Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 129. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
Masaya geldiğimde ayağa kalktı, sıcak
bir gülümseme belirdi yüzünde. Uzun zaman sonra karşımdaydı
Gonca. “Hoş geldiniz, kusura bakmayın sizi işlerinizin
arasında rahatsız ettim ama önemli bir mesele olmasa hiç
aramazdım...” dedi yerine oturunca. “Ne demek, her zaman arayabilirsiniz!”
dedim.
Kol ağızları dantelli uzun ve bol siyah bir
pardesü giymişti. Başını ise omuzlarını da örten
sarı ve siyah desenli büyük bir türbanla bağlamıştı.
Bembeyaz yüzü ve kardeşininki gibi ela gözleriyle çok güzel görünüyordu.
Her zamanki gibi makyajdan eser yoktu yüzünde ama bu onun doğal ve duru
güzelliğini daha da belirginleştiriyordu.
Fazla büyük olmayan bir AVM idi burası. Nispeten erken bir saat olduğundan da yeme içme katı pek
kalabalık değildi. Yüksek perdeden çalan müzik fazla sayıda
olmayan insanların seslerini bastırıyordu. Çekingen görünüyordu
Gonca, heyecanlıydı aynı zamanda. Belki de bu yüzden en
arkalarda kalan masalardan birine oturmuştu.
Halimi hatırımı sorarken elleri titriyor,
parmaklarıyla oynuyordu. Siyah tüyler vardı parmaklarının
üzerinde. “Evlendiğinizi söyledi Semanur. Yani, şey, haberim
vardı zaten de nikâhınızın olduğunu yeni
öğrendim. Tebrik ederim, Allah mesut etsin, sizi de eşinizi de...”
dedi utangaç bir edayla. “Teşekkür ederim!” dedim.
Konuya girmesi için bir süre sessiz kaldım ama Gonca
konuşacak cesareti bir türlü bulamıyor gibiydi. Sonunda, “Buraya
gelmemizin sebebi Semanur mu?” diye sordum. Önüne eğdiği
başını birden kaldırdı. Bembeyaz yüzü pembeleşti,
“Evet...” diye iniltiyi andıran bir ses çıktı
dudaklarından.
Kısa bir sessizliğin ardından
fısıltılı bir sesle ama cümleler arasında uzun
boşluklar bırakarak konuşmaya
başladı. “Şey, nasıl desem, yani... Dün akşam Semanur eve geldiğinde çok kötü görünüyordu... Ne
olduğunu sordum ama cevap vermedi, kendini odaya kapattı, kapıyı
da kilitledi... İçerde
ağladığını duyuyordum... Birkaç sefer kapıyı
açmasını istedim ama beni tersledi her
seferinde... Daha fazla dayanamadım... Zor da olsa diğer
kapılardan birinin anahtarıyla açtım kapıyı...
İçeri girdiğimde onu elinde bir avuç hapla buldum... Hapları zar
zor aldım elinden... Biraz daha geç kalsam içecekti hepsini...”
“Annem Allahtan evde yoktu, olsaydı daha kötü olurdu...
Elini yüzünü yıkadım, ne olduğunu sordum ama anlatacak halde
değildi... Zaten çok geçmedi uykuya daldı... Ne olduğunu
öğrenebilmek için cep telefonuna baktım... Normalde hayatta hiç
yapmayacağım bir şeydir ama öyle bir durumda yapacak başka
bir şey bulamadım... Telefonunda sizden gelen cevapsız bir
çağrıyla mesajı gördüm... “Parayı dert etme, hallederiz.”
gibi bir şey yazmışsınız... Neden öyle bir şey
yazdığınızı merak ettim, üstelik Semanur’un sizinle ne
işi olduğunu da çözemedim... Bunu ona da soramadım... Çok
sinirlenip daha da kötü olur diye korktum çünkü... Ama bu sabah kendisi
konuştu benimle... Dün sizinle yaptığı görüşmeyi
anlattı... Sizinle görüşmek istediğim konu da buydu...”
Sözleri biterken bembeyaz yüzünün pembeliği daha da
artmıştı. Utanarak söylemişti bunları. Kardeşinin
evlilik dışı bir ilişkiden hamile olduğunu,
bebeğini aldırmak istediğini ve bunun için benden yardım
istediğini biliyordu Gonca.
Önce ne desem diye düşündüm. Semanur’un ilaç içip
intihara kalkışacak kadar çaresiz kaldığını,
gözünün karardığını öğrenmek beni epey üzdü.
“Şimdi nasıl peki?” diye sordum. “Ağzını bıçak
açmıyor, yüzünden düşen bin parça. Anneme dün olanları söylemedim.
Sadece “Başından ayrılma, bir yere bırakma!” diye
tembihledim...” diyerek cevap verdi Gonca.
Sessiz kalmam üzerine, “Semanur kendisine yardım
etmenizi istemiş, ama siz kabul etmemişsiniz?” dedi titreyen
dudaklarıyla. “Yok, öyle bir şey demedim. Düşünmem lazım dedim sadece. Mesajı da onun için attım!” diye
cevap verdim. “Şey, bunu söylemek benim için çok zor ve utanç verici ama
içinde olduğumuz durumu anlamanızı istiyorum. Şu an insanların içine çıkarken bile
utanıyoruz, nişanın atılması yeterince utanç verici bir
şey. Bir de üzerine bu durum eklenirse insan içine çıkacak durumumuz
hiç kalmaz, başımıza ne gelir Allah bilir. Semanur namusumuzu
iki paralık etti ama sonuçta benim kardeşim, bir parçam. Atsan
atamazsın satsan satamazsın...”
“Size yalvarıyorum, bir abla olarak, çaresiz biri
olarak yalvarıyorum. Ne olur bizi bu sıkıntıdan
kurtarın. Sizi nasıl bir yükün altına soktuğumuzu biliyorum
elbette. Bunun ne kadar günah olduğunu da biliyorum ama elimizden
başka bir şey gelmiyor. Semanur’un o çocukla evlenmesi mümkün
değil. O çocuğun doğru düzgün bir
işi yok, serserinin biri, komşularından duyduğumuza göre
uyuşturucu madde de kullanıyormuş. Kardeşim saftır,
güzel sözlerle kandırmış onu. Ailesinin de durumu iyi
değil. Yani hem maddi hem de manevi olarak iyi değil, babası
alkoliğin biri. Onlarla uyuşmamız mümkün değil. Semanur
onunla evlenirse bir ömür boyu mutsuz olacak, doğacak çocuğun da bir
geleceği olmayacak...”
“Lütfen, bu işi hemen halletmemiz gerekiyor. Geç
kalırsak mahvoluruz. Ne isterseniz yaparım, gerekirse yanınızda
maaş almadan çalışırım. Ortaokuldan sonra belediyenin
meslek kursuna gitmiştim. Büro yönetimi ve
sekreterlik okumuştum. Evlenene kadar
çalışmıştım. Yanınızda para almadan
çalışırım, ne isterseniz yaparım. Bizi bu dertten
kurtarın yeter ki...”
Gonca’nın sözleri biterken gözleri nemlenmişti.
Dokunsanız ağlayacak bir haldeydi. Dudakları titriyordu.
Karşımda çaresiz, yalvaran gözleriyle bana bakıyordu. Semanur’a
yardım etmeye karar vermiştim. Aysel de buna
onay vermişti. Ancak Gonca verdiğim karardan habersiz beni ikna
etmeye çalışıyordu. Yapacağım yardım
karşılığında ne istersem yapacağını
söylüyordu üstelik. O anda içimde bir şeyler kıpırdadı. Bu
durumu çıkarım için kullanacaktım.
Uzun zamandır arzuladığım,
istediğim biriydi Gonca. Hele onu bizim evde, Esra’nın doğum
günü partisinde deli gibi, adeta bir dansöz gibi kıvırta
kıvırta gördüğüm günden beri hayallerime, rüyalarıma girer
olmuştu. Ulaşılmaz, fethedilemez bir kale gibi görünmüştü
onca zaman. Ama şimdi biraz zorlamayla kalenin kapılarını
ardına dek açmamam için herhangi bir sebep yoktu.
“Semanur’un durumuna üzülüyorum. Elbette yardım etmek isterim. Özge yanımda çalışıyor, o
olmasa seve seve sizi işe alırım. Öyle
para almadan çalışırım filan da demeyin. Emeğinizin
karşılığı neyse alırısınız...” dediğimde
heyecanla sözümü keserek, “Yani yardım edecek misiniz?” diye sordu.
Gözlerinde “Evet.” diyeceğime dair bir umut belirmişti.
Söyleyeceklerime dikkat kesilmişti.
“Evet, yardım edeceğim, yalnız bunun için
bir şartım var!” dediğimde, Gonca, “Merak etmeyin, borcunuzu ne
yapıp edip ödeyeceğiz!” dedi atılarak. “Hayır hayır,
öyle bir şey değil!” dediğimdeyse, “Ne
peki?” diye sordu meraklı gözlerle. Ancak o anda bir şey dememe
fırsat kalmadan masanın üzerine koyduğu siyah
çantasının içinden çalan telefonun sesi yükseldi. “Özür dilerim...”
diyerek elini çantasına atıp telefonu aldı. Heyecanla, “Semanur
arıyor!” dedi ve açtı telefonu.
“Osman beyin yanındayım, evet, konuşuyoruz.
Tamam, haber veririm, ararım ben seni!” diyerek
kapadı, kısa bir konuşma olmuştu. “Ne oldu diye merak
ediyor, onun için aramış...” dedi yüzünde
beliren gülümseme eşliğinde. Teklifimi doğrudan söylemem için
herhangi bir engel yoktu, sadece mekânla ilgili sıkıntı
vardı. Böyle bir yerde ona kendisiyle yatmak istediğimi
söyleyemezdim.
“İsterseniz daha müsait bir yere gidelim?”
dediğimde yüzündeki gülümseme kayboldu birden. “Neden?” diye sordu.
Açıklama yapmak yerine, “Daha müsait bir yere gidelim, orada
konuşuruz!” dedim ve ayağa kalktım. Gonca
şaşırmıştı ama bir şey de diyemedi.
Kalktı ayağa. Arabada oturup konuşmaktı niyetim.
Çantasını omzuna atmış yanımda
yürüyordu. Yan gözle bakıyordum ona. Üzerindeki uzun ve bol pardesüsü
vücut hatlarını gizliyordu. Ayağında rengi biraz
solmuş siyah topuklu ayakkabılar vardı, adım attıkça
“Tak, tuk!” diye sesler çıkarıyordu zemin üzerinde. Yürüyen
merdivenlerden indik.
AVM’nin çıkışına yöneldiğimde, “Osman Bey nereye gidiyoruz?” diye sordu. “Ha, şey,
arabaya gidelim, dışarıdaki otoparka park etmiştim, orada konuşuruz!” dedim ve bir şey demesini
beklemeden yürüdüm. Peşimden gelmeye devam etti.
AVM’den çıkıp otoparka yöneldim.
Arabaya yaklaşırken Gonca yeniden, “Osman Bey, neden buraya geldik?”
diye sordu. “Rahatsız oldum orada, müzik başımı
ağrıttı, kalabalığa pek
gelemiyorum!” dedim. Arabanın kapısını açtım girmesi
için, Gonca pardesüsünü toplayıp koltuğa otururken ürkek ve tedirgin
bakışları üzerimdeydi, gözleriyle takip ediyordu beni. Etrafta
çok fazla araç ve insan yoktu. Nihayet arabaya binip kapıyı
kapadığımda baş başa kaldık.
Kucağında tuttuğu çantasının kayışlarını sıkıyordu. Söyleyeceklerimi
bekliyordu büyük bir merakla. Yüzündeki heyecan hemen belli oluyordu. Sonunda
daha fazla uzatmadan söze girdim. “Semanur’un durumu beni de çok üzüyor. Dün
bana teklifte bulununca hem şaşırdım hem de korktum. Böyle
bir işin içine girmemin ne kadar doğru
olduğunu bilmiyordum çünkü. Sözlerine, nasihatlerine güvenebileceğim
insanlara danıştım dün akşam.
Onlar onay verince yardım etmeye karar verdim. En erken şekilde
çocuğunu aldırması için gereken parayı vereceğim. Ama
az buz bir para değil bu, ben de orta halli bir esnafım sonuçta.
Bunun da bir geri ödemesinin olması gerekiyor...” dediğimde, “Tabii ki haklısınız...”
dedi gözlerini kaçırarak.
“Şu sizli bizli konuşmaları bıraksak
artık, nasıl olur? Birbirimize ismimizle hitap edelim, olmaz
mı?” dediğimde, “Şey, bilmem ki...” dedi gülümseyerek. “Bence çok güzel olur!” dedim. Ürkek
bir sesle, “Nasıl isterseniz, şey yani nasıl istersen...” dedi.
Bir süre sessiz kaldım, ellerim direksiyonda gezindi. Aklımda
toparlamaya çalışıyordum söyleyeceklerimi.
“Lütfen beni yanlış anlama... Kardeşinin
içinde bulunduğu durumun tek sorumlusu kendisi... Yani nefsine hakim olamamasının, iffetsizliğinin
sonuçlarını çekiyor şimdi... Oysa sen öyle değilsin... Genç
yaşında eşinden
ayrılmışsın ama buna rağmen
yaşayışın, hareketlerin yani ne bileyim her şeyinle
ondan çok farklısın... Bazen ikinizin kardeş olduğuna
inanmakta zorluk çekiyorum...” dediğimde, “Çoğu kişi
öyle söyler...” dedi usulca. “Gerçekten öyle ama!”
dedim ve sonrasında bir süre daha sessiz kaldım.
Gonca elindeki çantasının kayışlarını
sıkıyordu yine. “Yardım ederim ama sadece sen 'Evet' dersen!”
dediğimde başını kaldırdı. Sanki sonrasında
söyleyeceklerimi tahmin etmiş gibi baktı yüzüme, yutkundu. “Uzun
zamandır senden hoşlanıyorum!” dediğimdeyse, “Lütfen!” dedi
elini kaldırarak, devamında söyleyeceklerimi duymak istemiyordu. Ama
isteklerimi artık içimde tutamaz, saklayamazdım. “Eğer benimle
olmayı kabul edersen kardeşine yardım
ederim!” dedim.
Sözlerim biterken, “Osman Bey!!!” diye küçük bir
çığlığı andıran sesi arabanın içini
doldurdu. Artık ok yaydan çıkmıştı, ben içimdekini
dökmüştüm. Bundan sonrası Gonca’ya kalmıştı. “Böyle
bir şeyi düşünmeniz, söylemeniz çok aşağılıkça!”
dedi başını önüne eğerken.
Gözyaşları yanaklarından çantasına damlıyordu.
Titriyordu dudakları. Kapana kısılmış bir kedi yavrusu
gibi çaresiz hissediyordu kendini o anda.
“Senden hoşlanıyorum...”
dediğimde, “Osman Bey lütfen!” diyerek susturdu beni. Başı öne
eğik halde sessizce ağlıyordu. Hırsından çantanın
kayışlarını olmayan
tırnaklarıyla, parmak uçlarıyla delmeye
çalışıyordu.
Bir zaman sessiz kaldık. Bir şey söylemek istesem
de beni yine susturacağını biliyordum. “Böyle bir şey
söyleyeceğinizi tahmin etmiştim!” dedi Gonca
yaşlı gözleriyle. “Buraya gelmemiz boşuna değilmiş...
Dediğiniz doğru, kardeşim
iffetsizliğinin cezasını çekiyor... Peki ama benim suçum ne?”
dedi sert bir sesle. “Senin suçun yok!” dediğimde, “O zaman bu sözleriniz
ne anlama geliyor, kardeşimin pisliğini beni kirleterek mi
temizleyeceksiniz?” dedi titreyen dudaklarıyla.
“Senden hoşlanıyorum!” dedim yine, elimi omzuna
atmak istedim ama yapamadım. Gonca’nın vereceği tepkiden
çekiniyordum. “İçinde olduğumuz durumdan faydalanmaya
çalışıyorsunuz, bu hareketiniz çok rezilce, çok
aşağılıkça, ağzıma daha kötü sözler de geliyor
ama gene de tutuyorum kendimi!” dedi
boğulurcasına. “Benim öyle bir niyetim yok, sadece
hoşlanıyorum senden!” diyebildim. Öyle bir niyetim yok desem de
gerçek buydu. Onu sikmenin hayalini uzun zamandır kuruyordum.
Sonrasında Gonca derin bir sessizliğe gömüldü.
Artık ağlamıyordu. Arabanın camını
açıp bir sigara yaktım. Arada bazen önümüzden gelip geçenler oluyor,
bakıyorlardı. Ben de onlara (Ne var lan?) der gibi bakıyordum.
Her ne kadar ondan gerçekten hoşlanıyor olsam da, böyle bir
durumdayken Gonca’nın buna inanmasını beklemem hata olurdu. Onun
karşısında çaresizliğinden faydalanmaya kalkan, hayvanca
duygularını açığa vuran biriydim sadece.
Sigaramdan son bir nefes çekerken Gonca elini
çantasına atıp telefonunu çıkardı. Birini aradı, kimi
aradığını bilmediğim için büyük bir meraka
kapıldım. Az sonra, “Alo Semanur, Osman Bey yardım
edeceğini söyledi, evet, parayı verecek. Sen doktoru ara, hastaneyle
konuş, gereken neyse yapalım hemen!” dedi soğuk bir sesle ve
kapadı telefonu.
Sigarayı atıp camı
kapadım. Eski model, kenarları soyulmuş telefonunu elinde
çevirip durdu bir süre. Sonra başı öne eğik, yüzüme hiç bakmadan,
“Aşağılık teklifinizi kabul ediyorum!” dedi. Ardından,
“Parayı ne zaman vereceksiniz?” diye sordu. “İstersen bugün, istersen
yarın, ne zaman uygunsa!” dediğimde, “Hemen bugün verin!” dedi
oldukça soğuk ve sert bir sesle.
Semanur 12-13 bin liradan bahsetmişti. Para
işyerindeki kasadaydı, o nedenle işyerine gitmem gerekiyordu.
“Para işyerinde, oraya gitmem gerek!”
dediğimde, “Gidelim o zaman!” dedi aynı soğuk tonda.
Arabayı çalıştırıp işyerine sürdüm. Yol boyu hiç
konuşmadık.
İşyerine
yaklaştığımda, “Özge işyerindedir, seni görmemesi daha
iyi olur. Sen istersen burada inip şu karşıdaki pastanede bekle
beni. Seni oradan alırım!” dedim. Önce sessiz kaldı, ama sonra
inmeye karar verdi. Ancak elini atıp kapıyı tam açarken, “Beni
kandırma sakın!” dedi gözlerimin içine bakarak, ardından inip
kapıyı sertçe kapadı.
Gonca pastaneye girerken ben de birkaç yüz metre daha
ilerleyip işyerine geldim. Refiye ile nikâhımdan sonra ilk kez
geliyordum işyerine. Çalışan çocuklar beni karşılarında
görünce şaşırdılar önce, ama sonra tek tek, “Hoş
geldin!” deyip tebrik ettiler. Özge masasındaydı. Beni görünce
heyecanlandı birden, ayağa kalkıp gülen bir yüzle, “Hoş
geldin!” dedi. Beni görmeyi hiç beklemiyordu, “Hoş bulduk,
nasılsın?” dediğimde, “İyiyim!”
dedi gözlerinin içi gülerken. Ben yerime geçerken o da peşimden geldi.
Nikâhtan beridir görmüyordum onu da. Üzerinde siyah renkli
uzun kloş bir etekle açık pembe bir gömlek vardı. Gömleğin
üzerine ise dizlerine kadar inen açık mavi ince bir yelek giymişti.
Başını da eteği gibi siyah bir şalla
bağlamıştı. Uzun siyah topuklularının üzerinde
bir kuğu gibi yükseliyordu. Yüzünde makyaj yoktu ama annesinden
yediği dayağın izi de kalmamıştı.
Odamın kapısını kapattı. Ben
koltuğuma otururken, “Neredesin kaç gündür, çok özledim seni...” dedi
fısıltıyla. Masaya koyduğu narin beyaz elini tutup öptüm,
“Ben de seni özledim...” dedim. “Niye gelmiyorsun peki?” dedi alınmış gibi. “İşlerim var halletmem
gereken. Ben yoksam da buranın patronu sensin, sen idare edersin!” dedim,
ama Özge, “Allah aşkına ben işten mi
bahsediyorum!” dedi sinirlenmiş gibi.
O sırada kapıdan hafif bir tıklama sesi
geldi, ardından da açıldı. Şevkiye göründü. Gülümseyerek,
“Hoş geldin, kusura bakma mutfaktaydım...”
dedi. Yan gözle Özge’ye bakıyordu bunları söylerken. Özge
Şevkiye’nin gelmesinden rahatsız olmuştu, ancak aynı
rahatsızlık Şevkiye’de de vardı.
Özge, “Ben birazdan gelirim!” diyerek çıkınca,
Şevkiye masaya yaklaştı, alçak sesle, “Şey, ne yaptın,
benim ev işini halledebildin mi?” diye sordu. “Bismillah, daha yeni
geldim, bir soluklanayım önce. Nikâhım oldu, evlendim, o arada senin
işini nasıl düşüneyim?” dedim tepkiyle.
Şevkiye geri adım atar gibi, “Kusura bakma,
densizlik ettim. Haklısın. Ama biliyorsun durumumu, bir an önce
oradan çıkmam gerek, onun için, yoksa art niyetim yok...” dedi ürkekçe.
“Alınma hemen, ben hallederim dediysem hallederim. Ama bana biraz zaman
ver, olur mu?” dediğimde, “Olur, nasıl istersen!” dedi
başını önüne eğerek.
Ona aldığım koyu mavi renkli pardesüyü
giymiş, başını da gene benim
aldığım koyu yeşil bir türbanla
bağlamıştı. Dolgun vücudunu saran pardesüsünün altında
vücut hatları belli oluyordu. Spor ayakkabıları vardı yine
ayağında. Bir kadın olarak 40 numara ayakkabı giymesinin
sonucuydu bu. Uygun, güzel bir ayakkabı bulamamıştım
ayakları büyük olduğu için.
“Bana güzel bir kahve yapsana!”
dediğimde, “Hemen getiriyorum!” dedi neşeyle. Çıkarken
kapıyı kapatmasını istedim. O
çıkınca kasayı açtım hemen. İçinden
Semanur’un istediği tutarı alıp masanın üstüne koydum.
Kasayı kilitlerken kapı açıldı ve Özge girdi içeri. Tabii
masanın üstündeki paraları görmüştü. Gözleri fal taşı
gibi açıldı, “Bu para ne böyle?” diye sordu.
O anda inanacağı bir şey söylemem
gerekliydi. “Refiye’nin parası bu. Kasada tutmam için vermişti. Bana
bak, aramızda kalacak. Kimseye söylemek yok, ona
göre!” dedim. Paralara imrenerek bakıyordu. “Ne yapacaksın bununla?”
diye sordu ben paraları bir zarfın içine koyarken. “Neyse ne, sen ne
yapacaksın, boş ver!” dediğimde yaklaştı, “Beni
tamamen unuttun sen!” dedi ağlamaklı bir sesle. “Saçmalama!” dediysem
de dudaklarını büzdü, oldukça üzgündü. Doğrulup elinden tuttum
ve kendime çektim.
“Senin yerin ayrı bende güzelim, niye böyle
şeyler söylüyorsun?” dedim elini öptükten sonra. “Sen beni unuttun!” dedi
yine. Sol elimle elini tutarken sağ elimi eteğinin altına
soktum. Uzun zamandır hasret kaldığım dolgun
ve beyaz kalçasını okşarken Özge gözlerini kapadı. Diri ve
taze etinin yakıcılığını avucumda hissediyordum.
Dudaklarını emiyor, ısırıyordu. O beni benim onu
özlediğimden daha fazla özlemişti, beni arzuluyor, istiyordu.
Çorapsız kalçasını okşadım bir süre.
O sıra kapıya tıklanınca hemen çektim
elimi, Özge de toparlanırken kapı açıldı ve Şevkiye
elinde tepsi ile girdi içeri. Özge’nin telaşlı halinden
şüphelenir gibi baktı ona. Özge hızlı hızlı, “Koliler
nerdeyse tamam, sen yokken Kübra Hanım geldi, nasıl gittiğine bakmak için gelmiş, seninle de görüşmek
istediğini söyledi. Onun dışında diğer sevkiyatlar
devam ediyor!” dedi. Şevkiye’nin kendisine bakışından
rahatsız olmuştu, başka bir şey demeden çıkıp
kapıyı sertçe kapadı.
Şevkiye masamın üzerine bıraktı
tepsiyi. Özge’nin halinde bir tuhaflık olduğunu sezmişti.
“Yanlış zamanda geldim...” dedi fısıltıyla. “Ne demek
bu?” diye sordum. “Yanlış anlama, ama bu kızın sana
bakışları pek normal değil!” dediğinde onun bir
şeyleri sezdiği belli olmuştu. “Nasıl normal değil?” dedim kahveden bir yudum alırken.
Şevkiye konuşmak istemiyormuş gibi durdu
önce, ancak sonra, “Sen onun üvey babasısın, ama o seni öyle görmüyor!”
dedi. “Hadi hadi saçmalama!” dediğimde, “Kusura
bakma...” dedi mahcup bir eda ile. “Geçen
kahvaltı yaptığımız yerde sana nasıl
baktığını fark ettim. Sonrasında bana telefonda
ettiği küfürler, hakaretler de cabası. Bu kızda bir şeyler
var, sana karşı bir şeyler hissediyor belli ki!”
dedi devamında.
Karşımda ayakta duruyordu. Tıpkı Özge
gibi elinden tutup, “Bırak bunları da gel şöyle!” dedim. Uzun,
yapılı vücudu ile yanı başımda bir dağ gibi
yükselirken elimi pardesüsünün altından soktum. Türbanı ile aynı
renkteki pileli eteğini de yukarı sıyırdım, eteği
de geçen gün aldıklarımdan biriydi. İnce siyah külotlu çorap
giymişti. Elim dolgun kalçasında gezinirken, Şevkiye, “Yapma
Allah aşkına, biri gelir şimdi!” dedi korkarak.
“Özge bir daha gelmez, diğerleri de hayatta içeri
girmezler, korkma!” dedim ve kalçasını avuçladım
sıkıca. Kaygan çorabın üzerinde akıyordu elim. Şevkiye
ne kadar korksa da yaptığımdan memnun kalmıştı.
Sağ elimin ardından sol elimi de soktum alttan ve iki elimle koca
götünü avuçladım. Külotlu çorabı götünü sıkıca
sarmıştı.
Götüne iyice bastırıp onu kendime çekince, “Yapma!”
dedi kendini kurtarmaya çalışarak, ama istemem yan cebime koy diyordu
aslında. Ellerimi bu kez çorabın altından soktum, altındaki
külotunu da sıyırınca götünün çıplak etini avuçladım,
yağlı ve kalın göt yanaklarını sıkıp
yoğurdum hamur gibi. Ama daha fazla devam edemedim. Şevkiye kendini
geriye çekince ben de bıraktım.
Özge’nin bıraktığı yerden Şevkiye
devam etmişti. Yarağım kazık gibi olmuştu.
Şevkiye de görmüştü bu halimi, yanakları kızardı.
“Seni rahatsız eden var mı?” diye sordum. Serkan’ın kendisini
taciz ettiğini söylemişti. Serkan’la bu konuyu henüz
konuşamamıştım. “Geçen gün gene
öyle bir şey denedi, ama cevabını aldı benden!” deyince, “Ne
oldu gene?” diye sordum.
“Gene mutfağa gelip sırnaştı
aklı sıra, ama “Bir daha böyle bir şey yaparsan seni Osman’a
söylerim!” dedim. Korktu, hemen gitti. O zamandan beri yüzüme bile
bakmıyor!” dedi Şevkiye gururla. Tacizcisini savuşturmuştu.
“Yaman kadınsın!” dedim gülerek. Ama Serkan’ın
davranışı sinirimi bozdu. Üstelik bu ikinci kez oluyordu. “Sen
merak etme, ben onun ağzına sıçarım. Burada olsa şimdi
çağırır senin yanında yaparım ama dışarda.
Ama bir daha böyle bir şey olursa hemen bana haber ver. Benim gelmemi
bekleme, hemen telefon et bana!” dedim.
“Tamam, yaparım!” dedi gülümseyerek. “Sana
verdiğim parayı ne yaptın?” diye sordum. Geçen gün 5.000 lira
vermiştim. “Duruyor!” dediğinde, “Nerde
duruyor, o kadar parayı nerde tutuyorsun, kızına mı verdin
yoksa?” deyince, “Yok, haberi yok onun!” dedi. Sonra da, “Burada!” diyerek
eliyle göğsünü işaret etti. “O ne demek?” diye sordum merakla.
Şevkiye pardesüsünün üst iki düğmesini açtı,
elini içeri sokup kırmızı renkli küçük bohçaya benzer bir
şey çıkardı. Bir iple boynuna asmıştı bunu.
Fermuarını açıp içindeki parayı gösterdi. “Burada, yani en
güvenli yerde saklıyorum!” dedi gülerek. “Vallahi yaman kadınsın!” dedim. Bohçasını içeri sokup pardesüyü
ilikledi. Sonra da bir şey demeden çıktı.
Kahvemi içerken bir sigara yaktım. Gonca pastanede
oturmuş beni ve parayı bekliyordu şimdi. Gözünde değersiz
biriydim artık. En çaresiz, muhtaç zamanında bunu çıkarım
için kullanma niyetindeydim. Ama ondan hoşlanıyor, onu istiyordum.
İsteklerimi dizginleyemiyordum bir türlü. Bu fırsatı da
kaçırırsam onu bir daha elde edemezdim. Düşünceler birbirini
kovalıyordu kafamda. Zarfı montun iç cebine koydum, sigaramı
söndürüp çıktım.
Özge bilgisayarın başındaydı.
“Çıkıyor musun?” diye sordu ürkekçe. “Evet, yarın gelirim büyük
ihtimalle. Bir şey olursa ara beni. Ha bu arada, az önce şey dedin,
Kübra Hanım geldi diye. Gerçekten geldi mi?” diye sordum. Şevkiye’nin
içeri birden girmesinin verdiği korku ve heyecanla yalan söylediğini
sanmıştım ama belki de gerçekti bu.
“Evet, dün geldi. Seninle görüşmek istiyormuş!”
dedi kuru bir sesle. “Bir şey söyledi mi peki?” dediğimdeyse, “Yok,
bir şey demedi. Kolileri bile sormadı hiç. Seni sordu sadece,
olmadığını söyleyince de içeri
bile girmeden gitti!” dedi aynı kuru sesle. Kübra hanımdan
hoşlanmamıştı belli ki. Büyük bir meraka
kapıldım, neden gelmiş ve beni sormuştu? Benimle ne
konuşacaktı?
Arabaya atlayıp Gonca’nın oturduğu
pastanenin karşısında bir yere park ettim. Aradım, “Ben geldim, yolun karşısındayım!” dedim.
Hiçbir şey demeden kapadı telefonu. Biraz sonra pastaneden
çıktı. Arabaya binince, “Para nerede?” diye sordu hemen. Zarfı
çıkardım, elini uzatıp almak isteyince geri çektim ve “Anlaşmamızı
biliyorsun!” dedim. Gözlerime baktı sinirle, yutkundu. Dudakları
titredi. “Parayı hastaneye götürmem gerek!” dedi öfkeyle.
“Tamam, kızmana gerek yok. Sadece hatırlatmak
istedim!” dedim ve zarfı uzattım. Yatışır gibi oldu.
“Ne kadar var?” diye sordu zarfı açmadan. “13 bin lira, Semanur o kadar
lazım olacağını söylemişti!” dedim.
Zarfı çantasına koydu. İneceği
sırada sol elini tuttum. “Müsait bir zamanda seni arayacağım.
Eğer gelmezsen kardeşinin bebek aldırdığını
dünya alem duyar!” dedim. Öfkeyle çekti elini, ama sözlerimden epey
ürkmüştü. Bir şey demeden indi arabadan.
Şaheser anneyi almak için
giderken bir mesaj geldi. Gonca göndermişti. “Kimseye söyleme sakın,
ne dersen yaparım!” diye yazıyordu mesajda. Gonca yola gelmişti
sonunda.
Şimdi tek yapmam gereken uygun
bir fırsat yaratıp onu kanırta kanırta sikmekti...
[Osman]
|