayakta duruyordu. Nurcan ve kocası da
oğullarının yanında bir ellerini onun omzuna koymuş şekilde
ayaktaydı. Belki 14-15 sene öncesine ait bir resimdi bu.
Nurcan şimdikinden çok daha gençti elbette ve daha güzel görünüyordu. Mor
renkli tek parça parlak bir elbise giymişti. Dizlerinin bir
karış altına geliyordu elbisesi. Şimdiki haline
kıyasla zayıf duruyordu resimde, ama buna rağmen elbisesi hafif
göbeğini ve oldukça dik görünen memelerini epeyce belli ediyordu. Parlak
ten rengi çoraplı bacakları, beyaz renkli yüksek topuklu
ayakkabıları ile çok hoştu. Başını yine beyaz
renkli büyük bir türbanla bağlamıştı. Yüzünde çok olmasa da
hatırı sayılır ölçüde makyaj vardı. Oğlunun
erkekliğe ilk adımını attığı bu anda
Nurcan’ın da yüzünde güller açmış, dudaklarını hafifçe
aralamış halde gülümsüyordu.
Yanındaki kocası ise koyu bir takım elbise giymişti. Nurcan
topuklu ayakkabıları sayesinde kocasından uzun görünüyordu
resimde. Saçlarının önü seyrelmiş, esmer, zayıf ve
bıyıklı biriydi kocası. Takım elbisesinin içinde sanki
rahatsız olmuş gibi görünüyordu. Bu haliyle kendi halinde, suya
sabuna dokunmayan biri gibi bir izlenim yarattı kocası bende.
Mehmet ise pelerini, başındaki şapkası ve elinde
tuttuğu asası ile aynı annesi gibi gülümsüyordu. Mutlu bir aile
tablosuydu bu. Ama artık geçmişte kalmış, şimdi sadece
duvardaki bir resimden ibaretti. Belki de Nurcan bu resme bakıp
geçmişi hatırlıyordu.
Kafam bu düşüncelerle doluyken Nurcan belirdi önümde. Küçük bir
sehpanın üzerine büyükçe bir tabak koymuştu. Tabakta börek, kurabiye
ve ev baklavası vardı epeyce. “Bu ne böyle, çok fazla!” dedim
şaşkınca. “Ne kadar istersen yiyebilirsin, daha var.” dedi
çayımı da tabağın yanına koyarken. Kendisi ise
karşımdaki koltuğa oturdu. “Sen yemiyor musun?” diye sorunca, “Yok,
sen ye. Ben yemiştim zaten.” dedi gülümseyerek.
Geçen sefer geldiğimde de ev baklavası ikram etmişti, şimdi
de vardı. “Baklava yapmayı çok seviyorsun herhalde?” dediğimde
“Mehmet seviyor, arada böyle yapıyorum işte.” dedi cevap olarak.
Baklavadan, bademli ve fıstıklı kurabiyelerden ve börekten
aldım tek tek. Hepsi de çok lezzetliydi. Baklavanın da içinde epeyce
ceviz vardı. Nurcan bunları yaparken oldukça cömert davranmıştı.
Ben tabağımdakileri afiyetle yerken, Nurcan, “Şeey, Osman,
seninle konuşmam gereken bir konu var...” dedi heyecanla. İçimden
acaba şu ödeme meselesi ile ilgili mi konuşacak diye düşündüm.
“Tabii, nasıl istersen!” dedim baklava dilimini ağzıma atmadan
önce.
Sözlerim üzerine Nurcan,
“Aysel’in yanında söyleyemedim, söyleyemezdim de zaten... Bugün gelen
psikolog hanım... Onunla yalnız görüştüm önce... Ben Mehmet’in
durumunu anlattıktan sonra bana şey dedi...
Anlattıklarımın tek başına bir neden
olamayacağını söyledi... Hatta söylediklerime de pek
inanmadı gibi... Yani oğlumun dedesiyle nenesinin
yaptıklarını gördüğünü, ona zorla izlettiklerini
söylemiştim ya, pek inandırıcı bulmadı... Direkt
oğlumun geçmişte tacize uğrayıp
uğramadığını sordu...” dedi ve sustu.
Nurcan’ın bu suskunluğunda bir şeyler vardı. Bana daha önce
Mehmet’in başından geçenleri anlattığında böyle bir
şeyin olmadığını söylemişti ısrarla. Ama
şimdi karşımda susarken söylediklerinin doğru
olmadığını anladım. “Oldu mu öyle bir şey peki,
yaşandı mı?” diye sorduğumda Nurcan’ın gözlerinden
ince ince yaşlar akmaya başladı. Dudakları titriyordu, zor
da olsa kendini biraz topladıktan sonra anlatmaya başladı:
“Kocam öldükten sonra köye, kayınbabamların yanına döndüm. Köyde
lise olmadığı için Mehmet’i yatılı bir liseye
yazdırdık. Hafta sonları gelirdi eve. Ama o zaman da
konuşması, hareketleri şimdiki gibiydi. Köy yerinde bunun haberi
yayılır hemen, öyle de oldu. Burası beterse köy bin kere daha
beter. Herkesin diline sakız oldu oğlumun durumu.
Kayınbabamın bakkalı vardı, ben orada
çalışıp yardım ediyordum. Köyde ne olup bittiğini ne
konuşulduğunu da biliyordum o yüzden...”
“Hafta içi bir akşam bakkaldan eve dönünce kaynanam dedi Mehmet geldi,
odasına girdi diye. Ben şaşırdım. Cuma
akşamları gelirdi eve çünkü. Odaya kapatmış kendini. Ne
benimle ne nenesiyle kimseyle konuşmadı. Yemek yemedi. En sonunda ben
dayanamayıp zorla girdim yanına. Yüzü bi tuhaftı. Ağlamak
istiyor ama ağlayamıyordu. Ne oldu anlat, söyle bana dedim ama
konuşmadı. O zaman ilk defa el kaldırdım, dövdüm,
zorladım konuşması için...”
“Okuldaki öğretmenlerinden biriyle arası iyiymiş. Adam iyi
davranıyormuş kendisine, yakın davranıyormuş. Evine
filan da götürmüş birkaç kez. Ders
çalıştırıyormuş. Hatta harçlık falan da
veriyormuş. Ama adamın davranışlarında,
konuşmalarında normal olmayan şeyler varmış.
Sarılıp öpüyormuş falan. Mehmet bundan rahatsız olsa da
adam öğretmeni olduğu için bir şey diyememiş. Bir gün evine
gittiğinde istersen banyo yapabilirsin demiş. Mehmet banyo yaparken o
da gelmiş, ben seni yıkarım filan demiş. Mehmet
karşı çıkınca da gitmiş. En son o gün de evine
çağırmış Mehmet’i. Orada otururlarken
sarkıntılıkta bulunmuş oğluma. Nasıl desem, zorla
tecavüz etmeye kalkmış ama Mehmet direnmiş, kaçmış...”
“Mehmet bunların hiçbirini
dememişti bana. Ben de hem bakkalla hem evle ilgilendiğim için
çocuğu ihmal etmiştim. Ne yapıp ne ettiğini kontrol
edemedim. Şerefsizin biri oğluma bunları yaparken haberim
olmadı hiç...”
“O günden sonra göndermedim okula. Kaydını sildirdim. Köyde de daha
fazla kalmadım, geri döndüm. Ama ne nenesine ne dedesine anlatmadım
bunu, anlatamazdım. Kimseye de söylemedim. Nasıl söylenir ki böyle
bir şey. O gün sen de sormuştun, sana da söylememiştim. Ama
kadın bugün beni dinledikten sonra hemen anladı. Senin
gizlediğin bir şeyler var dedi bana. Eğer anlatmazsan,
doğruları söylemezsen yardımcı olamam dedi. Ben de en
sonunda utana sıkıla anlattım. Ama rica ettim, yalvardım
kendisinden Aysel’e yada başkasına söylememesi için. O da sen korkma,
böyle bir şey kimseye anlatılmaz dedi...”
“Ankara’daki hoca çocuk tacizi olayları konusunda uzmanmış. Onun
için kadın hemen onunla bağlantıya geçmemiz gerektiğini
söyledi. Sen bizi Ankara’ya götürüp getireceksin. Olur da oğlumun bu
yaşadıklarını öğrenirsin belki diye en
başından anlatmak istedim sana. Başkasından
duyacağına benden duymanı istedim. Senden ricam lütfen
bunları kimseye söyleme, hiç kimseye. Kaç zamandır içime attım
attım ama öyle yada böyle bir şekilde dışarı
çıktı artık. Kimseye söyleme Osman, yalvarırım ne
Aysel’e ne Melahat’a ne başkasına... Hele de Mehmet’e... Bunu
öğrendiğini, bildiğini bilmesin sakın... Bir anne olarak
sana yalvarıyorum, oğlumun bu durumunu kimse bilmesin...”
Derin bir iç geçirdim. Nurcan’ın anlattıkları, Mehmet’in
yaşadıkları için söyleyecek kelime bulamıyordum. Ama bütün
bu olaylara sebep olan öğretmene en ağır küfürleri söylemekten
geri kalmadım. Nurcan da, “Allah onun belasını versin,
ocağı batsın!” dedi küfürlerimin ardından.
“Merak etme, bu ikimizin arasındaki bir sır olacak kalacak. Hiç kimse
bilmeyecek. Benden yana çekincen, korkun olmasın!” dediğimde, “Allah
senden razı olsun!” dedi yaşlı gözleriyle. Sonra da, “Bugün
biraz patavatsızlık ettim orada bu kızın hamileliğiyle
ilgili. Kusura bakma, özür dilerim senden. Sinirlerim çok bozuktu, onun için...”
deyince, “Ya tamam, bırak, sen de bunu mu mesele ettin!” dedim
gülümseyerek.
Nurcan senelerdir içinde biriken zehri dışarı atmış,
rahatlamıştı. Hem psikolog kadına hem de bana ayrı
ayrı anlatıp boşaltmıştı içini. Mehmet’in
durumunun sebebi yaşadığı cinsel tacizdi. Şerefsizin
birinin yaptıkları onu bu hale getirmişti. Çocuğa
üzülmekten, acımaktan başka bir şey gelmiyordu elimden.
Peçete ile gözyaşlarını sildi önce. Sonra da, “Ben çay getireyim
sana, soğumuştur o.” diyerek kalkıp mutfağa geçti, az sonra
da sıcak bir bardak çayla döndü. Yerine oturup, “Bir mesele daha var
söylemem gereken...” dediğinde yüzüne baktım. Pembeleşmişti
yüzü bu kez. Dizlerinin üzerindeki ellerini ovuşturuyordu yavaş
yavaş. Heyecan, tedirginlik ve hepsinden daha çok utanma vardı hal ve
hareketlerinde. Ağzımdaki oldukça şekerli baklavayı
ağır ağır çiğnerken Nurcan titreyen sesiyle tane tane
konuşmaya başladı:
“Bu ödeme meselesiyle ilgili. Şeyy, biliyorum. Senin için de belki tuhaf
olmuştur bu ama sana karşı borçlu kalmak istemedim. Yani
yapacağın iyiliğin bir
karşılığının olması gerekir diye
düşündüm. Psikolog hanım bu işin epey uzun ve masraflı
olacağını söylediğinde ne yapacağımı
şaşırdım. Aysel senin adını söylemese hiç
aklıma bile gelmezdin belki de. Seni büyük bir yükün altına
soktuğumu biliyorum. Aysel senin bu yardımı belki
karşılık beklemeden bile yapacağını söyledi ama
ben gene de kabul etmedim...”
“Bütün bunlara oğlum için, onun iyiliği için katlanıyorum. Yeter
ki o iyi olsun. Beni erkek delisi, iffetsiz bir kadın olarak görmeni
istemem. Öyle biri değilim ben. Olsaydım şimdiye kadar çoktan
olurdum. Beni öyle biri olarak görme sakın...” deyip sözlerini bitirince
başını öne eğdi. Bu kısa konuşmanın
başında pembeleşmiş olan yüzü konuşma biterken pancar
gibi kızarmıştı. Ufak ufak ağlıyordu aynı
zamanda. Bu sözlerinin üzerine ne diyeceğimi bilemedim. Elimdeki
çatalı bıraktım tabağın kenarına. Geriye
yaslandım.
“Yok, öyle bir düşüncem olmadı. O şekilde düşünmedim hiç.
Bunun için kendini sıkıntıya sokma. Az çok tanıdım
seni, öyle biri olsaydın anlardım zaten. Kendini üzme...” dedim. Nurcan
sözlerim üzerine bir şey demedi. Sanki beni dinlememişti bile. Eliyle
gözyaşlarını sildi, ardından da bir şey demeden
hızlıca kalkıp odadan çıktı.
Bir iki dakika sonra döndüğünde daha iyi gibiydi. Yeniden
karşıma geçip oturdu. “Kusura bakma...” deyince, “Böyle şeyler
düşünme, ben senin nasıl biri olduğunu biliyorum!” dedim. Daha
başka şeyler de söylemek istedim ama aklıma bir şey
gelmedi. Nurcan da kendi halinde gibiydi. Sessizce çayını içiyordu
şimdi. Çayım bitince yeniden doldurup getirdi.
Tabaktakilerin yarısından fazlasını yemiştim bu arada.
“Çok güzelmiş, eline sağlık!” dediğimde, “Afiyet olsun,
getireyim mi, daha var, başka ister misin?” dedi heyecanla. “Yok, sağ
ol. Bunlar bile fazla!” dedim ağzımdakileri çiğnerken. Hüzünlü
bir yüz ve sesle, “Bunları oğlum Melahat Hanım’la birlikte
olacak diye sevinerek yapmıştım, ama kısmet
sanaymış...” dedi tabakta kalanları göstererek. Bu sözlerine
gülümsemekle yetindim, söyleyecek bir şey bulamadım.
Duvardaki resmi işaret edip, “Ne zaman çekildi?” diye sordum. Nurcan
başını kaldırıp geriye, duvardaki resme baktı
önce. Ardından da, “Mehmet ilkokul ikiye geçtiği yazdı,
işte 7-8 yaşında mıydı ne...” dedi. “Şimdi kaç
yaşında?” dediğimde, “22!” dedi çayından bir yudum
alırken.
Konu resimden açılmışken, “Rahmetli ne iş yapardı?”
diye sordum bu kez. Geçen sefer de sormuş ama yanıt
alamamıştım. “Tekstil işindeydi, konfeksiyonlarda
çalışırdı. Bir ara inşaatlarda çalıştı,
hurdacılık, pazarcılık filan da yaptı. Ben de
çalıştım bir zaman konfeksiyonda ama sonra
bırakmıştım. Rahmetli çalışmamı istemiyordu.”
diyerek yanıtladı sorumu.
Karnım iyice doymuştu. “Sigara içmemin mahzuru var mı?” diye
sorunca, “Yok, kendi evin gibi davran!” dedi gülümseyerek. Sonra da kalkıp
eski zamanlardan kalma, ağır kristal bir küllüğü önüme koydu.
Ben sigaramı yakarken o da odanın camını açtı.
“Yağmur yağıyor!” deyince, “Yağmur mu?” dedim pencereden
dışarı bakıp. Gerçekten de yağmur yağıyordu.
İçeriye serin ve temiz havayla beraber yağmurun huzur verici sesi
geliyordu.
Sigaramı içerken telefonum çaldı. Baktım, Aysel’di arayan.
Telefonu açar açmaz biraz sinirli bir tonda, “Hayırdır, nerde
kaldın, gelmiyor musun?” dedi. Nurcan’ın anlamaması için
bozuntuya vermemeye çalışarak, “Tamam, gelirim, biraz işim var.
Halledip gelirim!” dedim. Aysel sözlerim karşısında
bozulmuştu. “İyi, tamam. Öyle olsun!” dedi ve pat diye kapattı
telefonu.
“Aysel mi?” dedi Nurcan, o olduğunu anlamıştı. Evet bile
dememe kalmadan, “Neymiş derdi?” dedi gülümseyerek. “Benimle
konuşacakları varmış.” dedim yanıt olarak. “Ne
hakkındaymış?” dedi merakla. “Bilmiyorum, söylemedi.” dedim.
Sigaram bitmişti. Nurcan kalkıp pencereyi kapattı, perdeyi çekti
sıkı sıkı. Karşıma geçip oturunca, “Vardır
gene bir kaşıntısı, ne çakaldır o!” dedi
başını sallayarak. Aysel’den pek belki de hiç
hoşlanmadığını anladım bu sözlerinden ama bununla
ilgili bir şey demedim.
“Bugün Refiye Hanım geldi annenle beraber!” dediğinde, “Sen nerden
biliyorsun?” dedim şaşkınca. Nurcan gülümseyerek, “Ben de
oradaydım, benim yanımda konuştular. Karın senden
şikâyet etti. Bağlama büyüsü istediler Aysel’den. O da büyüden önce
Osman’la konuşmam lazım dedi. Bu işi büyüye başvurmadan
konuşmayla halledelim dedi karına. Karın illa büyü yap büyü yap
dedi ama Aysel olmaz dedi, kabul etmedi. Annen de çok ısrarcı oldu
ama Aysel hiç oralı olmadı. Karın ikna olsun diye şu
parmağım kalınlığında bir bilezik vermek istedi,
onu bile kabul etmedi. Belli ki başka birtakım hesapları var,
öyle olmasa benim tanıdığım Aysel o bileziği almadan
durmazdı...” dedi.
Nurcan’ın bu sözleri üzerine, “Sen biliyor musun peki, ne hesabı
varmış?” diye sordum. “Bilmem, onun gizli kapaklı işleri
çoktur. Çoğunu bilmem ben, söylemez. Ama vardır bir şeyler
mutlaka. Öyle olmasa bu saatte aramazdı seni!” dedi.
O kadar çay içip tatlı yedikten sonra epeyce çişim gelmişti. Bir
süreden beri tutuyordum ama artık durabilecek halde değildim. “Kusura
bakma, lavabo ne tarafta?” dedim çekinerek. Nurcan, “Hemen şu
karşıdaki kapı, mutfağın yanında!” diyerek
işaret edince banyoya geçtim. İçeri girer girmez hemen işemeye
başladım. Deliğine plastik bir kapak takılmış
alaturka bir tuvaletti bu, şırıl şırıl
işerken rahatladım.
Yeniden yanına döndüğümde yüzümdeki ferahlamayı fark
etmişti. “O kadar zamandır bunun için mi kıvranıyordun,
söyleseydin ya!” dedi gülümseyerek. “Ne bileyim, tutarım sandım ama
olmadı. Ama kabahat sende, o kadar çay içirmeyecektin!” dedim gülerek.
“İstersen kahve yapayım, hem falına da bakarım!” deyince,
“Yok yok sağ ol, bu kadarı kâfi, zahmet etme!” dedim. Nurcan hem
kahve yapmak hem de falıma bakmak için ısrarcı olsa da kabul
etmedim. “O zaman el falına bakayım!” dedi bu kez. “Eh, o olur bak!”
dedim gülümseyerek. İşaret edince kalkıp yanına oturdum.
Nurcan sağ elimi tuttu iki eliyle ve avucuma bakmaya başladı.
Dikkatli gözlerle, sanki kaybettiği bir şeyi arıyormuş gibi
bakıyordu. Bense ona bakıyordum. Uzun siyah kirpikleri koyu kahverengi
gözlerini gizliyordu. Kalın kara kaşları ve alnında
yaşının getirdiği derin çizgiler oynuyordu ara ara. Sanki
avucumda bir şeyler görüyor, izliyordu. Bu kadar yakın olunca
dudaklarının üzerindeki ve yanaklarındaki minik, ince, siyah
tüyleri de görüyordum.
Eve geldiğimden beri ilk kez bu kadar yakın, yan yana idik. Büyük bir
heyecanla gelmiştim eve ama konuşmalar birbirini izlemiş,
Mehmet’in yaşadıklarını öğrendikten sonra
heyecanım ve arzularım küllenmişti. Ama şimdi Nurcan elimi
tutarken, sıcak nefesini hissederken ve üzerinden yayılan Aysel’in
parfüm kokusunun bir benzerini ciğerlerime çekerken küllenen
arzularım, isteklerim yeniden alevlenmeye başlamıştı.
Bu sırada aklım çok da uzak olmayan geçmişe gitti. Nurcan’ı
bu kadar kendime yakın hissediyorken onu daha önce yarı çıplak
bir halde gördüğümü anımsadım. Aysel’in evindeydik.
Çırılçıplak soyunmuştum önünde, daha doğrusu
karımla beraber soyunmuştuk ve Nurcan da sırayla yıkamıştı
bizi. Kendisi de külotu ve atleti ile kalmıştı.
Kalçalarını sıkan paçalı külotunun altında
amının izini görmüştüm. Atletinin altındaysa iri,
sarkık memelerini ve etli meme uçlarını sergilemişti
Nurcan. Beni yıkarken elini kasıklarımda gezdirmiş,
taşaklarımı ve yarağımı
avuçlamıştı ama gerisini getirmemişti. O gün onunla Zehra hoca
gibi sikişeceğimi sanmıştım ama
olmamıştı. Yıkama faslının sonunda
karımın amına koca bir mısır koçanını
sokmuştu hatta. Bütün bunları da günahlarımızdan
arınmamız için yapmıştı. Günahlarımızın
sebebi ise Kapadokya’da yaşadıklarımızdı.
O günden sonra kendisini pek çok defa görmeme, konuşmama rağmen o gün
olanlar aklımdan uçup gitmişti. Sanki bir el beynimden o güne ait
hatıraları kazımıştı. Ama şimdi o anlar
yeniden gözümün önünde canlanmaya başladı. Nurcan’ın eti etime
değdikçe içim coşkuyla, istekle doluyor tabii bu arada
yarağım da sertleşiyordu.
Sonunda Nurcan gördüklerini anlatmaya başladı: “Bak şurada bir
yol var. Bu senin yolun ama ikiye ayrılmış. Biri şöyle
gidiyor, diğeri de böyle. Ama sonra ikisi de birleşiyor gene. Bunlar
iki karının yolu, bir zaman ayrı gidiyorlar ama sonra gene
birleşiyorlar. Ayrılık gibi bir şey bu, yolların
ayrılması yani ama korkma. Daha sonra dediğim gibi
birleşecekler seninle...”
“Şurada küçük bir çizgi daha var bak, ufak. O da ayrı bir yol. O da
seninle ilgili. Çizgi küçük çünkü bebek, çocuk gibi, yani bebek anlamında...
Baba olacaksın demek bu... Şu büyük çizgi de iş hayatınla
ilgili, kalın ve uzun dikkat edersen. Bu da başarılı
olacaksın demek. Para yönünden rahata ereceksin anlamında. Bu elinde
mutluluk, ferahlık var. Bir de diğerine bakalım...” dedi.
Sağ elimle işi bitmişti Nurcan’ın. Sol elimi tuttu bu
sefer. Az önceki gibi uzun uzun bakmasına gerek kalmadan konuşmaya
başladı: “Bir haber alacaksın, uzaklardan, hiç tahmin
etmediğin birinden. Bir akraban yada bir tanıdığın
mı diye bakıyorum... Ama yok... Yabancı biri bu ama bir
kadınla ilgili... Onunla ilgili bir haber alacaksın bu da
canını sıkacak... Seninle ilgili bir şey bu, işin
içinde sen de varsın çünkü... Biraz canın sıkılacak ama
hallolacak, çözülmeyecek bir şey değil...”
“Şurada bir çizgi var, biri yani, onunla ilgili... Nasıl desem, böyle
seni kafaya takmış sanki, sürekli sana yakın olmak istiyor gibi...
Ama sen soğuksun ona karşı. Ama daha önce iyiymiş
aranız ama sonra bozulmuş, böyle bakınca o çıkıyor...
Sabah akşam seni düşünüyor, sana yakın olmaya
çalışıyor... Seni çok seviyor, bak hemen yanında kalp gibi
bir şey var çünkü... Seni çok seviyor ama bu sevgisi zarar da verebilir...
Sana zarar da verebilecek bir sevgi bu... Dikkatli olman lazım, en ufak
bir hatanı kullanmaya kalkabilir, sana zarar verebilir...”
“Ailenle ilgili de karışık bir şeyler var... Yani Özlem
veya Refiye Hanım değil de onun dışındakiler için
söylüyorum bunu... Biraz karışık burası, canın
sıkılabilir ama bunun için senin yapacağın bir şey
yok, senin dışında olan şeyler bunlar... Annen yada baban
da olabilir bu, başka bir yakın akraban da olabilir, tam seçemiyorum...”
“Genel olarak güzel, temiz bir fal ama bazı konularda dikkatli
olmalısın. Seni sevenler çok ama zarar vermek isteyenler de çok.
Sevgisiyle sana zarar verebilecek olanlar da var. Onun için dikkatli
olmalısın. Bak burada da küçük bir çizgi var, bu da bebek demek. O
konuda şanslısın, önün çok açık... Başka da
bakıyorum... Sağlıkla ilgili, temiz görünüyor... Ufak tefek
şeyler olacak gibi ama basit şeyler bunlar... Hımmm, bak,
şurada bir çizgi var... Şuna bak, kadın bu, elinde de böyle
büyük bir şey tutuyor sanki... Seni çağırıyor gibi,
burası biraz karışık, tam çıkaramıyorum...
İyi mi, kötü mü anlayamadım... Bir de yol görünüyor, bir yolculuk,
yolculuk yapacaksın...” dedi.
Bunların ardından parmaklarıma baktı tek tek. Her birini
bir doktor titizliğiyle inceledi. Parmaklarımdaki çizgilerden de bir
şeyler bulmaya çalışıyordu. En sonunda, “Güzel, için rahat
olsun. Sıkıntı görünmüyor ama bu sana bağlı tabii.
Güvenmen gereken insanları seçmen lazım. Dostuna düşmanına
dikkat etmen gerek...” dedi gülümseyerek.
“İyi o zaman, kalbimi ferah tutayım öyleyse!” dediğimde yeniden
sağ elimi tuttu ve “Bak, bu senin kalp çizgin, gördün mü, ne kadar derin
diğerlerine göre!” dedi. “Ne demek bu?” diye sorduğumda, “Yani kalbin
çok geniş, çok kişiye yetecek kadar sevgin var!” dedi. Bu sırada
iyice yaklaşmış, sokulmuştu. Şimdi sıcak nefesini
yanağımda hissediyordum. Uzun kirpiklerinin ardından koyu
gözleriyle baktı bana. Bir işaretti bu. Nurcan benden bir adım atmamı
bekliyordu. Daha fazla beklememin, bu işi uzatmamın bir anlamı
olmadığı çok açıktı.
Sağ yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Sesini
çıkartmadı hiç, sadece elimi bıraktı. Ancak ben onun elini
tuttum. Dudağının kenarından öptüm bu kez. Etli
dudakları kıpırdadı, gözlerini kaçırmaya çalışıyordu.
Ama aynı yerden bir kez daha öptüğümde baktı gözlerime.
Sarıldım sıkıca, onu kollarımın arasına
alıp çektim kendime. Yanaklarına öpücükler kondurmaya
başladığımda ellerini sırtıma attı.
Kayıtsız kalmamıştı Nurcan.
Az önce falına baktığı ellerim şimdi
sırtında, omuzlarında geziniyordu. Parlak, saten gömleğinin
üzerinde yağ sürülmüş gibi kayıyordu ellerim. Zayıf parfüm
kokusuyla beraber Nurcan’ın teninin kendine has kokusu geliyordu burnuma.
Dudaklarımın ucunaysa yanaklarının minik tüyleri
değiyordu ama benim için sıkıntı değildi bu.
Sırtının kalın, yağlı etini, sutyeninin
askısını gömleğine rağmen kolayca hissediyordum
avuçlarımın altında. Nurcan ise tedirgin ve çekingendi. Ellerini
korka korka gezdiriyordu sırtımda. Her iki yanağına,
dudaklarının kenarına pek çok öpücük konduruyordum.
Başındaki parlak türbanının kaygan kumaşı
yanaklarımı okşuyordu. Göğsümün altında dolgun
memelerinin yarattığı baskı vardı. Aysel’in evinde
külot ve sutyenle görmüştüm onu, ama şimdi çırılçıplak
görmek için sabırsızlanıyordum.
Öpmeyi bıraktım önce ardından da omuzlarından tutup geriye
ittim yavaşça. “Bu gece gitmek istemiyorum Aysel’in yanına. Burada,
yanında kalmak, seninle olmak istiyorum!” dedim gözlerine bakarak. Hiçbir
şey söylemedi Nurcan. Gözbebekleri bir sağa bir sola hareket ediyordu
durmadan. Sağ başparmağımı dudaklarında
gezdirdim. “Gitmek istemiyorum!” dedim yeniden.
Sağ elimi tuttu, avcumun
içini öptü ve usulca, “Gitmeni istemiyorum...” dedi. Sarıldık
birbirimize yeniden. Nurcan’ın dudaklarını boynumda hissettim.
Islak birkaç öpücük kondurdu boynuma. Onun da böyle istekli, arzulu
olmasını görmek çok sevindirdi beni. Güzel bir gecenin bizi
beklediğinin işaretiydi bu.
Sarılmayı bıraktık. Kısa bir süre birbirimizin
gözlerine baktık, gözlerimizle konuşuyorduk sanki. Nurcan elimi tutup
kalkınca ben de kalktım. El ele iki sevgili gibiydik. Odadan
çıkarken, “Işığı kapat...” dedi usulca. Ben
ışığı kapatırken o banyonun solunda kalan
odanın kapısını açtı. Yatak odasıydı
burası. Işığı açtı. Tavandaki plastikten
yapılma küçük avizeden yayılan zayıf, sarı bir
ışık aydınlattı içeriyi.
Ortada yatak başı duvara dayalı eski ve büyük ahşap bir
yatak vardı. Büyük, beyaz ve kenarları dantellerle işlemeli bir
örtü örtülmüştü yatağın üzerine. Kalın ve yere kadar inen
beyaz perdeler sıkı sıkı çekilmişti. Yatağın
yanında eski tipte iki kapaklı bir gardırop duruyordu.
Gardırobun üzerinde ve hemen yanındaki sandığın
üzerinde ise katlanmış halde yataklarla yorganlar vardı.
Nurcan yatağın kenarına geldi önce, kararsızmış
gibi bir bakış attı bana. Sonra da yatağın üzerini
kaplayan örtüyü ve onun altındaki ikinci bir örtüyü özenle
kaldırdı, katlayarak sandığın kenarında yere
bıraktı. Açık mavi kumaşla kaplı kalın bir yorgan
vardı şimdi yatağın üzerinde.
Kısa bir süre ne yapacağımızı bilmiyormuş gibi
birbirimizin yüzüne baktık. Sonrasında önüne geldim ve elini tutup
öptüm. Gömleğinin kapanmakta zorlanan düğmelerini açmaya
başladım daha sonra. Her bir düğmeyi aça aça
aşağılara inerken Nurcan’ın süt gibi beyaz teni ve içine
giydiği siyah sutyeni ortaya çıkıyordu. Sonunda en alttaki
düğmeyi de açınca gömleği iki yana açtım iyice.
Hafif çıkıntı yapmış göbeği, göbeğinin
ortasında derin bir çukura benzeyen göbek deliği, bembeyaz koynu, üst
kısmı dantelli olan ve iri, sarkık memelerini tutmakta zorlanan
siyah sutyeni tamamen ortaya çıktı.
Elini başındaki türbanına attı Nurcan. Renkli toplu
iğneleri tek tek çıkardı önce. Türbanı açınca
altından saçlarının uçları görünen yine
kırmızı renkli bonesi ile kaldı. Onu da açınca uzun
siyah saçları çıktı ortaya. Uzun, beline dökülen saçlarında
yer yer beyazlıklar vardı. Bu haliyle az önceki hali arasında
çok fark vardı Nurcan’ın. Ancak her iki haliyle de ayrı bir
güzelliğe, çekiciliğe sahipti.
Gömleğinin yakasını tutup ayırdım. Saçlarını
toplayıp arkasına attım. Boynuna uzun bir öpücük kondurdum.
Boynundaki kalın damarların hareketlerini hissediyordum
dudaklarımın ucunda. Nurcan’ın yaşadığı
heyecan belli oluyordu her halinden. Derin ve sesli nefes alışverişini
duyuyor, sıcak nefesini yüzümde hissediyordum. Boynunun her iki
yanından uzun uzun öperken yarağımdaki sertlik de her geçen
saniye artıyordu.
“Gömleğini çıkart!” dediğimde kol düğmelerini açtı ve
gömleğini çıkardı uysal bir halde. Bordo eteğinin
kalın lastiklerinin karnında yaptığı izler belli
oluyordu. Parmak uçlarımı karnına değdirdiğimde
ürperdiğini gördüm. Bembeyaz teni kadife gibi yumuşak ve pürüzsüzdü.
Aysel’in yaşlarında gösteren bir kadın için çok güzel bir teni
vardı.
Dayanamayıp, “Kaç yaşındasın?” diye sordum. İri,
kahverengi gözlerini açtı biraz ve “46...” dedi fısıltıyla.
“Tenin çok güzel, kaymak gibi!” dediğimde sessiz kaldı Nurcan.
Sutyeninin üzerinden memelerini avuçladım. Dolgun ama yumuşak
memelerini hissettim sutyene rağmen. “Sen de soyunsana...” dedi bu
sırada kısık bir sesle. “İstiyor musun?” diye sordum
gözlerine bakarak. Cevap vermek yerine başını salladı
aşağı yukarı evet anlamında.
Yavaşça üzerimdekileri çıkartmaya başlarken Nurcan da bordo
eteğinin lastiklerinden tutarak sıyırdı
aşağı. Bir gram güneş görmemiş dolgun, beyaz
kalçaları açığa çıkarken yarağım iyice
sertleşmişti artık. Pantolonumu da indirirken Refiye’nin bana
aldığı pahalı bir markaya ait olan külotumla kaldım.
Dizlerinin üzerine gelen ince siyah çoraplarını da indirdiğinde
sadece bikini altına benzeyen beyaz külotu ve siyah sutyeni ile kalmıştı.
Yanları ince külot kasıklarını sıkıyordu. O gün
paçalı külot giyen Nurcan bugünse böyle bir külot giymişti.
Amının derin izini görüyordum. Yarağım
sertleşmiş, kalkmıştı iyice. Siyah külotumun önündeki
şişkinlik, kabarıklık çok belliydi.
Nurcan’ın kaçamak bakışlarının
aşağılara kaydığını görüyordum. Elini
arkasına attı ve sutyenin kopçasını açtı. Sutyenden
kurtulan memeleri löpür löpür sallanırken ben de külotumu indirip
çıkardım. Tamamen çıplak bir halde
karşısındaydım şimdi.
Etli ve pembe meme uçları, bir çay tabağı kadar büyüktü.
Açık pembe meme başları ile Nurcan’ın memeleri
yaşının gerisinde kalmış gibiydi. Tek eksiği
sarkmış olmalarıydı ama o da normaldi. Yarağımı
tuttum ve sıvazladım. Ona Aysel’in evinde olanları, karımla
beni yıkadığını ve yarağımı
tuttuğunu söylediğimde kızardı. “O gün öyle yapmamın
bir sebebi vardı, cinsellikle ilgisi yoktu...” dedi utangaç bir sesle.
“Biliyorum, ama çok hoşuma gitmişti. O günkü gibi yapsana!”
dediğimdeyse ne yapacağını anlamıştı. Ben
ayakta dururken önüme geldi ve sağ elini yarağıma attı hiç
çekinmeden.
Elini yarağımda hissetmenin verdiği mutlulukla gözlerimi
kapadım ve derin bir nefes alıp verdim. Nurcan yumuşak ve zarif
hareketlerle yarağımı okşuyor, sanki bana 31 çektiriyordu.
“Çok güzel, devam et böyle!” derken ben de ellerimi memelerine attım.
Pamuk gibi yumuşak, dolgun memelerini sıktım, avuçladım,
okşadım. Meme uçlarını parmak uçlarımla sıkarken
bundan keyif aldığını gördüm.
Aşağı yukarı 1,65 boyunda vardı Nurcan, kısa
sayılmazdı. O narince yarağımı okşamaya devam
ederken yanaklarını ve boynunu öpmeye koyuldum. Ayakta sessizce
birbirimizi tatmin ediyorduk.
Bir süre ayakta birbirimizi okşamaya devam ettik, ama bu şekilde bir
yere varacağımız yoktu. “Yatağa geçelim!” dediğimde, “Tamam...”
dedi fısıltıyla. Yarağımdaki elini çekti. Memelerini
okşamayı bıraktım. “Işığı
kapatayım...” dediğinde, “Niye, gerek yok, kalsın böyle!” dedim,
ama Nurcan, “Olmaz, ayıp. Işık yanarken bu işi yapmak
günahtır!” dedi karşılık olarak. “İyi, sen bilirsin!”
dedim bunun üzerine. Ben yatağa uzanırken Nurcan da
ışığı söndürdü ve içerisi birden zifiri
karanlığa gömüldü.
Gözlerim karanlığa alışamamışken birden
yanımda Nurcan’ı buldum. Yorganı üzerine çekerken, “Soyundun mu?”
diye sordum. “Evet...” dedi kısık bir sesle. “Böyle nasıl
olacak, çok karanlık!” dedim. Nurcan, “Olmaz,
ışığı açamayız!” dedi sözüme karşılık
olarak. Ancak ben yine “İyi de, çok karanlık!” dedim. Ama Nurcan için
bir şey ifade etmiyordu bu sözler.
Yan döndüm ve onu tutup kendime çektim. Yorganı açtım biraz. Gözlerim
yavaş yavaş karanlığa alışmaya
başlamıştı şimdi ve Nurcan’ın bembeyaz dolgun
vücudu karanlığın ortasında bir fener gibi belli oluyordu.
Sağ elim aşağılara kayarken dudaklarım etli meme uçları
ile buluştu.
Nurcan’ın ürperdiğini, titrediğini anladım.
Dudaklarından belli belirsiz bir inleme çıkarken bir eli saçımda
diğeri sırtımda gezinmeye başladı. Göbeğinin
derin çukurunda gezdirdim parmak uçlarımı ardından daha
aşağılara inmeye başladım.
Kasıklarında gezinen parmak uçlarıma hafiften minik kıllar
gelmeye başladı. “Bacaklarını ayır!” dedim usulca.
Yavaşça ayırdı bacaklarını. Sağ elim artık
amının üzerindeydi. Karanlığın içinde, yorganın
altında amının etli dudaklarını parmak
uçlarımın arasına aldım. O minik kıl tanecikleri yine
azar azar geliyordu parmaklarıma ama buna rağmen Nurcan’ın yeni
tıraş olduğu belliydi. Memelerini emmeye başladım bu
arada. Tabii elim yine amının üzerinde gezinmeye ve am
dudaklarını okşamaya devam ediyordu.
Nurcan’dan ara ara küçük iniltilere benzeyen sesler haricinde ses
çıkmıyordu. Saçlarımda gezinen eli bu kez omzuma
kaymış, diğeri ise alta doğru inmişti. Sağ elini
az sonra yarağımda hissettim. Narin parmaklarıyla az önceki gibi
yarağımı okşamaya başlamıştı. Bense amıyla
ilgilenmeye devam ediyordum.
Orta parmağımı yavaşça içine sokmaya
başladığımda beklediğim tepki gelmekte gecikmedi.
“Immmhhh!” diye uzun ve derinden gelen bir inilti yatak odasında küçük bir
gürültüye neden olurken onun da zevk almaya
başladığını görmek beni daha da
heyecanlandırdı. Nurcan yarağımı çok güzel
okşuyordu. Sanki hiç acelesi yokmuş gibi usul usul kafasından
taşaklarıma kadar sıvazlıyordu.
Orta parmağım amının derin yarığından içeri
girmeye başlamış ve içinin yakıcı
sıcaklığıyla buluşmuştu. İlginç şekilde
amında bir ıslaklık hissetmiyordum. İnlemesine
bakılırsa zevk alıyordu, ama amında bir sulanma
olmamıştı henüz. Çözemiyordum Nurcan’ı.
Orta parmağım dibine kadar girmişti içine. Kızgın bir
fırın gibiydi amı. Bir süre o halde bekledikten sonra
parmağımı içinde ileri geri oynatmaya başladım.
Dudaklarımsa memelerinde gezinmeye devam ediyordu. Sol elimle
avuçlayıp sıktığım memelerini emiyor,
uçlarını küçük küçük ısırıyordum. Ancak Nurcan en çok
dilimi meme uçlarında gezdirmemden hoşlanmıştı.
Çıkardığı ufak, kesik kesik iniltiler ve nefes
alışları bunu gösteriyordu. Dilimi çıkardım iyice ve
her iki memesinin ucunu uzun uzun dillemeye başladım. Etli meme
uçlarının gittikçe şiştiklerini ve irileştiklerini
karanlığın içinde net göremesem de hissediyordum.
Amında gidip gelen parmağımın Nurcan’a ayrı bir keyif
verdiğini fark ediyordum, ama halen amında bir sulanma, ıslanma
olmamasına da bozuluyordum. “Sevmedin mi bunu?” diye sordum
dayanamayıp. “Ne dedin?” diye başka bir soruyla
karşılık verdi Nurcan. Sanki o anda orada değil gibiydi.
“Parmağım, amında gidip gelirken hoşuna gitmiyor mu?” diye
sordum. Kısa bir sessizliğin ardından, “Gidiyor!” diye cevap
verdi. “İyi de amın halen kupkuru, ıslanmadın?” dedim.
Nurcan, “Tövbe tövbe, ne yapacaksın sen, devam etsene!” dedi bozulmuş
gibi. “Niye ıslanmıyorsun?” diye sordum bu kez, onur meselesi
yapmıştım sanki bu durumu. “Tamam sen devam et, yavaş
yavaş oluyor benimki!” dedi başını hafifçe
kaldırıp. Bir şey demedim bu sözünden sonra ve
parmağımı amında oynatmaya devam ettim. Önce yavaş
sonra hızlı hareketlerle parmağım amında gidip gelirken
Nurcan’ın dudaklarından yapmacık mı yoksa doğal
mı olduğunu anlayamadığım sesler çıkıyordu.
Orta parmağımdan sonra yüzük parmağımı da soktum.
Şimdi iki parmağım birden amında gidip gelirken
Nurcan’ın çıkardığı sesler de değişmeye
başlamış gibiydi. Amının
sıcaklığını hissediyordum parmaklarımda.
Genişti amı ve henüz ıslanmamış olsa da iki
parmağım içinde rahatça gidip geliyordu. Vakti zamanında
kocasının Nurcan’ı epey siktiği amının
genişliğinden anlaşılıyordu. Kocasının
yarağını çok yediği belliydi.
Etli meme uçlarında dilimi gezdirmeye, onları vakumlayıp emmeye
devam ediyordum bu arada. Zaman zaman da dudaklarını öpüyor,
emiyordum ama Nurcan dudaktan öpüşme konusunda acemi olduğunu belli
ediyordu hareketleriyle. “Dudaklarını arala!” dediğimde sanki
bir şey yiyecekmiş gibi açtı ağzını. Dilimi
uzattım ağız boşluğuna ve diline değdirdim. Ne
olduğunu anlamaya çalıştı ilk önce, ama sonra dilini çekti
geri. Uzatmak istemedim ve etli dudaklarını emdim kanırta
kanırta.
Derken beklediğim şey olmaya başladı. Amında gidip
gelen parmaklarımın yavaş yavaş
ıslandığını fark ettim. Sonunda Nurcan’ın
amı sulanmaya başlamıştı. “Yavaş yavaş
oluyor benimki!” derken doğru söylediğini anladım.
Amının ıslaklığı geç olmuş, ama
yoğunluğu her geçen saniye artmaya başlamıştı.
İki parmağımın da vıcık vıcık
ıslanması için çok zaman geçmesine gerek kalmamıştı.
Bu arada Nurcan’ın sağ eli de yarağımda gezinmeye devam
ediyordu. Dudaktan öpüşmesini bilmeyen Nurcan yarak
sıvazlamasını gayet iyi biliyordu. Yarağım artık
demir gibi sertleşmişti, bir an önce içine girmek için
sabırsızlanıyordum. Artık daha fazla sabredecek halim
kalmadığında parmaklarımı çıkardım
amından ve “Uzan şöyle, ayır bacaklarını!” dedim. Nurcan
da yarağımdaki elini çekti ve sırt üstü uzandı geniş
yatağa. Kalın yorganı tamamen açtım üzerimizden.
Nurcan’ın çıplak bedeni ilk kez gözlerimin önündeydi şimdi.
Onu sikmeye başlamadan önce biraz da amını emmek, yalamak
istedim. Dizlerimin üzerinde yatağın ucuna doğru kaydım.
Nurcan, “Ne oldu?” dedi fısıltıyla. “Amını emmek
istiyorum!” dediğimde, “Anlamadım?” dedi hafifçe doğrulup. “Sen
uzan, aç bacaklarını sadece!” dedim karşılık olarak.
Nurcan bir şey demeden başını yastığa koydu ve
bacaklarını dizlerinden bükerek ayırdı iyice.
Kısık bir sesle, “Sikmeyecek misin?” diye sordu. “O da olacak, az
sabret!” dedim heyecanla.
Bacaklarının arasına yerleştim ve eğildim iyice. Az
sonra dudaklarım ve dilim amı ile buluştuğunda tarifsiz bir
zevk dalgası yayıldı vücuduma. Nurcan’ın etli ve yoğun
bir halde ıslanmış amının dudaklarını
vakumladıkça aldığım keyif katlanıyordu. Tabii
Nurcan’ın bu hareketime derin iniltilerle karşılık vermesi
aldığım keyfin daha da artmasını sağlıyordu.
Amı temizdi, herhangi bir rahatsız edici ter veya sidik kokusu yoktu.
Sadece amının zevk sıvısının kendine has kokusu
ve yoğun tadı vardı. Karanlıkta görebildiğim kadar
emiyor, dilliyordum amını. Etli bızırında gezinen
dilim onu daha da keyiflendiriyordu. Az sonra parmaklarımla
ayırdım amını ve derin, geniş boşluğuna
dilimi soktum. Parmaklarımı yakan sıcaklık şimdi de
dilimi yakıyordu. Dilimi amının içine sokabildiğim kadar
sokmaya uğraşıyordum.
Nurcan bu anlarda aldığı zevkle ufak iniltilerine devam ederken
bir taraftan da belini oynatıyor, kaldırıp indiriyordu. Dilimi
geniş amının içinde gezdiriyor, am dudaklarını ve
bızırını emiyor, dilliyordum. Bir süre de
kasıklarını yaladım ve emdim. Amının üzerindeki
gibi minik kıl kökleri kasıklarında da vardı ve dilimin,
dudaklarımın ucuna geliyordu ama kesinlikle rahatsız olmuyordum.
Ellerimi alttan kalçalarına attım ve “Biraz daha belini kaldır!”
dedim Nurcan’a. Ellerimle desteklediğim kalçalarını ve belini
kaldırdığında daha rahattım. Ağzım
amıyla bütünlemiş gibiydi şimdi. Dilimi içinde gezdiriyor,
dudaklarımla da vakumluyordum amını. Nurcan’dan gelen zevk
iniltileri bir azalıp bir çoğalarak devam ediyordu.
Bu pozisyonda Nurcan’ın amının hemen altında bir çukura
benzeyen ve hafif bir osuruk kokusuna kaynaklık eden göt deliği de
ortaya çıkmıştı. Amında gezinen dilimi bu derin çukura
değdirdiğimde Nurcan’ın iniltisinin
çoğaldığını gördüm. Dilim göt deliğinin
ağzında gezinirken Nurcan’ın hareketleri iniltileri gibi
artıyordu. Yatağa dirseklerini dayamış ve alttan belini
destekliyordu. Ben de kalçalarını kavramış ve yukarı
doğru kaldırıyordum. Dizlerinden büktüğü bacakları
iyice havaya dikilmişti. Avuçlarımın arasındaki dolgun
kalçalarının da tıpkı amı gibi yandığını
hissediyordum. Nurcan’ın her yanı sevişmenin zevkiyle yanmaya
başlamıştı adeta.
Göt deliği şaşırtıcı şekilde tertemizdi. Tek
bir kıl tanesi, kıl kökü bile yoktu. Göt deliğinin
ağzındaki sinir uçları dil darbelerimle uyarılırken
Nurcan’ın koca bedeni elektrik yemiş gibi titriyordu. Dilim göt
deliğinin ağzından içeri girecek gibi oluyordu. Karanlıkta göremesem
de Nurcan’ın amı gibi götünün de geniş olduğu belliydi.
Kocası sadece amını değil götünü de ihmal etmemişti
belli ki senelerce.
O anda, “Işığı açayım mı?” diye sordum, ama
Nurcan’dan şiddetli bir itiraz gelince geri adım atmak zorunda
kaldım. Hemen ardından da, “Tamam artık, hadi siksene!” diye
söylenince yalama, emme faslının da bitişi belli olmuştu.
Zaten bu işe daha fazla devam edemeyeceğimi fark ettim. Artık
yarağımın sertliği rahatsızlık vermeye
başlamıştı.
“Tamam, uzan sen!” dedim. Ellerimi kalçalarından çekerken Nurcan
yatağa koydu belini ve bacaklarını yeniden ayırdı.
Bacaklarının arasındaki yerimi aldım.
Yarağımı sıvazlarken Nurcan’ın bana
baktığını görüyordum. “Ağzına almasını
biliyor musun?” diye sorduğumda ilginç bir cevap verdi Nurcan. “Şimdi
sırası değil, sonra yaparım. Hadi sik artık!”
dediğinde öpüşmesini bilmeyen kadının sakso çekmesini
bilmesine şaşırdım. “Niye daha önce yapmadın peki?”
diye sordum bu sözlerinden sonra. “Sen söylemedin ki!” dedi kendini haklı
çıkartmaya çalışarak.
Yarağım artık amına girmek için hazırdı.
Yavaşça eğildim üzerine. Bacaklarının arasına iyice
yerleştim. Bir süre yarağımı amının üzerine ve
kasıklarına sürttüm. Karanlıkta amını bulmakta
zorlanmadım. Geniş amı birden açıldı ve adeta
yarağımı içine çekti. O anda Nurcan’dan gelen şiddetli, “Oğhhhh!”
sesiyle beraber yarağımın taşaklarıma kadar amına
girmesi bir oldu...
[Osman]
|