Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 130. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)
Gonca’yı sonunda sikecek olmanın verdiği
keyifle Şaheser anneyi almaya gittim. Kapıyı Zarife açtı.
Beni görür görmez, “Oo enişte bey hoş geldin!” diyerek
yanaklarımdan öptü. Çiçekli uzun ve bol basma bir eteğin üstüne siyah
renkli ve üzerine yapışık duran uzun kollu ince bir bluz
giymişti. Dolgun memelerini kapatan beyaz sutyeni ince bluzun altında
belli oluyordu. Başını desenli bir türbanla arkadan
bağlamıştı. Beyaz boynu açıktaydı.
Hemen arkasında karım belirdi. Beni görünce ne
kadar sevindiği hemen yüzünde oluşan gülümsemesinden
anlaşılıyordu. Başını örtmemişti, kestane
rengi saçlarına sanki yeni fön çekmiş gibiydi. Derin V yakalı kısa kollu beyaz bir bluz vardı
üstünde. Memelerinin çatalı görünüyordu. Altına ise uzun siyah bir
penye etek giymişti. Kalçalarını sıkıyordu etek,
geleceğimi bildiği için bu şekilde giyindiği
anlaşılıyordu.
Zarife, “Sen geleceksin diye hanımefendi
bir heyecanlı bir heyecanlı ki sorma... Sabahtan beri onu mu giysem
bunu mu giysem diye konuşup durdu, başımızın etini
yedi vallahi!” dedi neşeyle. Zarife’nin bu takılması
karımı utandırdı, beyaz yüzü pembeleşti. “Hoş
geldin!” dedi utangaç bir genç kız gibi. Zarife, “Al bak, kocan geldi!”
diyerek içeri geçince küçük holde baş başa kaldık.
Ayakkabılarımı çıkarıp montumu
astım duvara. Sonra da karımı elinden tutup çektim kendime. “Çok
mu özledin beni?” dedim gözlerinin içine bakarak. Yutkundu, dudakları
titrerken, “Hem de çok!” dedi. Önce yanaklarından sonra dudaklarından
öptüm. Etli pembe dudaklarını emdim. Ellerimi
götüne atıp avuçladım. Sanki içine külot giymemiş gibiydi,
dolgun göt yanaklarını ince penye eteğin altında tüm
haşmetiyle hissediyordum. Karımın elleriyse sırtımda
geziniyordu.
“Külot giymedin mi?” diye sordum fısıltıyla.
“Giydim ama arkası tül, çok ince, onun için anlaşılmıyor!”
dedi. Sonra da geriye çekilip, “Güzel olmuş muyum?” diye sordu. “Çok
güzelsin, kimin bu üstündekiler, ablanın mı?” diye sorunca, “Evet.
Bundan sonra ben de alırım böyle şeyler!” dedi gülümseyerek.
Birlikte salona geçtik. Şaheser anne üçlü koltukta yanında Zarife’nin kaynanasıyla birlikte
oturuyordu. Beni görür görmez, “Aslan oğlum gelmiş, aslan
damadım gelmiş!” diyerek heyecanla kalktı ayağa. Güçlü
kollarıyla beni kendine çekip göğsüne bastırdı. Memeleri
hava yastığı gibi şişmiş, göğsüme baskı
yaparken yanaklarımı ıslak ıslak öptü.
“Nerdesin oğlum, seni bekliyorum sabahtan beri!” dedi
sitem ederek. “İşlerim vardı, onun için geciktim...” dedim. Tek
parça mavi renkli desenli bir elbise giymişti. Başını da
açık mavi bir şalla genç kızlar gibi
bağlamıştı. Önemli bir görüşmeye gideceğimizi
bildiğinden böyle giyinmişti Şaheser anne.
Yanımda duran karıma dönüp, “Bak şu edepsize, erkeği
gelmiş öyle mal gibi duruyo, kız kahve koştur aslanıma çabuk!” dedi adeta kükreyerek. Karım ödü kopmuş
halde mutfağa geçerken ben de karşısına oturdum.
Havadan sudan bir süre konuştuk, karımın
getirdiği bol köpüklü kahveyi içtim. Kahvem bitince Şaheser anne, “Hadi yavrum, adam bizi bekliyor, gidelim!” deyince
beraber kalktık. Şaheser anne pardesüsünü
giyinip benden önce dışarı çıkınca karım
yanaştı. Fısıltılı bir sesle, “Ne zaman
geleceksin?” diye sordu. Yanağından öptüm, “Gelirim bir iki güne,
merak etme, ararım seni!” dedim yanıt olarak. Bu sırada Zarife
karımın arkasında durmuş imalı
bakışlarını üzerimde gezdiriyordu.
Şaheser anne arabaya biner
binmez, “Hee yavrum, anlat hele, avradın nasıl?” diye sordu.
“İyi, ne olsun...” deyince, “Hele benim salak
oğluma bak, yavrum ben onu mu soruyom sana... Nasıl diyom, seni
memnun etti mi?” dedi gülerek. Şaheser annenin
sorusunun bel altıyla ilgili olduğunu anladım. “İyi iyi,
Refiye hünerli kadındır, erkeğini memnun etmesini bilir...”
dediğimde, “Bunlar şeher garısı yavrum, ne bilirler
adamını memnun etmesini?” dedi kendine has şivesiyle.
İşi makaraya vurup, “Ee,
herkes senin gibi eski toprak değil ki!” deyince sevinmiş gibi, “Hee,
öyle yavrum öyle!” dedi keyifle. Sonra da elini bacağımın
üzerine koydu, “Aslanım, şimdi yeni avradı aldın amma
sakın benim kızı da unutmayasın ha... Bak, sen gelecen diye
garibim bir o yana döndü bir bu yana... Kızımı boşlama
sakın...” dedi elini bacağımın üzerinde gezdirirken. “Onun
yeri ayrı onunki ayrı, boşlamam merak etme, Özlem'in yeri başkadır bende!” dedim. Cevabım
üzerine, “Hee, sen kızımı memnun et ben de seni edeyim yavrum!”
dedi gülerek.
Kısa bir sessizliğin sonrasında, “Benden
sana tavsiye yavrum... Bu iki karını da beraber al goynuna... Bir ona
bir buna gideceğine ikisini de beraber al ki hem
onlar mutlu olsun hemi de sen...” deyince, “Öyle şey olur mu ya?” dedim
şaşkınca. “Niye olmasın yavrum, her gece birinin goynunda
yatacağına ikisinin goynunda yat... Gençsin, guvvetlisin...
İkisinin de pestilini çıkarırsın... Allah’ım belime
guvvet ver de, sonra da işine bak... Bir ona bir
buna... Allah ne verdiyse... Karı gısmı
kıskanç olur yavrum... Yarın öbür gün bunlar birbirine girerler Osman
hangimizi daha iyi sikiyo diye... O diyecek beni sikiyo, benim kız diyecek
beni sikiyo... Sen ikisini beraber sik ki kendi
gözleriyle görsünler... Yoksa bunlar her şeyde anlaşır amma
bunda anlaşamazlar yavrum... Hemi de tatlı olur, bir yerine iki
amcık sikersin, sefasını sürersin, karıların birbirine
düşman değil dost olur, daha çok severler birbirlerini, sana da kul köle
olurlar... Sen benim dediğimi yap... Şaheser ananın sözünü dinle...” dedi.
“Ya öyle şey olur mu Şaheser anne,
ne derler böyle işe... İkisi de yanaşmaz...” dediğimde
tepki göstererek, “Sen gonuştun mu, sordun mu ki
böyle diyon yavrum?” dedi gür sesiyle. “Bak, bizim köyde Lokman emmi
vardı, bunun da aynı senin gibi iki garısı vardı...
Biri ilk garısı yaşlı olan, yaşlı dediysem Lokman
emmiyle yaşıt, öbürünü sonradan almıştı genç
olanı... Lokman emmi her gece birinin goynunda yatıyodu ilk zamanlar...
İlk garısı yaşlı amma güzel
kadındı, ikinci o kadar güzel değil amma gencecikti, eti daha
taze... Bu ikisi bir gün ha bu dediğim meselede birbirine girmiş saç
saça baş başa... Lokman hangimizi daha iyi sikiyo diye kavga
etmişler... Lokman emmi de bakmış bu işin altından
kalkamayacak, ikisini de birlikte almış yatağa... O günden sonra
da öyle sikmiş... Sikişi de daha tatlı olmuş, ha bu ilk
garısı benim anamın teyzesinin gızıydı, akrabamızdı...
O anlatmış anama... Lokman’ın siki daha guvvetli oldu demiş...
Senin de yapacağın bu aslanım... Sikişin de tatlı
olur, sikin de guvvetli olur!” dedi nasihatte bulunur gibi.
“Ne bileyim benim aklıma pek yatmadı. Özlem de
Refiye de kıskançtır. Böyle bir şeye evet derler mi bilmiyorum?”
dediğimde, “Sen hiç merak etme yavrum, benim dediğimi yap, onlar
üstüne atlar hemen!” dedi. Refiye de Özlem de lezbiyen ilişki yaşamışlardı. Üstelik Refiye
Almanya’da grup seks yapmış bir kadındı. Hem Özlem’le de
Kapadokya tatilimizde grup seks yapmıştık. Ve üstelik beni buna
ikna eden de o olmuştu.
“Sen dediğimi yap yavrum... Domalt ikisini yan yana...
Geç arkalarına... Bir ona sok bir buna... Doya doya, zevkini çıkara
çıkara sik ikisini de... Alt alta üst üste... Gönlün nasıl çekiyorsa
öyle... İkisi de senin helalindir yavrum... Töremizce de dinimizce de
bunun ayıbı günahı yoktur... Karı kısmının
erkeğini memnun etmesi kadar erkek kısmı için de geçerli bu
yavrum... Sen böyle yapınca hem memnun olurlar hem de aralarında
kıskançlık olmaz... Bir dediğini de iki etmezler... Bizim Lokman
emmi iki hanımını beraber sikmeye
başladıktan sonra ikisi de kul köle olmuştu adama...
Peşinden it gibi ayrılmaz olmuşlardı... Lokman emmi ölüp
gidince evlenmedi ikisi de... İlk
karısı demiş anama “Biz Hüsne’yle birbirimize yeteriz, bize koca
gerekmez!” diye. Hüsne bu ikinci karısı... İkisi birlikte yatar
olmuş, alışmışlar birbirlerine yavrum... Kadın
gadına yaparlarmış bu işi...”
Şaheser anne konuştukça
coşmuştu. Bu sözlerinden sonra işi piçliğe vurup, “Sen de
gelir misin?” diye sordum. Şaşkınca
baktı yüzüme, “Nereye yavrum?” diye sordu. “Sen de
katılırsın bize, Refiye’yle Özlem’in
ortasına geçersin, sırayla sikerim üçünüzü de. Hem sayı
arttıkça zevki de artar!” dediğimde sözlerim çok hoşuna gitti,
keyifli bir kahkaha attı. “Hee, sen de az malın gözü değilsin
yavrum... Niye olmasın, bakarsın o da olur!” dedi. Sonra da az önceki
gibi geçmişten bir örnekle, “Sana anlatmıştım ya yavrum,
bizim köyde Hamdi vardı, hem anasını hem gızını
sikip gebe bırakmıştı diye... Hamdi hem anasını
hem gızını beraber alıyodu goynuna, bi garıyı
sikiyodu bi gızını...” dedi devamında.
Konu hakkında daha fazla konuşamadık çünkü
müteahhidin yerine gelmiştik. Burası 7-8 katlı tüm cephesi
renkli camlarla kaplı büyük bir plazaydı. Binanın camları
üzerinde şirketin adı yazıyordu, Kübra Hanımların aile
adıydı bu. Ana girişteki güvenlik kiminle
görüşeceğimizi sorunca Şaheser anne
çantasından müteahhidin kartını çıkarıp uzattı.
“Ha bu adamla görüşeceğez yavrum!” dedi bağıra
bağıra. Adam bir karta bir de bize baktı, sanki bizi beğenmemiş
gibi küçümseyen bir bakıştı bu, ismimizi sordu. Sonra elindeki
telsize, “Kadir Beyin misafirleri geldi, Osman Bey ve Şaheser Hanım.”
diye konuştu.
Biraz sonra karşı taraftan, “İçeri
alın, özel ihtimam gösterin!” yanıtı gelince açık otoparka
yönlendirdi beni. Otopark birbirinden lüks arabalarla doluydu. Arabadan inip
binanın girişine yürürken Şaheser anne
arabalardan birini gösterip, “Aha yavrum sana da bundan alacam!” dedi. “Ya
bırak benimle kafa bulmayı!” dedim gülerek. Gösterdiği araba en
az 350-400 bin liralıktı. Ancak Şaheser anne
çok ciddiydi, “Ne şakası aslanım, hele çıkalım
yukarı da anlarsın!” dedi.
Kadir Beyin misafiri olduğumuzdan çok
saygılı bir muamele gördük. Takım elbiseli genç bir adam
asansöre bindirdi bizi. Sekizinci kata çıktığımızda,
asansörün kapısında 25-26 yaşında gösteren, kapalı ama
epey makyaj yapmış bir kız karşıladı. “Merhaba,
hoş geldiniz, ben Kadir Beyin asistanıyım!” dedi gülümseyerek.
Sonra da eliyle işaret ederek, “Şöyle buyurun!” dedi. Uzun bir
koridordan geçerken sağ ve sol tarafta camların ardındaki
odalarında çalışan kişilerin
konuşmalarını duyuyordum. Bunlardan biri de Kübra Hanım ile
işyerine gelen Tahir adındaki adamdı.
Kız birkaç adım önümüzde yürüyordu. Üzerine
sıktığı bol parfümünün kokusu kaplamıştı
koridoru. Üzerinde toprak rengi uzun ama dar bir etekle ceket vardı.
Üzerindeki kıyafetin rengine uyan yüksek topuklu yarım bota benzer
ayakkabılar giymişti. Başını da koyu mor renkli parlak
bir türbanla bağlamıştı. Eteğinin yırtmacı
kapalıydı ama dar eteğin altındaki dolgun götünün adım
attıkça sallanışlarını görüyordum. Eteğin
altından külotunun izi de belli oluyordu.
Sonunda kız bizi koridorun sonunda büyük bir odaya
aldı. “Kadir Bey birazdan gelecek. Ne içersiniz, çay kahve?” diye sorunca
Şaheser anne, “Gızım sen bize güzel bi
çay getir!” dedi. Kız bizi yalnız bırakınca içeri göz
gezdirdim. Oldukça pahalı mobilyalarla döşenmişti oda. Kadir
Beyin masasının üzerinde birkaç açık dosya ile bir laptop
duruyordu. Arkasındaki kitaplığın üzerinde ise kapalı
bir kadınla biri erkek biri kız iki çocuğun resimleri
vardı. Karısı ve çocuklarıydı belli ki.
Bir de yaşlı bir adamın resmi vardı. Büyük ihtimalle
babası Durmuş Beydi, aynı zamanda Kübra Hanımın da
babasıydı.
Az sonra Kadir Bey geldi. Ellilerinin başında
gösteren kısa boylu sağlam yapılı biriydi. Kısa ve
kırlaşmış sakalları ona ciddiyet katıyordu.
Şık bir takım elbise giymiş ama
kravat takmamıştı. Şaheser anneye,
“Oo anacım hoş geldin!” dedi gülümseyerek. Şaheser
anne, “Hoş gördük Kadir efendi!” dedi keyifle. Sonra da bana dönüp, “Bak,
bu benim oğlumdur, bana anlattıklarını ona da anlat. Bizim
meseleyi biliyon, benim neyim var neyim yok hepsi oğlum Osman’ın
üzerine olacak!” deyince, Kadir Bey, “Senin oğlun var mıydı ki, iki kızın yok mu senin?” dedi
şaşkınca.
“Hee, Osman damadımdır, benim küçük
kızımın beyidir, amma benim için oğlumdan ötedir. Onun için
beraber geldik. Hele sen anlat bakalım. Geçen
gonuştuklarımızı söyle...” deyince, Kadir Bey yandaki küçük
toplantı masasına oturmamızı istedi. Sonra da projeden,
vereceği bloktan ve dairelerden bahsetti uzun uzun.
Ben, “Böyle bir projeye 50 daire az değil mi, 200
daireden 50 tane düşüyor bizim payımıza. Normalde müteahhitler
yarı yarıya veriyor!” dediğimde, Şaheser anne
araya girip, “Hee, Kadir efendi bak oğlum ne diyo, 50 daire az diyo!” dedi
gülerek. Kadir Bey Şaheser anneye baktı, sonra da, “E sen söylemedin
mi? Oğlum diyorsun, ama daha adamın haberi yok, söylememişsin
bile!” dedi. “Neyi?” diye merakla sordum.
Şaheser anne, “Hee, yavrum,
şimdi Kadir efendi bana 50 daire verecek ya, ha bu bizim
Hacı’nın yanında gonuştuğumuz. Bundan başka gene verecek!” dediğinde, Kadir Bey araya girerek, “50
daire bu projeden alacaksınız. Bunun haricinde yapacağım
bir proje daha var, oradan da 50 daire vereceğim. Yani payınıza
100 daire düşecek. Bu projeden verebileceğim bu kadar. Çünkü büyük
ama maliyetli bir iş bu. Daha fazla verirsem ben kar edemem bu işte!”
dedi.
Duyduğum haber karşısında yutkundum. 50
daire alacağımızı sanırken
birden 50 daire daha ortaya çıkmıştı. “Hee, bu 50 daireyi
demedim sana yavrum, çünkü bunlar Hacı’yla benim üstüme olacak. O ilk
dediklerim kardeşlerimden kurtarmak için olanlardı. Onlar senin
üstüne olacak, amma bu ikinciler bizim üstümüze. Dünya hali ne olur ne olmaz.
Bu 50 tanesi sana diğerleri bize. Ben hepsini sana verelim dedim, ama
Hacı yanaşmadı o zaman. Hoş biz yarın öbür gün ölüp
gidince hepsi gene senle kızlara kalacak yavrum...” dedi Şaheser anne.
“Valla iyi pazarlık yapmışsınız!”
dediğimde, Kadir Bey atılıp, “Şaheser anne
adamı suya götürür susuz getirir, ağzımdan girdi burnumdan
çıktı. Bu zamana kadar böyle pazarlıkçı müşteri hiç
görmedim!” dedi kahkahayla. Bahsettiği ilave 50 daireyi ve projeyi
anlattı. Bizim projeye yakın bir konumdaydı, ama bu
vereceği daireler biraz daha küçük olacaktı. Gene
de hiç yoktan 100 daire sahibi olmak vardı işin ucunda.
Oluşan sessizliği fırsat bilip kendimi
tanıttım. Direkt konuya girdiğimizden
konuşamamıştık. Marketlerine ürün vereceğimizi,
yardım kolilerini ve Kübra Hanımı söyledim.
Kadir Bey, “Kübra bizim en küçüğümüz, 8 kardeşiz biz, en büyükleri de
benim. Ben inşaat işlerine bakıyorum, market işine benim küçük birader bakıyor. Her birimiz bir
işin başındayız. Yahu Şaheser ana bak oğlunla
iş yapıyormuşuz ama hiç söylemiyorsun!” dedi takılarak.
Şaheser anne, “Hee, Kadir
efendi araba ne oldu?” diye sorunca, Kadir Bey, “O kolay, imzaları
atalım sözleşmeye, araba hemen kapında, en kolayı o!” dedi.
Şaheser annenin araba dediği buydu demek ki.
100 daire haricinde bir de araba alacaktık.
Görüşme sona ererken Kadir Bey, “Babam da
tanışmak istiyor sizinle!” dedi. Babasının odası kendi
odasının karşısındaydı. Burası daha büyük
bir odaydı. Babası Durmuş Bey büyük bir ahşap masanın arkasında oturuyordu. En az yetmiş
yaşında belki de daha büyüktü ama sağlıklı
görünüyordu. Seyrek ve iyice beyazlamış kısa sakalları
vardı. Masasının önündeki büyük bordo koltukta Kübra
Hanımın annesi Meryem Hanım bacak bacak üstüne atmış
halde oturuyordu.
“Baba sana bahsettiğim Şaheser Hanımla
oğlu Osman Bey!” deyince, adam çevik bir hareketle koltuğundan
kalktı ve karşıma geldi. Elini uzatınca gayri ihtiyari bir
hareketle öpüp başıma koydum. Durmuş Bey bu hareketimden çok
hoşlandı. “Aferin evladım, helal süt
emdiğin belli oluyor. Şimdiki gençler bir tuhaf. Adama elimi
uzatıyorum, pezevenk sanki okul arkadaşıymışım
gibi elimi sıkıyor!” dedi.
Meryem Hanım hiç istifini bozmadan bakıyordu
bize. Kadir Beye ise hiç bakmamaya dikkat ediyordu, aynı şekilde
Kadir Bey de sanki odada Meryem Hanım yokmuş gibi davranıyordu.
Birbirlerinden hiç hoşlanmadıkları belliydi. Şaheser anne ile masanın karşısındaki
ikili koltuğa otururken Durmuş Bey de karısının
yanındaki tekli koltuğa oturdu. Bu sırada Kadir Bey
gitmişti.
Durmuş Bey beni soru yağmuruna tutmaya
başladı birden. “Kimsin, kimlerdensin, evli misin, çocuğun var
mı...” diye başlayan soruların ardı arkası
kesilmiyordu. Kendimi tanıtınca, “Bak sen şu kurban olduğum
Allah’ın işine!” diyerek karısına
döndü. “Yahu bizim Ayşe’nin eski gelini vardı ya hani. Kız bozuk
çıktı, anası da Osman diye bir adamın yanında
çalışıyordu. Bizim yurttaki kadını göndermiştik
ya kızın anasının yerine işe alsın diye, bu Osman
o Osman işte!” dediğinde, o ana kadar bizi küçük gören
bakışlarla süzen Meryem Hanım, “Öyle mi, memnun oldum!” dedi
kaşlarını kaldırıp başını da
sallayarak.
Kendisini daha önce mağazada ayaküstü görmüştüm.
Birkaç saniyelik bir olaydı o, ama şimdi tam karşımda
oturuyordu. Dizlerinin bir karış altına gelen siyah bir elbise
giymişti Meryem Hanım. Elbisesinin alt kısmı
dantelliydi ve biraz daha uzun gösteriyordu elbiseyi ancak çorapsız,
çıplak ve beyaz etli bacaklarını sadece ince bir tül gibi
örtüyor, kapatmıyordu. Kaymak gibiydi bacakları.
Karşısında yabancı bir erkek olarak bulunduğum halde
bacak bacak üstüne atmış şekilde oturmaya devam ediyordu.
Üstünde beyaz, kolları püsküllü bir ceket vardı.
Başını siyah beyaz desenli bir türbanla
bağlamıştı. Her iki yüzük parmağında büyük ve
parlak pırlanta yüzükler, bileklerindeyse sarı sarı kalın bilezikler vardı. Kısa
tırnaklarına bordo oje sürülmüştü. Etli dudaklarına ise
kırmızı ruj sürmüştü. Bembeyaz yüzü tavandan vuran
ışığın altında parlıyordu. Burnu açık
yüksek topuklu siyah ayakkabılar vardı ayağında. Ayak
tırnakları da ellerininki gibi bordo ojeliydi. Her haliyle çok güzel,
alımlı ve çekici bir kadındı. Ama bu sıradan bir güzellik
değildi. Sanki Meryem Hanım sokaktaki herhangi güzel bir kadın
değil de, eski bir manken yada film
yıldızı gibiydi. Kendine has bir albenisi, çekiciliği
vardı. Yemyeşil gözleri beni daha yakından tanımak
istiyormuş gibi üzerimde geziniyordu. Beni mağazada gördüğünü
hatırlamamıştı Meryem Hanım.
Durmuş Bey ile aralarında en az 20 yaş fark
vardı. Çok rahat belli oluyordu bu. Onunla parası için
evlendiğine emindim. Kadir Bey ile
aralarında ise yaş farkı yok gibiydi, belki de Kadir Bey ondan
büyüktü. Kadir Bey Meryem Hanımı servet avcısı olarak
görüyor, babasıyla parası için evlendiğini düşünüyor ve
ondan hoşlanmıyordu, aynı şekilde Meryem Hanım da
ondan uzak duruyordu. Her şey o kadar açıktı ki,
bunu fark etmemek mümkün değildi.
“Ayşe benim halamın kızıdır. Onun
oğlu bir kızı sevmişti, senin yanında
çalışan kadının kızını. Kız af buyurun
patlak çıkmış. Bikrini izale ettirmiş başkasına,
kendini de kız oğlan kız diye yutturacak aklı sıra...”
derken sustu, sonra da, “Sen biliyor muydun evladım bunu?” diye sordu Durmuş
Bey. Başımı sallayarak, “Biliyorum!” dedim.
“Allah bizi öyle insanlardan uzak etsin, onları da
ıslah etsin. Bu nasıl iştir yahu?
Kızdaki cesarete bak. Hem başkasıyla düşüp kalkıyor,
kendini bozduruyor sonra da namusluyum diye kendini pazarlıyor. Böyle
rezillik kepazelik olur mu? Bunun anası da zaten sağlam pabuç
değilmiş, Ayşe onu da anlattı bana geldiğinde. Benden
yardımcı olmamı istedi, sonra seni
söyledi. Osman dürüst namuslu bir adamdır, ona işlerinde yardımcı olun deyince, ben de dedim o zaman bizim için o
kadını işten atsın, biz de ona iş verelim dedim. Seni
bana Ayşe söylemişti. Demek kader bu şekilde örmüş
ağlarını ki, seninle hem o türlü hem de
bu şekilde tanışmış olduk!” dedi yaşına inat
beyaz porselen dişlerini göstererek.
Semanur’u Cem’den başka siken bendim, ayrıca
annesi Dilber’i de sikmiştim. Üstelik
bebeğini aldırması için daha buraya gelmeden önce yüklü bir para
vermiştim. Oysa şimdi Durmuş Bey
karşımda durmuş Semanur ve annesi hakkında ağzına
geleni söylüyordu. Ayrıca bana bu işi bağlayan, bu insanlarla
beni tanıştıranın da Ayşe Hanım olduğunu
öğreniyordum. Uzun zamandır kafamı kurcalayan, merak
ettiğim sorunun cevabını bulmuştum sonunda.
Durmuş Bey ara ara Şaheser anneye dönüyor, ona
köyle ilgili sorular soruyordu. “Köy hayatını çok severim.
Çiftliğim var benim de, hafta sonları fırsat buldukça giderim.
İçinde inek, koyun, keçi, at, tavuklar ne ararsan var. Benim
yoğurdum, peynirim, yumurtam hep oradan gelir...” derken, Şaheser anne Durmuş Beyin söylediklerinden çok
karşısındaki Meryem Hanımla ilgileniyordu.
Kadının süslü ve kodaman hali daha çok dikkatini çekiyordu.
Sonunda görüşmemiz sona erince Durmuş Beyin elini
öptüm yine. Omzuma vurarak, “El öpenlerin çok olsun evladım, İnşallah seninle daha çok işler yapacağız. Ne
zaman başın sıkışırsa gel yanıma, hiç
çekinme!” dedi. Halen koltuğunda oturmaya devam eden Meryem Hanım ise,
“Tanıştığımıza memnun oldum!” dedi gülümseyerek.
Şaheser anne ile
geldiğimiz gibi aşağı indik. Kapıdan çıkarken, “Hele
kadının oturuşuna bak. Karşısında elin adamı
var, insan bir toparlanır be. Başını örtmüş, ama
bacaklarını açmış haspam, tövbe tövbe!” dedi
başını sallayarak. “Bunlar para babası Şaheser anne. Senin benim gibi değiller!” dediğimde, “Hee, görmüyon mu yavrum, kapısında bir sürü iti
var baksana!” dedi karşımızdaki güvenlikçiyi işaret ederek.
Neyse ki adam duymamıştı bu sözleri.
Arabaya bindik. Saat 14:00’ü geçiyordu. “Acıktın
mı?” diye sordum. “Hee, acıktım yavrum.
Hele güzel bi yere götür beni de yemek yiyek beraber!”
dedi neşeyle. Lüks sayılacak lezzetli yemekleri olan bir restorana
doğru sürmeye başladım arabayı. Şaheser anne, “Hee, yavrum, bak ben sözlerimi
tutuyom... Sen de verdiğin sözü tutacaksın!” deyince, “Ne sözü?”
dedim merakla.
“Resmi nikâh olacak ya yavrum, kızıma resmi nikâh
yapacaksın ki bu işler tamam olsun. En
başında konuştuk ya aslanım, unuttun mu?” dedi. “Yok,
unutur muyum, aklımda. Yalnız bu nikâh işleri filan olunca
aklım biraz karışık bu aralar!” dedim. Özlem’le resmi
olarak evlenecektim 50 daireyi alabilmek için. Şaheser
anne işlerin hallolması için diyordu, ama gerçekte resmi nikâhı
şantaj malzemesi olarak kullanıyor, beni bununla tehdit ediyordu.
Resmi nikâh yapmazsam daireleri üzerime yapmayacaktı.
“Uygun bir zamanda nikâh günü alırım. Bu işi
hallederiz!” dediğimde, “Aslan oğlum benim, gurban olurum sana. Sen
beni üzme ki ben de seni üzmeyeyim yavrum, her
şey garşılıklı!” dedi sırıtarak.
“Estağfurullah, seni üzmek ne haddimize, olur mu öyle şey!” dedim
gülerek.
Şaheser annenin keyfi yerine
gelmişti. “Ne diyodum önceden yavrum... Ha, benim kızı
boşlama sakın... Bak sana çok düşkün o, sen şimdi o
karının koynuna giriyon diye içi içini yiyo... Kendini paralıyo...
Sen kızımı boşlama, onun gönlünü hoş et ki ben de seni hoş edeyim... Bu daireler maireler daha bir
şey değil yavrum... Köyde bir dünya davarımız vardı,
sattırdım bunları Hacı’ya, dedim ya sana daha önceden...
Hacı o paraları yatırdı bankaya, faiziyle beraber epey
tuttu şimdi... Boşta duran, başkasına
kiraladığımız tarlalar var bir sürü... Hacı
bunları da elden çıkarmak istiyor... Alıcısı da var...
Para da anlaşırsa satacak bunları da... Sen yavrumu üzmezsen ben
de seni üzmem yavrum, o paraları da veririm sana... İşini büyüt,
daha büyük yer aç, daha çok adam çalıştır yavrum...”
“Sen bana rahmetli dayından hatırasın... Ben
çok sevdim onu, Allah var, o da beni çok sevdi, amma kader birleştirmedi
bizi yavrum... Dün gece uzun uzun düşündüm, aklım eski zamana gitti...
Bizim Özlem’in doğumuna gitti aklım... Dedim ya, o zamanlar hem
dayın hem Hacı sikiyodu beni, Özlem hangisinden oldu bilmiyom diye...
Hee, onu düşündüm yavrum, seneler sonra düşünesim geldi bunları...”
“Aklımca hesap ettim kitap ettim yavrum... Bizim
Özlem’in babası senin dayındır... Hacı değil, onu
iyice belledim artık... Özlem’e gebe kaldığım zamanlarda kim beni daha çok sikmişti diye düşününce bu
çıktı ortaya aslanım... Hacı’ya o aralar bizim koçlardan
biri kafa atmıştı, ha bu kasığına yakın bir
yere de siki kalkmamıştı bir zaman... Sonra sonra düşününce
hatırladım... Hem Hacı’nın kanı da tutmuyo
kızınkini... Kaşı gözü her şeyi başka, Zarife
babasının kopyası, amma Özlem’le hiç ilgisi yok...” dedi.
Sözleri bittiğinde, “Doğru
mu bunlar, yani Özlem benim dayımın kızı mı? Öz
dayımın kızı mı şimdi?” dedim heyecanla. “Hee,
yavrum, dayının öz be öz kızıdır!” dedi
başını evet anlamında sallayarak. İlk
söylediğinde muhtemel görünen şey şimdi gerçek
çıkmıştı, karım dayımın
kızıydı. Özlem ilk önce amcaoğlunun karısı, yani
yengem olmuştu. Amcaoğlum ölünceyse karım ve şimdi de
dayımın kızı...
“Sen de benim bir yerde damadım değil,
oğlumsun yavrum... Sana bakınca dayın geliyor aklıma...
Onun için benim bu zamandan sonra neyim var neyim yoksa senindir yavrum...”
dedi. Bunları söylerken gözleri buğulanmıştı.
“Yalnız bu aramızda kalacak yavrum. Heç
kimseler bilmeyecek. Özlem’e bile söyleme. Ben ölüp gitsem bile söyleme
sakın. Sadece sen ve ben, tamam mı yavrum?” diye tembihte bulunmayı
ihmal etmedi.
“Bu haftasonu köye gidecem. Sen beni götürür müsün,
otobüsler yoruyo beni...” deyince, “Götürürüm, ne demek!” dedim. Vereceği
onca paraya, zenginliğe karşılık onu köye götürmem
yardım anlamında koca gölde bir damla bile etmezdi.
“İşlerini hallettin mi ki?”
dediğimdeyse, “Hee, çok şükür yavrum, hallettim sayılır.
Kalanı da öbür gelişimde yaparım artık. Krem işe
yaradı, bu götümdeki yara da azaldı epeyce. Hacı aradı,
özlemiş beni!” dedi neşeyle. “E kaç senelik karısısın,
özlemiştir tabii ki!” dedim kahkahayla. “En çok
da seni görmek istiyo Hacı... Damadımı getir göreyim diyo
durmadan... Beraber Özlem’i de alırız gideriz yavrum...” dedi.
Restoranda güzel bir yemek yedik. Şaheser
annenin keyfi iyice yerine gelmişti artık. Yemeğin sonunda
kahvelerimizi içerken benden sigara istedi. Üst üste iki sigarayı son
nefesine kadar içtikten sonra kalktık. Yeniden arabaya bindik. Zarife’nin
evine giderken elini bacağıma atarak, “Hee,
yavrum bu işlerde kızımı boşlama deyip duruyom, amma
beni de sakın boşlamayasın ha ona göre!” dedi gülerek. “Senin
tadını aldım bir kere, boşlar mıyım hiç!” dedim
işi piçliğe vurup. Cevabıma çok sevindi. “Şaheser anan
cömerttir yavrum, yeter ki sen onu memnun et!” dedi
yanıt olarak.
Zarife’nin evinin önüne gelmiştim
sonunda. Şaheser anne içeri davet etti, ama
işim olduğunu söyleyince ısrar etmedi. Yanaklarımdan
ıslak ıslak öptükten sonra indi. Artık eve yani Refiye’nin
yanına gitmemin vakti gelmişti. Beraber Simge adındaki
kadının yanına gidecektik.
Yolda çiçekçiye uğrayıp
güzel ve en pahalısından bir buket yaptırdım. İlave
olarak da güzel bir paket çikolata aldım. Aysel’in demesine
bakılırsa Refiye beni affetmişti, ama gene
de içimde endişe vardı. Bunun haricinde karımın
dayımın kızı olması daha büyük bir haberdi. Rahmetli
dayım çocuğunun olmamasına çok üzülmüştü hayatı boyu.
Ama gerçekte bir kızı vardı ve o benim karımdı.
Özlem’le hem karı koca, hem de dayı hala çocuğuydum...
Evin önüne gelip park ettim. Çiçek ve çikolatayı
alıp bindim asansöre. Çok
heyecanlıydım. Nasıl bir yüz ve tavırla
karşılaşacağımı bilmiyordum. Tedirgin bir halde
zile bastım. Az sonra içerden ayak sesleri geldi, peşinden de
kapı açıldı. Refiye’yi görmeyi beklerken karşımda Emel
belirince şaşırdım.
“Merhaba, nasılsınız?” dedim titreyen sesimle.
Elimdekilere göz attı, “Teşekkür ederim, hoş geldiniz, buyurun!”
dedi kenara çekilerek. Ben içeri geçerken kapıyı kapattı.
“Refiye yukarda yatak odasında...” dedi. “Ben onun yanına gideyim o
zaman...” dedim utangaçça. Elimde çiçek ve çikolatayla görmesi utanmama sebep
olsa da yapacak bir şeyim yoktu. Emel gülümsüyordu, ama benimle alay
ettiği için mi, yoksa bu davranışım hoşuna
gittiği için mi anlayamadım.
Sessiz adımlarla yukarı çıktım.
Kalbimin atışları daha da şiddetlenmişti şimdi.
Yatak odasının kapısı kapalıydı. Kapıya
vurdum iki kez, “Refiye benim!” dediğimde, içerden, “Gelsene
aşkım!” diyen Refiye’nin sıcak sesi geldi
karşılık olarak. Kapıyı açıp içeri
geçtiğimde Refiye makyaj aynasının önünde oturmuş makyaj
yapıyordu. Beni görünce gülümseyerek ayağa kalktı, önce durdu
bir süre, sanki bir şey söyleyecek gibi oldu, ama sonra hızlı
adımlarla gelip boynuma sarıldı. “Bir daha böyle şeyler
yapma!” dedi ağlamaklı bir sesle.
Elimde çiçek ve çikolatayla kalmıştım, komik
bir durumdaydım. “Tamam, bir daha böyle şeyler olmayacak. Ben seni çok seviyorum, her şey için özür dilerim!”
dedim. Yanaklarımdan öptü. Gözleri nemlenmişti. “Ağlama bak,
makyajın bozulacak!” dediğimde, “Tamam!”
dedi gülerek. Elimdekileri aldı, çiçekleri kokladı uzun uzun. “Seni
çok seviyorum, her şeyden çok seviyorum. Birbirimizi bir daha hiç
üzmeyelim, olur mu?” deyinceyse sarıldım, “Tamam,
bir daha hiç birbirimizi üzmeyeceğiz!” dedim.
Sonrasında etli dudaklarına yumuldum. Refiye
benden daha istekli halde öpüşüyordu. Dudaklarımı emiyor,
ısırıyordu. Ellerimi götüne attım, göt
yanaklarını sıktım, okşadım. Ardından ayak
bileklerine inen pileli bordo kadife eteğini yukarı
sıyırıp ellerimi altına soktum. Çorapsız
bacaklarını, dolgun kalçalarını okşarken götünü
avuçladım. Altına tanga külot giymişti. Külotun ipli arkası
göt yanaklarının arasında kaybolmuştu.
Başını örtmemişti, yanaklarını, çıplak
boynunu öperken, “Çok özledim seni!” diyordum.
Refiye boynunu daha rahat öpebilmem için
başını yukarı kaldırmış, sağa sola
oynatıyordu. Elleri sırtımda geziniyor, bir taraftan da, “Ben de!”
diyordu fısıltıyla. Yarağım sertleşmişti
iyice. Beyaz gömleğinin altındaki dolgun memeleri göğsüme
baskı yapıyordu. Gömleğinin açık üst düğmelerinin
arasından beyaz koynunu öperken o da saçlarımı çekiyordu. Ama
sonunda daha fazla ileri gitmeme mani olmak için, “Tamam, kendini geceye sakla.
Emel aşağıda!” dedi fısıltılı bir sesle.
Başımı kaldırdım. “Niye geldi o?”
diye sordum. Ama aslında sabahtan beri Refiye’nin yanında
olduğunu biliyordum. Aysel’in evinden çıktıktan sonra
ayrılmamışlardı. Bu arada pantolonumun önündeki
şişkinliği fark etmişti Refiye, kıkır
kıkır gülerken, “Ben çağırdım. Akşama yemek
vereceğim. Kardeşlerim gelecek çocuklarıyla. Emel
hamarat kadındır, çok da güzel yemekler, mezeler yapar. Biz
dışardayken o da yemek işini halledecek!” dedi.
Gömleğinin üst düğmelerini ilikledi. İnce
gömleğinin altındaki siyah sutyeni belli oluyordu. “Böyle mi
geleceksin sen?” dediğimde, “Saçmalama, tabi ki
hayır!” dedi beni azarlar gibi. “Hadi sen banyo yap, teke gibi kokuyorsun!” deyince, “Ne tekesi?” dedim. Koltuk altlarımı
kokladım, burnuma her hangi bir koku gelmedi. “Kokmuyorum, yalan söyleme!”
dediğimde, “Ben kokuyorsun dediysem kokuyorsundur. Hadi, gir yıkan.
Ben sana yeni kıyafet ayarlarım!” dedi.
“Nereye gideceğimizi biliyorsun değil mi?” diye
sorunca, “Merak etme biliyorum, Aysel kafama vura vura söyledi iyice anlamam
için!” dedim gülerek. Ardından bakışları önünde soyundum,
çırılçıplak kaldım. Yarağım halen sertliğini
koruyordu. Refiye yarağıma baktı yutkunarak, “Hadi gir
yıkan!” deyince, “Çok azdım, beni böyle bırakma!” dedim yarağımı
sıvazlayarak. “Delirdin mi, kadın aşağıda!” dediğindeyse, “Bari ağzına al biraz!”
dedim. Önce itiraz edecek gibi oldu, ama kendisi de bu duruma daha fazla kayıtsız kalamadığı için önümde
dizlerinin üzerinde çömeldi.
Yarağımı nazikçe tutup ağzına
aldı. O an gözlerimi kapadım, büyük bir keyif dalgası her
yanımı sardı. Buraya gelirken neyle
karşılaşacağımı bilmiyordum, ama şimdi
karım Refiye bana güzel bir sakso çekiyordu. Aysel’in dediği doğru çıkmıştı, Refiye beni gerçekten de
affetmişti.
Sol elimi belime atarken, sağ elimle de kestane rengi
dalgalı saçlarını okşuyordum. Refiye ilk anda usulca
başladığı saksosunu saniyeler ilerledikçe
hızlandırmış ve
yoğunlaştırmıştı. İki elini göt yanaklarıma atmış halde yarağımı dibine
kadar ağzına alıyor, emiyor ve kafasını dilliyordu.
İyice şişmiş taşaklarımı da löp bir yumurta
gibi alıyordu ağzına. Bu sırada gözleriyle de beni
izliyordu. “Çok güzel, canım karım, çok seviyorum seni, devam et!”
dedikçe cesaretleniyor ve daha da arzulu ve iştahlı halde sakso
çekiyordu. Saksonun arasında, “Adetim kesildi!” dediğinde benim için
çok mutlu bir haber vermiş oldu.
Refiye’nin saksosu böyle devam ederse ağzına
boşalacaktım. O nedenle, “Bu böyle olmayacak, geç şöyle domal!”
dedim. Refiye bu kez itiraz etmedi, hızlıca doğrulup kalktı
ve yatağın üzerine çıktı, ellerini koyup köpek gibi
domaldı.
Hemen arkasına geçtim, eteğini
sıyırdım beline. Siyah tangasını da
aşağı sıyırdım. Ellerimle göt
yanaklarını hızlıca ayırdığımda yarma
şeftaliye benzeyen iyice ıslanmış amı
çıktı ortaya. Yarağım zaten kazık gibiydi, Refiye’nin
sikilmeye aç ve hazır amına soktum
hızlıca. Deli gibi pompalamaya başladım. O anda Refiye de
inliyordu, fısıltılı sesiyle, “Sik sik, oh aşkımm, sik, ohhh, sik!” deyip duruyordu. Başını yana
çevirmiş bana bakmaya çalışıyordu aynı zamanda.
Ellerim göt yanaklarındaydı, onları sıkıp
yoğururken var gücümle de amına
pompalıyor, deli gibi sikiyordum.
Kasıklarım ve taşaklarım Refiye’nin
dolgun göt yanaklarına, kasıklarına çarpıyor, geniş
yatak odasının içini sikişimizin sesleri dolduruyordu. Ancak
Refiye, “Yavaş ol, kadın aşağıda!” dedi bu
sırada. Çıkan yoğun seslerden tedirgin olmuştu. Mecburen
biraz yavaşladım. Ancak kendimi kontrol etmekte zorlanıyordum.
Bembeyaz göt yanakları löpürdüyordu yarak darbelerimle. Amının
içi fırın gibi sıcak, yağ sürülmüş gibi kaygandı
ve yarağım içinde gidip geldikçe aldığım zevk
katlanarak çoğalıyordu.
Odanın ortasındaydık. Kapı kilitli
değildi, Emel birden içeri girse bizi bu halde bulacaktı, ama
ikimizin de artık dayanacak gücü ve sabrı
kalmamıştı. Boşalmaya yaklaşıyordum, biraz olsun
gecikebilmek için çıkardım yarağımı amından.
O an Refiye, “Sok şunu hadi!” dedi büyük bir şehvetle. “Yavaş ol!”
dedim fısıldayarak. Yarağımı göt
yarığında gezdirdim bir süre, hafif kıllı göt
deliğine bastırdım kafasını.
Ancak Refiye, “Hadisene, kadın aşağıda,
her an gelebilir!” dedi korkuyla. “Tamam, sakin ol!” dedim, ama ben de Emel’in
aşağıda olmasından dolayı tedirgindim.
Yarağımı ayrık duran amına
soktum tekrar, birkaç kez sokup çıkardıktan sonra, Refiye, “Az dur!”
dedi. Yarağım amında olduğu
haldeyken Refiye götünü sağa sola oynatmaya başladı.
Aldığım zevkle gözlerimi kapadım, ellerimi belime
attım ve kendimi serbest bıraktım. Refiye zevkle inlerken götünü
oynatıyordu durmadan. Yarağım amının
duvarlarına sürtünüyor, içinde ileri geri sağa sola oynuyordu onun bu
hareketleriyle. Aldığı zevk de çoğalıyordu.
Ama daha fazla bu şekilde kalamadım. Ellerimi
beline attım ve onu kendime çekerek sert şekilde sikmeye
başladım. Var gücümle pompalıyor, amına
yükleniyordum. Çıkan 'Şlop şlop şlop!' seslerine
aldırmadan sikiyordum ikinci karımı. Refiye de bu sesleri
unutmuş, kendini sikişin zevkine kaptırmış, “Uhhh, ayyy, ohhhh, ımmm, ahhh!” sesleri eşliğinde inliyordu.
Refiye’nin yağlı amı
yarağımı vakum gibi çekiyordu içine.
Saniyeler ilerlerken zevk dalgası ile vücudum
titremeye, sarsılmaya başladı. Sonunda
boşalmıştım. Refiye’nin amına
döllerim akarken kalbimin sert atışlarını boyun
damarlarımda hissediyordum. Refiye’nin beyaz göt yanakları
kızarmıştı, kasıklarım da öyleydi.
Yarağımı çıkardığımda amının zevk sıvıları ile
birleşen döllerim amından kasıklarına akıyordu. “Huhhh!”
diye derin bir nefes alıp verdikten sonra doğrulup ayağa
kalktı. “Ben yıkanırsam olmaz, ama sen gir yıkan hemen. Ben
de hazırlanayım, kadın işkillenmesin!” dedi ve makyaj
masasından aldığı ıslak bir mendille amını silip tangasını giyindi
hızlıca. “Hadisene, ne bekliyorsun?” dedi gözlerini açarak.
Sonrasındaysa, “Ha Osman, aman ha, ne Emel ne de kardeşlerim
bizim kavga ettiğimizi bilmiyor ona göre. Emel senin sabah işe gittiğini
sanıyor, aman gözünü seveyim dikkat et, belli
etme bir şey!” deyince, “Tamam, merak etme sen!” dedim. Refiye
hazırlanırken ben de banyoya girdim.
Sıcak suyun altında güzelce yıkandım.
Keyfim yerine gelmişti. Refiye ile barışmıştım.
Şaheser anne sayesinde 50 dairenin ve lüks bir
arabanın sahibi olacaktım. Ama bunun ön şartı Özlem ile
resmi nikâh yapmamdı. Buna Refiye ne cevap verecekti kim
bilir? Pek itiraz edeceğini sanmasam da gene de
emin olamıyordum.
Banyodan çıktım, Refiye odada yoktu.
Hazırladığı kıyafetlerimi yatağın üzerine
bırakmıştı. Gene birbirinden
şık ve pahalı şeylerdi bunlar. Refiye zevkli bir
kadındı ne de olsa. Aşağı indim.
Emel ve Refiye mutfaktaydı. Ocağın üzerinde kaynayan tencereden
ve fırından güzel kokular yükseliyor, birbirine karışıyordu.
Refiye beni görünce kaş göz işareti yaptı, dikkat edip pot kırmamam için. Emel ise biraz tedirgin
olmuş gibiydi, “Akşam için
hazırlık yapıyoruz!” dedi gülümseyerek.
Eve geldiğimde üzerinde uzun kollu açık mavi bir
gömlek vardı, ama şimdi gömleği çıkartmış, siyah
renkli kolsuz ve boğazlı bir tişörtle kalmıştı.
Yuvarlak omuzları, biçimli, beyaz ve tüysüz kolları tüm
çıplaklığıyla karşımdaydı. Altına ayak bileklerine gelen mavi renkli daracık bir kot pantolon giymişti.
Tişört göbeğinin ancak bir iki parmak altına geliyordu, dar
pantolonun sıkılaştırıp tüm hatlarını ortaya
çıkardığı götü sere serpe karşımdaydı.
Pantolon üzerinde adeta tayt gibi durduğundan, bacakları,
kalçaları ve kasıklarını meydana
çıkartmıştı. Götünün biçimli yanaklarının hareket ettikçe sallanışlarını
gözümün ucuyla izliyordum. Pantolonu
gibi dar olan boğazlı kolsuz tişörtü ise memelerini ortaya
çıkarmış, iyice belli ediyordu. Başını açık
yeşil penye bir bone ile sıkıca bağlamıştı.
Yaşına rağmen güzel bir fiziği vardı Emel’in. Ve artık
kocasından boşanacak, Konya da yaşayacak, devamlı
yakınımızda olacaktı. O an Aysel’in sözleri geldi aklıma. Emel de beraber olduğum kadınlar kervanına
katılacak mıydı?
“Hazırsan çıkalım hayatım!” dedi Refiye
elini lavaboda yıkadıktan sonra. “Tamam, çıkalım!” dedim.
Refiye Emel’i yanaklarından öperken, “Aman bak ev sana emanet, kız
kardeşlerimin çocukları yaramazdır, gelirlerse uslu dursunlar.
Sen söyle uslu durursanız teyzeniz size hediyeler alacak de. Onlar ancak
öyle durur!” dedi gülerek. Emel ise, “Tamam, sen hiç merak etme, ben her
şeyi hallederim!” dedi karşılığında. Sonra bana
dönüp, “Geçmiş olsun!” deyince şaşırdım, o ara Refiye
bana işaret eder gibi gülümseyince, “Ha, şey, teşekkür ederim,
kolay gelsin!” dedim.
Refiye yüksek topuklu siyah ayakkabılarını
giyindi önce. Vestiyerde duran siyah renkli fermuarlı
feracesini giydi daha sonra. Başını eteği ile
aynı renkte kadife bir şalla bağlamıştı. Her
zaman sevdiğim meyve aromalı parfümünden cömertçe
sıkmıştı üzerine. Asansörde, “Bizim evlilik
danışmanına gittiğimizi bilmiyor. Ona söylemedim. Seninle dişçiye gittiğimizi sanıyor. Aysel
Hanım ne söyledi sana?” diye sordu merakla. “Bir şey demedi.
İşte Simge diye bir kadın
varmış, danışmanmış, ona gidin konuşun dedi!”
dedim yanıt olarak.
Arabaya binince, “Orada her şeyi açık açık
konuşalım, kadın sana soru sorarsa hiç çekinme, yalan söyleme. Neyse gerçek onu söyle. Ben araştırdım bu kadın gerçekten
işinin ehliymiş, televizyona falan da çıkmış, gazetelerde yazıları çıkmış, kendi internet sitesi de var!” dedi.
Sonrasında akşamki
davet ve hazırlanan yemekleri uzun uzun
anlattı.
Simge Hanımın yeri büyük bir işmerkezinin
dördüncü katındaydı. Zile bastık, az sonra kapıyı genç
bir kız açtı. Refiye randevumuz olduğunu söyledi, kız
bilgisayara baktı, “Evet, biraz bekleyin lütfen, Simge Hanım içerde,
görüşmesi var!” dedi nazikçe. İçerisi oldukça lüks
döşenmişti, Simge Hanım bayağı iyi kazanıyordu
anlaşılan.
Çaylarımızı içerken en az 20 dakika
bekledik. Sonunda arka tarafta bir kapı açıldı. Bir
kadının, “Dediklerimi söyleyin kendisine, bir dahakine beraber
gelirsiniz!” diyen sesi geldi. Bu sözleri, “Çok teşekkür ederim, zahmet etmeyin ben giderim!” diyen başka bir
kadının
sesi izledi. Ancak bu ikinci ses bana yabancı gelmedi.
Tanıdık bir kadının sesiydi bu.
Refiye, “Hadi kalkalım!” derken
Ayşe Hanım göründü. Bugün bahsi çokça geçen Semanur’un eski kayınvalidesinin ta kendisiydi. Başı öne
eğikti, ama önümüzden geçerken yan gözle ufak bir bakış
attı bize. O anda da beni fark etti. Duracak gibi oldu, ama yanımda
bir kadının yani Refiye’nin olduğunu görünce yoluna devam etti.
Bizi karşılayan kıza, “İyi günler!” dedi gülümseyerek,
ardından kapıyı açıp çıktı.
Simge Hanıma sadece biz değil, Ayşe
Hanım da geliyordu demek ki. Onunda mı
evliliğinde problemler vardı? Yada başka bir şey için mi gelmişti? O sırada kız, “Buyurun, içeri geçebilirsiniz!” deyince,
birlikte
meşhur Simge Hanımın odasına geçtik...
[Osman]
|