Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 128. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
Sabah çalan telefonla
uyandım. Saat sekizi geçiyordu. Özlem arıyordu. “Sabah sabah ne oldu
gene?” diye söylenirken açtım telefonu. Özlem’in sesini beklerken
Şaheser annenin heyecanlı ve gür sesi karşıladı beni.
“Yavrum hayırlı sabahlar, neydiyon, gelecen mi beni almaya?” deyince bende
jeton düştü. Birlikte müteahhidin yanına gidecektik. “Tamam, gelirim!”
deyince sesindeki heyecan daha da arttı. “Hee, aslan oğlum benim,
gurban olurum sana!” dedikten sonra pat diye suratıma kapadı telefonu.
Geç saatte uyumuştum, halen
uykum vardı. Biraz daha uyumak istedim ama içerden gelen seslerden
dolayı yatamadım. Mutfaktan sesler geliyordu. Kalkıp giyindim.
Aysel bulaşık makinesini boşaltıyordu. Beni görünce, “Uyandırdım
mı yoksa?” dedi özür diler gibi. “Yok, sen değil, kaynanam
uyandırdı!” deyince, “Neymiş derdi sabah sabah?” diye sordu. “Ne
bileyim, aradı işte...” dedim.
Aysel çoktan uyanmışa
benziyordu. Çiçekli uzun basma bir etekle mor renkli uzun kollu bir bluz
giymişti. Başını örtmemişti, saçları
sırtına dökülüyordu. Yatak odasının kapısı
aralıktı. “Annem nerede?” diye sordum. Aysel, “Teyzene gitti!”
deyince, “Teyzeme mi?” diye sordum şaşırarak. “Niye gitti, bir
şey söyledi mi sana?” dediğimde, “Senin teyzenin kızıyla
evlenme meselesini konuşacaklarmış, onun için gitti!” diyerek
yanıtladı. Devamında gülerek, “Millet bir taneyi bulamıyor
bu senin üçüncü olacak!” dedi makinenin kapağını
kapatırken. “Ya ne demezsin bir de bana sor, iki karım var ama
kalacak yerim yok!” dediğimde, “Biraz akıllı davransaydın
şimdi gül gibi karının koynunda uyuyor olurdun!” dedi bilgiç bir
tavırla.
Sonra da, “Sen git yıkan,
ben de kahvaltıyı hazırlayayım!” deyince banyoya geçtim.
Soyunup sıcak duşun altına girdim, güzelce yıkandım.
Salona geçtiğimde Aysel çekyatın önüne koyduğu büyükçe bir
sehpanın üzerinde kahvaltıyı hazırlamıştı.
Yanına oturunca hemen çay doldurdu.
“Gece annemin çayına
ilaç attım dedin, ama tuvalete giderken içerden
konuşmalarınızın sesi geliyordu!” dedim.
Şaşırmış gibi baktı yüzüme, ama sonra, “Demek ki
ilacın dozunu ayarlayamamışım!” dedi gülümseyerek.
“Annem ne
yaptığımızı biliyordu değil mi?” diye
sorduğumda, “Kimseye hesap vermek zorunda değilim!” dedi önce. Sonra
da, “Bilmesinin senin için bir mahsuru var mı?” diye sordu.
Çayımı yudumlarken, “Yok!” dedim. “İyi öyleyse, benim için de
yok!” dedi cevabım üzerine.
O sırada telefonum
çalınca konuşmamız yarım kaldı.
Tanımadığım bir numaraydı. “Efendim?” dediğimde,
karşıdan bir kadının çekingen sesi geldi. “Osman beyle mi
görüşüyorum?” diye sorulan soruya, “Evet, benim siz kimsiniz?” diye
yanıt verdim. “Şey, ben Gonca, Semanur’un ablası...” deyince bir
an ne diyeceğimi şaşırdım, ama sonra, “Aa, merhaba!”
dedim. Gonca beni ne diye aramıştı? Acaba Semanur’la mı ilgiliydi?
Kafamda birden sorular birbirini kovalamaya başladı.
Halimi hatırımı
sorduktan sonra titreyen bir sesle, “Şey, çok özür diliyorum,
rahatsız ettim, ama sizinle görüşmem mümkün mü, bir konu
hakkında konuşmak istiyordum...” deyince, konunun Semanur’la ilgili
olduğunu anladım. “Tabii ki ne demek!” dedim. “Şey, biraz acil
bir konu yalnız, yani bugün olabilir mi acaba?” diye sorunca, “Tamam,
müsaidim bugün. Sabahtan bir işim vardı ama onu biraz
erteleyebilirim. Nerede isterseniz buluşabiliriz!” dediğimde sesinin
tonu değişti, heyecan ve mutlulukla bir AVM’nin adını
söyledi. “Tamam, saat on gibi orada olurum!” dedim.
Telefonu kapatırken, Aysel,
“Kim bu?” diye sorunca, “Sana dün dediğim kızın ablası.
Hani çocuğunu aldırmak isteyen...” diyerek yanıtladım.
“Seninle ne işi var ablasının?” diye sordu bu kez. Sanki
rahatsız olmuş gibiydi. Yanağından öptüm, “Kıskandın
mı yoksa?” dediğimde, “Yok daha neler, merak ettim sadece!” dedi.
Bunu söylerken bıyık altından gülüyordu.
Aysel, “Dün gece konuşamadık.
Şu Refiye konusunu konuşalım hazır
fırsatımız varken!” dedi kahvaltı bitiminde. Sonra da
heyecanla anlatmaya koyuldu. “Senin yapamayacağını bildiğim
için ben dün konuyu açtım Refiye’ye, annen var diye çok
konuşamadık ama odaya çekip söyledim gene de...”
“İstanbul’daki evlerle
ilgili sıkıntı çıktı. Muhsine’yle Şakir
İstanbul’da beş dairesi olduğunu, tapularının da
çocuklarının üstüne olduğunu söylemişti, ama Refiye
beş değil dört daire olduğunu, tapularının da halen
ölen kocasının üstüne olduğunu söyledi. Bu nasıl iş
anlamadım, ama muhtemelen Refiye’nin dediği doğru, bu
salakların sözüne pek güvenilmez...”
“Refiye bu dairelere
çocuklarından habersiz dokunamayacağını, onlarla ilgili bir
şey yapamayacağını söyledi. Ben de doğrusu çok
sıkıştırmadım bu konuda. O salaklara İstanbul
fazla gelir zaten. Ama İstanbul’a karşılık olarak Konya’daki
dairelerinden birini vermeye hazır olduğunu söyledi. Onlar da
kocasının üstüneymiş, ama bir şekilde vekâlet yoluyla
halledebileceğini söyledi...”
“İşte şimdi en
önemli noktaya geldik... Refiye bu konuda senin de onayını
alması gerektiğini söyledi. “Kocamın izni olmadan böyle bir
şey yapamam!” dedi açık açık. Sana, “Eltimle kaynımın
durumları kötü, zamanında kocam onlara yalan söylemişti,
haklarını yemişti. Benim vicdanım rahat değil. Bu
dairelerden birini onlara vermek istiyorum ama hangisi olacağına sen
karar ver!” diyecek. Kendisi daha bu daireleri hiç görmemiş, onun için sen
bakıp karar vereceksin hangisi olacağına. Sana diyeceği
aynen bu, sen de, “Tamam, verelim!” diyeceksin...”
“Sen tamam dedikten sonra konu
kapanıyor. Kadın senin ağzına bakıyor
anlayacağın. Versin daireyi bunların üstüne, kendi de kurtulsun
biz de kurtulalım. Bu işi daha fazla uzatmadan halledelim, herkes
için en doğrusu bu olur!” diyerek bitirdi sözlerini.
“Yani bu iş bu kadar kolay
halloldu mu, sen söyleyince Refiye tamam mı dedi hemen. Ben daha zor olur
sanmıştım!” dediğimde Aysel katıla katıla güldü.
Sonra da, “Dediklerimi yapmazsan çocuk aldırdığını en
başta Osman, sonra da herkes öğrenir!” demeseydim dediğin gibi
olurdu!” dedi gülerek.
“Yani kadını açık
açık tehdit ettin, öyle mi?” dedim sabah sigaramı yakarken. “Aynen
öyle oldu canım, herkese anlayacağı dilden
konuşacaksın!” dedi. Çayımı tazeledikten sonra da, “Hemen
çıkman gerek mi, biraz daha kalsan olmaz mı?” dedi
dudaklarını bir çocuk gibi büzerek. “Niye, kalmamı mı
istiyorsun?” dedim yan gözle bakarak. Sağ elini göğsümde
dolaştırırken, “Çok özledim seni, hemen gitmeni istemiyorum!”
dedi.
Sigaradan derin bir nefes
çektim. “Gelen giden olmayacak mı, ya Melahat gelirse?” diye sordum.
“Gelmez o, erkenden arayıp bugün gelme dedim. Başka da gelen olursa
kusura bakmasınlar!” dedi. Göğsümde gezinen sağ elini
aşağılara kaydırmış yarağımı
pantolonun üstünden okşuyordu.
“Senin şu kocan ne oldu,
sağır dilsiz kocan ne alemde, kaç zamandır görünmüyor?” diye
sordum. “Nerden çıktı şimdi bu soru?” dedi tersler gibi. “Ne
bileyim, kaç zamandır aklımdaydı sorayım diyordum
kısmet olmadı...” dedim. “İstanbul’da ablasının
yanına gitti. Daha doğrusu ablası gelip götürdü!” dedi tersler
bir şekilde.
Sonra da, “Bırak
zevzekliği de kalk hadi. Dün gece çekyatın üstünde bir şey
anlamadım zaten, yatak odasına gidelim!” dedi elimi tutup. Sigaradan
bir nefes daha çekip çay bardağının içine attım.
“Kadına saat on gibi orda olurum dedim, bir saat var...” deyince, “Aman,
beklesin biraz, patlamaz ya!” dedi ayağa kalkmam için çekiştirirken.
Elele yatak odasına geçtik.
Perdeler çekiliydi. Salon gibi buradaki eşyalar da yenilenmişti. Eski
demir karyola gitmiş yerine deri kaplı başlığı
olan bazayla iki kişilik büyük bir yatak gelmişti. Sürgü kapaklı
büyük bir gardırop da yatağın yanında duvara
dayanmıştı. Kalın koyu renk perdeler yere kadar iniyordu.
Aysel yatağın
üzerindeki pikeyi açtı. Mavi atlastan kalın bir yorgan vardı
yatağın üzerinde, onu da çektikten sonra bir çırpıda
soyunup yatağa girdi. “Hadi gel!” dedi yanını göstererek.
Soyundum ve yatağa girdim. Soğuk yatak ve yorgan ilk anda
üşümeme neden oldu, ama sonra Aysel’in çıplak bedeninin
sıcaklığı ısıttı beni.
Onu altıma aldım ve
ellerim memelerinde, kalçalarında gezinirken ateşli bir halde
öpüşmeye başladık. Geniş yatağın üzerinde rahat
rahat sevişme imkânımız doğmuştu ve bunu sonuna kadar
kullanmak istiyorduk. Karşılıklı
dudaklarımızı emiyor, dillerimizi uzatıp birbirine
değdirirken tatlı bir zevkin hazzını yaşıyorduk.
Aysel dudaklarımdan sonra kulaklarıma yumuldu. Elleri
sırtımda gezinip beni kendine bastırırken
kulaklarımı emiyor, kulak memelerimi ufak ufak
ısırıyordu. Hoşuma gitmişti bu hareketi.
Dayanamayıp, “Nerden
öğrendin bunu?” diye sorunca, “Melahat öğretti!” dedi gülümseyerek.
Dilini kulağımın içine sokup çıkartıyor, köpek gibi
yalıyordu hızlı hızlı. “Bazı erkeklerin çok
hoşuna gidermiş bu!” dedi sonrasında.
Aysel kulaklarımla
uğraşırken ellerim dolgun memelerini avuçlamakla meşguldü.
Kahverengi etli meme uçlarını emdikçe şişiyorlardı ve
Aysel, “Daha hızlı em, dilinle yala!” diyerek beni kışkırtıyordu.
Dilimi çıkarıp meme uçlarını yaladım uzun uzun. Etli,
siyah birer üzüm tanesine dönmüşlerdi. Aysel’in sağ eli altta
yarağımda geziniyordu bu sırada. Sıkıca kavradığı
yarağımı sıvazlıyordu. Her iki memesini
sıkıp arasına yüzümü bastırıyordum. Sol elini
sırtımda, saçlarımda gezdiriyordu Aysel. Zevk iniltileri
çıkmaya başlamıştı dudaklarından. Sol elimle
memelerini avuçlarken sağ elimi aşağılara
kaydırdım. Karnını okşuyor, yağlı ve
kalın etlerini sıkıyordum ufak ufak.
Tıraşlı, temiz
amının üzerinde gezdirmeye başladım elimi daha sonra. Etli
amı avucumu doldurmuştu. Çoktan ıslanmıştı
amı, zevk sıvıları elime gelirken daha sıkı
avuçladım amını. Aysel, “Ihhh!” diye derin bir inilti
koyuverirken başparmağım haricindeki dört
parmağımı yavaşça soktum amına. Geniş ve kaygan
amı cömertçe karşıladı parmaklarımı ve
kapılarını ardına dek açıp içine aldı.
Odanın serinliğine
inat sıcacık amının içinde usulca gidip gelmeye
başladı parmaklarım. Aysel kendini kasıyordu biraz.
Bacaklarını biraz daha açtı iki yana. Gözlerini kapıyor,
dudaklarını emiyor ve ısırıyordu. Kesik kesik
aldığı sıcak nefesini hissediyordum. Memelerini emmeye
devam ederken dişliyor, ısırıyordum da. Sağ elini
çekti yarağımdan ve iki eliyle bastırdı sırtıma,
güçlü kollarıyla beni kendine çekiyor, sırtımı ve belimi
okşuyordu.
Ağır ağır
sokup çıkartmaya devam ediyordum parmaklarımı. Aysel’in amı
genişleyip daralıyordu her seferinde ve daha da ıslanıyor,
sulanıyordu. Onu elimle sikiyordum ve bundan büyük bir mutluluk duyuyordu.
Aysel’in kasılmaları ve iniltileri daha da artmaya başladı
geçen zamanla. Hırıltılı sesler çıkartıyordu.
“Ahhh, ımmmm, ıhhhh!” sesleri birbirini takip ediyordu.
Parmaklarımı daha
hızlı hareket ettirmeye başlamamla beraber iniltileri küçük
çığlıklara dönüştü. Kapalı gözlerini tavana
dikmiş, “Devam et, devam et, çok güzelll, ıhhh, devam ettt!” deyip
duruyordu şimdi. İyice şişmiş memeleri löpürdüyor,
sallanıyordu. Vücudunun her bir noktası titriyordu. Vıcık
vıcık hale gelen amının içinde hızla gidip gelen
parmaklarım onu doyuma, hazzın doruklarına taşıyordu.
Bacaklarını, kalçalarını sıkıyor ve
parmaklarımı amında hapsediyordu. Sonunda iniltiler,
hızlı ve sıcak nefes alıp vermeler eşliğinde
boşalmıştı Aysel. Aldığı yoğun zevkle
gözleri nemlenmişti.
Bir süre daha
parmaklarımı sokup çıkarmaya devam ettikten sonra
çıkardım elimi. Etli am dudakları şişmiş,
büyümüştü tıpkı meme uçları gibi. Kasıkları da
epey ıslanmıştı. Derin bir nefes alıp verdikten sonra
sıkıca sarılıp kendine çekti beni, sırtımı
okşadı uzun uzun.
“Hoşuna gitti mi?” diye
sordum gözlerine bakarken. “Çok hoşuma gitti, sikmene gerek kalmadı!”
dedi sıcak nefesi yüzümde gezinirken. Başımı memelerinin
üzerine koydum. Aysel’in geniş göğsü aldığı derin
nefesler eşliğinde kalkıp iniyordu dalgalı bir deniz gibi...
Bir süre o şekilde
kaldık. Sonra, “Bana doğruyu söylemeni istiyorum, dün akşam
Nurcan’ın koynuna girdin mi?” diye sordu. Bu soru
karşısında şaşırdım. “Dün gece cevap verdim
ya sana!” dediğimde, “Verdin ama bana kalırsa gerçeği
söylemedin. Onun için gene soruyorum, Nurcan’ın koynuna girdin mi?” dedi
karşılık olarak.
Başımı
kaldırıp gözlerine baktım, o anda bana
inanmadığını anladım. “Bunun ne önemi var?”
dediğimde, “Sana kızmak, azarlamak değil niyetim. Sadece
doğruyu söylemeni istiyorum. Bana karşı dürüst olmanı
istiyorum!” dedi. O zaman daha fazla uzatmak istemedim ve “Evet, buraya
gelmeden önce onunla beraber oldum!” dedim.
Bir süre sessiz kaldı.
“Üzüldün mü?” diye sorunca, “Yok, niye üzüleyim. Sadece seni düşünüyorum.
Kadınlara karşı zaafın var, zarar görmeni istemiyorum!”
dedi. “Nurcan bana zarar verecek bir kadın mı ki?” dedim, sözlerinden
tedirgin olmuştum.
“Onunla ilgili bilmen gereken
şeyler var... Daha önce bir akrabasını karısından
boşatmış, adamla dost hayatı yaşamış... Ama
adamın karısı bırakmamış peşlerini, zor da
olsa kocasını bunun elinden almış... Daha kocası
yaşarken adamla kırıştırıyormuş... Tehlikeli
bir kadın bu, erkek delisidir... Şimdi oğlundan dolayı içli
dışlı olacaksın iyice, seni avucuna düşürmeye
çalışabilir... Dikkatli ol diye söylüyorum bunları... Üstelik
cinlere, büyülere meraklı bir kadındır... Sana bir muska
vereceğim... Onu devamlı üzerinde bulundur... Seni elde etmek için bu
yollara başvurabilir... Daha sonra zarar görmeni istemiyorum!” dedi.
Aysel’in sözlerinden
korkmadım dersem yalan olur. Nurcan hakkında
sandığımdan daha fazla şey biliyordu ve üstelik
Nurcan’ın göründüğü gibi biri olmadığını
söylüyordu. Akşam Nurcan’ın anlattıklarını söylesem mi
söylemesem mi diye düşündüm, ama Aysel zaten biliyordu bunları. O
yüzden gizlemeye gerek duymadım ve anlattım.
Aysel sessizce dinledi beni.
Sonunda, “Bak, dediklerim çıktı ortaya. Kendini temize
çıkarıyor aklı sıra, ama onu külahıma anlatsın.
Oğlunu bahane edip erkek peşinde koşuyor. Şimdi gene
aynısı olacak. Oğlu iyi olacak diye senin peşinde dolanacak
devamlı. Dikkatli ol Osman. Kadın seni avucuna düşürmeye
çalışacaktır. Hele de Refiye’nin zenginliğini de
öğrendi ya, tamam işte. Dün Refiye büyü yapmam için kolundaki
bileziği çıkarıp uzattığında
ağzının suyunun nasıl aktığını
görseydin bana hak verirdin. Her zaman tetikte ol. Vereceğim muskayı
sakın yanından ayırma!” dedi.
Aysel üzerine basa basa
söylemişti bunları. “Ondan korkuyor musun?” diye sordum. “Ne
korkacağım, o benden korksun. Korkmasa geçmişini benden gizler
miydi hiç. Bana anlatmadı diye onun hakkında bilgi sahibi
olmadığımı sanıyor ama aldanıyor. Yediği
naneleri biliyorum... Ha bu arada, aklıma takıldı, sen dün onun
koynuna girdiğinde oğlu neredeydi?” diye sordu.
“Yoktu evde. Kavga etmiş
oğluyla, o da bir akrabasına gitmiş kalmaya.” dediğimde
Aysel gözlerini açtı ve “Kandırmış seni, yalan
söylemiş!” dedi. “Ne kandırması, biz ikimizdik evde!” dedim,
ancak Aysel, “Onun akrabası filan yok, kimmiş akrabası? Hiçbiri
onunla görüşmüyor, adamı karısından boşattı diye
hepsi selamı sabahı kesmiş, yalan söylüyor orospu. Belli ki
oğlu o sırada evdeydi, ama sana söylemedi. Sen de çocuğu
görmediğin için evde yok sandın. Korktuğum başıma
geldi, orospu şimdiden çalışmalara başlamış!”
deyince ne diyeceğimi şaşırdım.
Ben Nurcan’ı sikerken
oğlu evde miydi? Bu nasıl olabilirdi? “Sen ciddi misin? Şaka
yapmıyorsun değil mi?” diye sordum. Ancak Aysel, “Ne
şakası, dedim ya sana onun akrabası falan yok, kimse
suratına bakmıyor bunun, yalan söylemiş sana!” dedi yüksek
sesle.
Nurcan’ın söyledikleri
geldi aklıma o sırada. “Evlendikten sonra eş dost, akrabalar
içinde beni yuva yıkan kadın diye görmeye başladılar.
Karısından boşanmasına sebep diye beni gösterdiler...”
demişti akşam.
Aysel’in sözleriyle
Nurcan’ınkiler örtüşüyordu. İyi ama oğlu evdeyken benimle
nasıl olur da sikişmişti? Hem o sırada oğlu evdeyse
nerede ve ne yapıyordu? Tuhaf ama aynı zamanda mide
bulandırıcı bir şeydi bu? Beraber sikişmiş,
sonrasında yıkanmıştık. Ve oğlu Mehmet tüm bu
süre boyunca evdeydi. Aklım almıyordu bunu...
Kısa bir zaman sessiz
kaldık. Gonca ile saat 10:00’da buluşacaktım ve şimdi saat
09:30 olmuştu, yarım saatim vardı. Yarağımın
sertliği geçmişti, ama bu noktaya geldikten sonra boşalmadan
yataktan çıkmak, gitmek istemiyordum. Elimi amına
attığımda, Aysel, “Hayırdır?” dedi gülerek. “Sen
zevkini aldın nasılsa, ya ben ne olacağım?” dediğimde,
“Seni yatağa boşuna getirmedim!” dedi kahkahayla.
Bacaklarını iki yana
iyice açtı ve kabarmış am dudaklarını okşarken,
“Gel bakalım!” dedi. Bacaklarının arasında yerimi
aldım, inişe geçmiş yarağımı okşamaya
başlarken, Aysel bir eliyle memelerini, diğeriyle de amını
okşuyordu. Dudaklarını emip yalıyordu bu arada. Üzerine
doğru eğildim ve yarağımı amına sürttüm bir süre.
Etli am dudakları yarağımın kafası değdikçe
yaprak gibi titriyordu. Nihayet amına girecek sertliğe
ulaştığında yarağımı tuttum ve
bastırdım amına.
Derin ve geniş amı
rahatça aldı içine yarağımı. Uzandım üzerine iyice,
tamamen altıma aldım onu. Aysel kollarını sırtıma
attı, beni kendine çekerken ağır hareketlerle sikmeye
başladım. Götümü ve belimi yavaş yavaş oynattıkça yarağım
da amına ağır ağır girip çıkıyordu. Aysel
gözlerini kapatıyor, dudaklarını emiyordu yine.
Sırtımda ve belimde
gezinen elleri yavaş yavaş aşağılara kayıyordu.
Derken götümün yanaklarını sıkıca tutup sıkmaya
başladı. Hareketlerim gittikçe hızlanırken Aysel götümü
okşuyordu sanki bir erkeğin kadınınkini okşaması
gibi. Ancak hoşuma gitmişti bu yaptığı. “Bunu da
mı Melahat’tan öğrendin?” diye sordum. İniltilerinin
arasında, “Evet!” dedi.
Aysel’in büyük ve geniş
yatağı rahat bir sikiş ortamı sunuyordu. Göğsümün
altında dolgun memeleri yassılaşmış, ama deli gibi
löpürdüyordu. Ellerimi yatağa bastırdım iyice ve doğruldum,
daha güçlü halde sikmeye başladım. Aysel’in terli
kasıklarına çarpan kasıklarım ve taşaklarımdan
çıkan 'Şlop şlop şlop!' sesleri yatak odasının
duvarlarında patlıyordu.
“Ahhh, ıhhhh, çok güzelll,
devam ettt!” deyip duruyordu Aysel elleri belimde ve götümde gezinmeye devam
ederken. Dizlerimin üzerinde doğruldum bu sefer ve bacaklarını
kavradım dizlerinin arkasından. Havaya
kaldırdığım bacaklarıyla beraber büyük bir güçle
pompalamaya başladım. Aysel biraz önce boşalmıştı,
ama sanki boşalmamış gibi büyük bir zevkle inliyordu.
Yatağın ve evde kimsenin olmamasının verdiği
rahatlıkla sikişimizin şiddeti her geçen saniye artıyordu.
Yarağım amına dibine kadar girip çıkıyor, Aysel’in
sağ eli amının üzerinde geziniyordu gene. Koca memeleri iyice
şişmiş ve küçük birer karpuz gibi olmuşlardı sanki.
Deli gibi sallanıp löpürdüyorlardı.
Bacaklarını
omuzlarıma atarken Aysel ellerini yatağa koyup iki yana açtı iyice.
Ellerimi kalçalarına attım ve deli gibi pompalamaya
başladım. Aysel yarak darbelerimle beraber geriye
kaymıştı ve başı yatak başlığına
çarpıyordu. “Az dur!” dedi ve beyaz yastıklardan birini alıp
başının arkasına koydu hızlıca.
Kaldığım yerden devam ederken Aysel benimle yatak
başlığı arasında sıkışmış
haldeydi.
Var gücümle sikiyordum.
İniltilerimiz birbirine karışıyordu. Terlemiştim,
kalbim deli gibi çarpıyordu. Vücudumun her yeri, her bir kasım
gerilmişti. Ellerimi yatak başlığına attım ve
ondan aldığım destekle son bir güçle pompalamaya
başladım. İniltilerimiz çığlıklara
dönüşmüştü. Yarağımla onu delmek istiyor, amını
parçalamak istiyordum sanki. Çıldırmış gibiydim.
Aysel’den zevkin yanı
sıra acıyla karışık sesler geliyordu şimdi.
Memeleri şahlanmış, vücudundan kopmak istiyormuş gibi
sallanıyorlardı. Omuzlarımdaki bacakları da memeleri gibi
sallanıp duruyordu. Şiddetli sikişimizin sesleri yatak
odasından evin diğer odalarına yayılıyordu. Aysel’in
yatağı ve bazası yeni de olsa sikişin şiddetiyle zangırdıyordu.
Deli gibi boşalmaya
başlarken gözlerim karardı, bir şey göremezken kulaklarım
da sağır olmuş gibiydi, hiçbir ses duyamıyordum, kendimden
geçmiştim adeta. Boşalırken de sokup çıkarmaya devam ettim
yarağımı. Sonunda kendime geldiğimde, Aysel’in, “Kapı,
kapı, kapıya vuruyorlar!” dediğini duydum. Yüzünde keyif ve
zevkin yerini endişe almıştı. Kendimi geriye çekip
amından çıktım telaşla.
Gerçekten de kapıya birisi
vuruyor ve zili de çalıyordu. Kimdi bu gelen? “Birini mi bekliyordun?”
diye sordum, ama Aysel, “Yok, kimseyi beklediğim yok!” dedi doğrulup
toparlanırken. “Ufff, kemiklerimi kırdın!” dedi ayağa
kalkarken de. O sırada kapıdan ikimizi de büyük bir korkuya
düşüren bir kadının sesi geldi. “Aysel Hanım, Aysel
Hanım, evde kimse yok mu?” diyen ses Refiye’nindi.
“Nerden çıktı
şimdi bu?” dedi korkuyla. “Sen mi çağırdın?” diye sordum
giyinirken. “Yok be, ben niye çağırayım?” dedi Aysel. Göz
açıp kapayana kadar giyinmişti. Bu arada Refiye yine, “Aysel
Hanım, Aysel Hanım!” diye seslenirken salonun camını da
tıklatıyordu. Allahtan yatak odası arka tarafta kalıyordu.
Saniyeler önce boşalmış, büyük bir keyif almıştım,
ama şimdi kalbim korkudan hızlı hızlı çarpıyordu.
Her yanımı ateş basmıştı. Refiye Hüsniye ile
basmıştı beni, şimdi bir de üzerine Aysel’le basarsa durum
tam bir felaket olurdu.
Aysel fısıltıyla,
“Sen burada bekle, sakın ses yapma!” dedi desenli parlak
türbanını çenesinin altından bağlarken. Kapıda
bekleyen Refiye’ye ise, “Geldim, geldim, az dur geliyorum!” diye
bağırdı. Sonra da halen gece yatmam için verdiği yorganla
yastığı yatağın üstüne fırlatıp hızla
kapıyı kapattı, ama kapı çarpmanın etkisiyle
açıldı ve aralık kaldı.
Aralık duran
kapıyı kapatmama fırsat kalmadan demir kapının
açılma sesi geldi, Aysel’in, “Kusura bakmayın, uyuya
kalmışım!” dediğini duydum. Refiye, “Estağfurullah,
bizim hatamız, habersiz geldik...” dedi buna karşılık. Tek
başına gelmemişti demek ki. Ama yanındaki kimdi o zaman?
Kapının arkasına saklanırken salona geçişlerini
dinledim.
“Hoş geldiniz, kusura
bakmayın. Sabah çok erken kalktım. Akşamdan misafirim
vardı. Belki tanırsınız, Zehra Hoca adında. Onunla
kahvaltı yaptım, sonra o gidince biraz uzanayım dedim, öyle içim
geçmiş, kusura bakmayın tekrar...” dedi Aysel yalanlarını
arka arkaya sıralayarak. Ancak bu yalanı Refiye yutmuştu. “Ne
demek, olur mu öyle şey, biz hata ettik haber vermeden geldiğimiz
için, keşke bir telefon etseydik...” dedi yanıt olarak.
Refiye’nin yanında bir
kadın vardı ama kim? Ses çıkartmamaya azami dikkat ediyordum.
Sonunda giyinmiştim, ama bu arada cep telefonumun üzerimde olmadığını
fark ettim, salonda kalmıştı. Büyük bir korkuya
kapıldım. O anda Refiye telefonumu görürse kıyamet kopabilirdi.
Yapabileceğim bir şey yoktu konuşmalarını dinlemekten
başka.
“Aysel Hanım bu benim
yengem Emel. Kendisi abimin hanımıdır. İstanbul’da yaşıyor.
Nikâhım için geldi sağ olsun...” dedi Refiye. Demek yanındaki
yengesi Emel’di. Niye gelmişlerdi peki? Büyük bir merakla dinlemeye devam
ettim. Aysel, “Memnun oldum, hoş geldiniz!” derken, Emel de, “Memnun oldum!”
dedi.
Saat 10:00’a geliyordu. Gonca
ile buluşacaktım, ama Aysel’in yatak odasında
sıkışıp kalmıştım. “Emel yengemin bir
sıkıntısı var Aysel Hanım, daha doğrusu
isteği. Onun için geldik zaten. Sen yabancı olmadığın
için anlatmamda sakınca yok. Yengemin abimle arası kötü,
evliliği iyi gitmiyor, yürümüyor. Abim evi terk edip bir kadınla
beraber yaşamaya başlamış. Yengem de boşanma
kararı aldı. Boşanınca kızıyla beraber burada
yaşayacak, zaten Konya'lıdır. Yengem çalışan bir
kadındır, okumuş, kültürlüdür. İstanbul’da bir
şirkette muhasebe müdürüydü. Şimdi ona göre uygun bir iş
arıyoruz. Osman’a söylemek istemedim. Sen bu konuda yardımcı
olursan çok makbule geçecek. Senin tanıdığın çoktur,
hatırlı dostların olduğunu biliyorum. Herkese iyiliğin
dokunuyor, yengem için de yaparsan inan dünyalar bizim olacak...” Refiye tane
tane söylemişti bunları.
Aysel, “Ne demek, elbet
yardımcı olurum. Sen de ailen de benim için değerlisiniz. Size
iyilik yapmayacağım da kime yapacağım Allah
aşkına?” dediğinde, Emel, “Çok teşekkür ederim, çok
sağ olun, Allah ne muradınız varsa versin!” dedi heyecanla.
Refiye, “Biz CV’sini de getirmiştik, onu da ver istersen Emel!”
dediğinde, Aysel, “Tamam, ben en kısa zamanda güzel bir iş
bulurum size, hiç üzülmeyin. Tanıdıklara haber salarım hemen.
Boşanmak maalesef bazı kadınların kaderinde var. Ama güçlü
olacaksanız, ayakta duracaksınız, hem kendiniz için hem
çocuklarınız için. Bana her gün bir sürü kadın geliyor
kocasının kendisini aldattığını söyleyen. Ama
içlerinden bir iki tanesi hariç kimse boşanma lafı etmiyor. Çünkü
boşansalar nasıl geçinecekler, nasıl yaşayacaklar. Hepsi
sineye çekiyor, öylece yaşamaya devam ediyorlar. Ama Maşallah Emel
Hanım aslan gibi bir kadın. Daha ilk görüşte belli oluyor bu.
Kendi ayaklarının üstünde duran bir kadın. Allah her şeyin
hayırlısını versin. Siz hiç merak etmeyin, ben sizin
isteğinizi yerine getiririm!” dedi.
Aysel’in bu uzun
konuşmasının ardından, Refiye, “Ben kaç zamandır
abimle görüşmüyorum, konuşmuyoruz, ama Emel’le can ciğeriz, çok
severiz birbirimizi. Yenge görümce değil de kardeş gibiyiz. Onun
acı çekmesini, üzülmesini hiç istemem. Boşanmasını da ben
ondan daha çok istiyorum. Bu iyiliğini de karşılıksız
bırakmam Aysel Hanım!” deyince, Aysel, “Bırak Allah
aşkına Refiye Hanım, bunun lafını etme. Çıkar
aklından şu düşünceleri!” dedi yüksek bir tonda.
Biraz sonraysa, “Biz o zaman
kalkalım, sizi de daha fazla rahatsız etmeyelim!” dedi Refiye. Bir
dakika kadar sonra Emel ve Refiye çıkmış, evin demir
kapısı arkalarından kapanmıştı. Derin bir soluk
alırken Aysel içeri girdi. Yüzü kireç gibiydi, “Allah korudu, ucuz atlattık!”
dedi. Elinde beyaz bir dosya vardı. “Abisinin karısı için
iş bakıyormuş...” diye konuşmaya başlarken, “Duydum
hepsini!” dedim. Elindeki dosyayı gösterip, “Bu da kadının
şeyiymiş, bir şey dedi ama anlamadım!” deyince gülerek,
“CV’si!” dedim. “Ne zıkkımsa!” dedi Aysel yüzünü buruşturarak.
“Sen bir an önce çık bence!”
dedi heyecanla. “Cenabet halde nereye çıkayım?” dedim
karşılığında. “Git yıkan o zaman!” dedi sinirli
bir halde. “Benim telefonum salonda kalmış!” dediğimde, Aysel,
“Ben yorganın içine koymuştum!” dedi ve salona geçti. Hemen
yatağın üzerine attığı yorganı açtım,
telefonum içindeydi. Bu arada montum da içindeydi yorganın. O heyecan ve
korkuyla montumun da salonda kaldığını unutmuştum.
Gonca’yı aradım hemen.
“Kusura bakmayın, ben biraz gecikeceğim.” dediğimde, “Önemli
değil, ben de otobüsteyim daha, sıkmayın kendinizi...” dedi
sıcak bir sesle. Banyoya geçip çabucak yıkandım, kurulanıp
giyindim. Aysel’in salondaki sehpanın üzerine koyduğu beyaz
dosyayı açtım. İçinde Emel’in her biri üçer sayfalık üç
CV’si vardı.
En üsttekini aldım.
Vesikalık bir resmini sağ üst köşeye ataçla tutturmuştu.
Oldukça hoş ve bakımlı, güzel görünüyordu resimde. Bej renkli,
desenli bir türbanla bağlamıştı başını,
altından görünen beyaz sıkı bonesi geniş alnının
üstünü kapatıyordu. Kahverengi gözlerini çevreleyen uzun siyah kirpikleri
tek tek sayılıyordu nerdeyse. İnce siyah
kaşlarının özenli bir şekilde alındığı
belliydi. Açık pembe hafif bir ruj sürmüş gibiydi dudaklarına.
Kapalı, üzeri yıldızlarla süslü bej bir bluzun üzerine koyu yeşil
renkli bir ceket giymişti. Bluzun üzerindeki yıldızların
rengiyle uyumlu olmuştu ceketi. Her yönüyle alımlı, çekici bir
kadındı Emel.
Kızı Ecmel Açıköğretimde
okuyordu. Ben onu da Açıköğretim mezunu sanırken Gazi
Üniversitesi İşletme bölümünden mezun olduğu yazıyordu.
İş hayatı boyunca pek çok mesleki kursa ve eğitime de
katılmıştı.
Doğum tarihi de
yazıyordu. Refiye’den sadece bir yaş büyüktü. 20 yıldır
çalışıyordu, çalıştığı yerler de üst
düzey ve çoğunlukla ithalat ihracat firmalarıydı. Muhasebe ve
finansman müdürlükleri yapmıştı. En son
çalıştığı yerde de görevi buydu. İngilizceyi çok
iyi seviyede bildiği yazılıydı. Refiye’den ve şimdiye
kadar tanıdığım kadınların hemen hepsinden birkaç
gömlek üstün bir kadındı Emel.
Refiye’nin kalas abisi böyle bir
kadını nereden bulmuştu ve nasıl olup da
aldatmıştı. Üstelik aldatmakla da kalmamış, muhtemelen
Esra’nın söylediği Emel’le aynı firmada çalışan
sekreter kızla beraber yaşamaya başlamıştı. Emel
kocasından boşanacak ve artık burada, yakınımızda
olacaktı. O anda içimde bir şeylerin
kıpırdadığını hissettim.
Bu sırada Aysel’in sesini
duydum, “Bakıyorum kadının kâğıtlarına
daldın!” dedi gülerek. “Kadın bayağı eğitimli,
kültürlü, benim tahmin ettiğimden daha fazla hem de. İnşallah
ona göre bir iş bulursun!” dedim. “Valla bakacağız artık,
hayat ne getirir belli olmaz!” dedi. Aysel bunları söylerken aklıma
Kübra Hanım geldi. Çok zengin ve büyük bir şirketin sahibinin
kızıydı. Belki bu konuda bir yardımı dokunabilirdi.
Elimdeki CV’yi gösterip, “Bunu alıyorum, tanıdık biri var, ona
gösteririm!” dediğimde, Aysel, “İyi tamam!” dedi. Sonra da, “Bakıyorum
kadını kanatlarının altına almaya niyetlisin!” dedi
kahkahayla. Sözlerindeki imanın farkına vardım, ama gülmekle
yetindim.
Yanağına ıslak
bir öpücük kondururken basma eteğinin altındaki dolgun götünü
avuçladım. “Eğer gelmeselerdi götünün de tadına bakacaktım!”
dediğimde, “Hadi hadi çok konuşma da git, kaldıkça aptal aptal
konuşuyorsun!” dedi sinirlenmiş gibi. Ama hemen ardından, “Bundan
sonra çok aralık bırakma!” dedi gülümseyerek.
Tam çıkacakken, “A, dur
bekle!” dedi telaşla. Az sonra elinde küçük, üçgen şeklinde
kalın bir muska ile geldi. “Al bunu, boynuna tak, yada cebine koy!”
diyerek elime sıkıştırdı. “Okunmuştur, her zaman
üzerinde bulunsun, hele de Nurcan’ın yanındayken!” dedi. Muskayı
montun iç cebine koydum.
Çıktığımda
saat 10:30 olmuştu. Arabaya atladım, Gonca’nın dediği
AVM’ye 20 dakika sonra vardım. Arabayı park ettikten sonra
aradım, yeme içme katında olduğunu, ortadaki masalardan birinde
oturduğunu söyledi. O kata çıktığımda bir süre
aradım nerede olduğunu.
İlerdeki bir masadan kalkan
el daha fazla aramama mani oldu. Gonca uzun zaman sonra
karşımdaydı...
[Osman]
|